Yaşamın, ölümün, varoluşun gizemini çözebilmek mümkün mü?
Hani bir an, belki bir an bile değil, hafifçe, belli belirsiz esip geçen ama belleğinizde silinmez bir yer eden hanımeli çiçeğinin kokusu gibi… Kimi karşılaşmalar da öyle, o kadar hafif, zarif ve asla unutulmayacak anlar yaşatsa da hep kaybolup gitmiyor mu?
Ferhan Şaylıman’ı (*) tanımam eskilere dayanır, SBF yıllarına. Basın Yayın Yüksek Okuluna giden yokuş henüz sağlı sollu betonlaşmamıştı, benden yüksekti onun sınıfı ama uzaktan uzağa birbirimizi duyar, bilir, gülümseyerek selamlaşırdık.
Mezuniyet sonrası yıllar yılları izledi, işler güçler, gazeteciliğin aslında “suya yazılan” sayfaları, TV ekranlarının “anında parlayıp sönüp giden” görüntüleri araya girdi, hep “imza” olarak bildik birbirimizi. Başarılar, düş kırıklıkları, bırakıp gitmeler, yeni sayfa açmalar derken gazeteciliğin değirmeninde öğütülen yaşamlar sürdürdük.
Bir gün telefon edip, kendi kurduğu yurtseverlik.com sitesinde yazı yazmamı istedi. Benim bir köşede sessizce iğneyle kuyu kazdığım blogumu (**) keşfetmiş, yazılarımı okumuş, bana öyle güzel sözlerle dönmüştü ki, yaşamıma kucak dolusu güller serpilmiş gibi oldu. O günden sonra neredeyse her gün telefonlaşır olduk, çalıştığımız gazetelerin sabah toplantıları gibiydi görüşmelerimiz, su gibi akan süreçte günün olaylarını, siyasi figürleri, yaşamın gidişatını konuşur, olayları bir yerinden tutmaya çabalardık. Nasıl oluyorsa, savunduğumuz fikirler hep aynı noktada buluşuyordu, “haberi gözünden tanımak” zaten işimizdi de, sonunda ikimiz de birer insan sarrafı mı olmuştuk? Neden aynı portreleri aynı renklerde çizgilerde boyuyorduk? Biz kırk kişiyiz, kırkımız da birbirimizi biliriz hesabı mıydı bizi buluşturan?
Kimi zaman katkı istedi benden Ankara’ya dair, kimi siyasilere, gazetecilere ulaşmak için… Kimi “şöyle bir şey yapsak nasıl olur?” tarzındaki, fikirlerimizi, projelerimizi, çala kalem söylemlerimizi paylaştık… (***)
Hani Ferhan, sen “Hiçlik”’te (****) diyordun ya:
-Ertelemek, yaşamın mayasını kaçırır.
Kızdıysan bağır, sevindiysen söyle, acıktıysan ye, uykun geldiyse yat, özlediysen arkasından koş, sıkıldıysan çarp kapıyı çık, konuşmak istiyorsan konuş.
Sonraya ertelenen ne varsa ruhunu, kokusunu, tazeliğini öz suyunu yitirir.
Bağırmak istiyorum, haykırmak… Yapamıyorum sevgili Ferhan, kapıyı neden bu kadar erken çarpıp çıktın?
(*)https://www.kameraarkasi.org/yonetmenler/ferhansayliman.html
(**) https://draft.blogger.com/blog/post/edit/8040302494100421276/5861263934048583014
(***) https://youtu.be/H3oo_0e-9zU?si=ffNjg_-LfeYq65kv
(****) https://www.amazon.com.tr/Hi%C3%A7lik-Ferhan-%C5%9Eayl%C4%B1man/dp/6052885777
Allah rahmet eylesin, huzur içinde uyusun. Sayın Nursun Erel, çok güzel ifade edilmiş duygularınızın ruhuna ulaşmasını dilerim.
YanıtlaSilDeğerli Nevzat Dağlı hem çok üzgün, hem kabus görüyormuşcasına inanamaz durumdayım…
YanıtlaSilÇok üzüldüm.
YanıtlaSil