Bu Blogda Ara

128 milyar nerede etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
128 milyar nerede etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi, Nisan 24, 2021

Soyulduk soğana çevrildik!




Türk halkının uğradığı kitle soygunlarını düşünüyorum da, “bu kaçıncı? Hiç mi ders alınmaz?” Desem de, kızamıyorum doğrusu. Hatta hoş görüyorum. Çünkü “devlet nerede?” Sorusu ortada sahipsiz dururken vatandaş ne yapsın?


-“Toreks, Vebitcoin olaylarından mı söz ediyorsun?” diyeceksiniz. 


-Sadece onlar mı? Tarihe mal olmuş onca soygundan hangi birini sayayım? Gurbetçilerimizin güçlükle biriktirdikleri paraları iç eden  Yimpaşlar, Kombassanlar, Deniz Fenerleri unutuldu mu? Sorumluları doğru dürüst yargılandı mı? Kimden hesap sorulabildi? Tam tersine taltif edilip önemli makamlara getirilmediler mi? Ya, “soygunlara değil” de “yayınlara dur diyen” yönetimler? “Akacak kan damarda durmaz” misali,  milletin cebindeki paralar da “bir yerlere” aktı gitti. Oysa ne emeklerle yapılmıştı o birikimler,  gurbet ellerde yemeden içmeden, yıllarca köle gibi çalışıp, memlekette bir ev bir araba hayaliyle yaşamadı mı “En alttakiler?” (*)  


Bence demokrasimizin “siyah kurdelesidir” yayın yasakları. Düşünebiliyor musunuz ? “Soyguncuya dur” demek yerine, “soygunun duyulması engelleniyor!”


Bu sistem yıllardır değişmedi biliyor musunuz?


12 Eylül sonrasıydı, bankerler furyası yaşanıyordu, Turgut Özal Başbakan Yardımcısıydı... Her sokak başını “Bir masa bir kasadan ibaret banker tabelaları” süsler olmuştu...  Bu perakendecilerin ağa babası, Banker Kastelli idi... Halkımız gidip gidip bu sokak soyguncularına  para yatırıyordu... “Saadet Zinciri”nin bir yerde kopacağı bellliydi ama nedense kimse sesini çıkarmıyordu. Biz “çiçeği burnunda, naif muhabirler”,12 Eylül’ün “ağır yasakları” altında  bu furyanın anlamsızlığını duyurmaya çabalıyorduk. Görünmez eller, haberlerimizi ha bire sansürlüyordu. Söylenenlere göre rütbeli rütbesiz pek çok ordu mensubu da bankerlere para yatırmıştı... Askerlerin kurduğu kabinenin üyelerinin, hele de bürokratların sözü pek geçmiyordu.


Işık Biren, o sırada 12 eylül yönetiminin önemli isimlerinden biriydi. güç bela randevu aldım, kapalı! TBMM binasındaki makamına gittim, askeri rejimin bütün haşmetiyle hüküm sürdüğü koridorda beklerken dakikaları tükettim, sonunda özel kalemdeki deniz subayı seslendi:


-Buyurunuz... Komutanım sizi emrettiler!


Bir zamanlar AP genel başkanı Süleyman Demirel’in toplantılar yaptığı  dev makam odasına girer girmez Biren, “haydi ne soracaksanız sorun, vaktim kısıtlı” diye uyardı. Art arda aklımdakileri sıralamaya başladım. Hazinenin, teftiş kurullarının bağlı bulunduğu Maliye Bakanlığının yetkileri sınırlıydı, son söz hep askerlerdeydi, bu nedenle yanıtları çok önemsiyordum. Ama ben sordukça gergin bir havaya bürünen amiral, ben  “pek çok ordu mensubunun da paraları bankerlerdeymiş. Hatta bazı söylentilere göre kimilerinin paraları kurtarılmış?”   Der demez patladı:


-Küçük Hanım biliyor musunuz, ekonomide para kaybolmaz... Görüşmemiz bitmiştir...


Üst düzey bir MGK yetkilisine dayandırdığım haber Tercüman’da yayınlanınca, eleştiri yağmuruna tutulduk, “Ekonomide para kaybolmaz ama, bir cepten çıkıp acaba kimin cebine girer?” Soruları ile karşılaştık.


Bir kaç gün sonra da kıyamet koptu... Banker Kastelli  yurtdışına kaçtı...

Ortalık birbirine girdi... Büroda çalıştığımız öğlen saatlerinde, meslektaşım Semih Erigüç’le bana Başbakanlıktan duyumlar geldi:


-Başbakan Yardımcısı Turgut Özal birazdan basın toplantısı düzenleyecek... Haberiniz olsun...


Semih’le alelacele çıkıp, bir koşu, Başbakanlıkta aldık soluğu... Binanın önünde küçük bir grup var, çoğunluğu yabancı gazetelerin, ajansların temsilcileri... Derken kapılar açıldı, yabancı  temsilciler kimlik gösterip girdiler, sıra bize gelince yetkililer, “Durun bakalım, siz giremezsiniz” demesin mi? Nedenmiş? Talimat böyleymiş... Semih’te birlikte  Başbakanlık merdivenlerinde kala kaldık... Ben ağlamaklıyım, o her zamanki gibi iyimser, nedense “bıyık altından gülümsüyor...”

Birazdan baktık, çıkıyor yabancı meslektaşlar, koşup yanlarına gittik, iyi kötü bilgi almaya çalışıyoruz, derken baktım Semih’in yanına yaklaşan biri “No comment” diyerek hızla uzaklaştı... Semih, bilgi kırıntısı toplamaya uğraşan bana, “boşver, yürü gidelim” dedi... Kalabalıktan sıyrılıp bir taksiye atladık,o  hala gülümserken, cebinden çıkardığı teybi gösterdi:


-Anladın mı şimdi -No comment-in anlamını... Buyur sana manşet... Biz içeri giremedik ama teybimiz oradaydı.  Yeter ki gazeteye taşra baskıları bağlanmadan yetişelim...


Ertesi gün bizim gazetenin (Tercüman) manşetinde Özal’ın durumu yatıştırmak isteyen sözleri vardı ama, kamuoyunda o değil, Milliyet Gazetesindeki Emin Çölaşan imzalı manşet konuşuluyordu:


“Halkımız kumar oynamıştır...”


(*) https://www.dw.com/tr/en-alttakilerin-s%C4%B1ras%C4%B1-de%C4%9Fi%C5%9Fti/a-2523563







Cuma, Nisan 16, 2021

Ağız tadıyla bir grip bile olamadık!!!



-Öhhö, öhö, öhhö...

Durun yahu, niye öyle dehşete düşmüş gibi fırlayıp yanımdan  uzaklaştınız? Korkmayın, sağa sola kaçışmayın, kovit movit değilim, vallahi değilim...

Geçen gün hafiften boğazım ağrıyordu, malum havalar bir tuhaf. Bir bakıyorsunuz bahar dalları silme çiçeğe bürünmüş,  ertesi gün pencereyi açtığınızda, sert esen rüzgarla içeri kar taneleri giriyor. Neyse işte, ne diyordum? Hafif bir boğaz ağrısıyla uyandım, aldı mı beni bir korku? Kendimle hesaplaşıyorum:

-Ya kovitsem? Ay kimlerle görüştüm son zamanlarda? Sütçü gelmişti de hani bekletmemek için maske takmadan koşuvermiştim ya kapıya? Ondan kapmış olabilir miyim?

-Yok sanmam, adamcağız sütü tencereye doldurup kapı eşiğindeki tabureye bırakmıştı, sen de ona parayı lastikle sarıp, fırlatmamış mıydın? Hatta sütçünün kafasına denk gelmişti, ortalığa saçılmıştı ya paralar. 

-A, evet uzak durmuştuk sütçüyle. Sen de  öyle bir konuştun ki duyanlar ortalığa 128 milyar lira  saçılmış sanacak. Demek ki ondan kapmadım.  Ama sonra da oğlum gelmişti...

-Canım aylardır görmüyordun çocuğu, yüzünde maskesiyle içeri girer girmez, elini yüzünü sıcak sular, sabunlarla yıkayıp, ta salonun öbür ucundaki koltuğa ilişmedi mi çocukcağız? O aranızdaki upuzun mesafeden dolayı birbirinizle haykırarak konuşmadınız mı? Hani o, “anne yahu, sen ne diyorsun bu kaybolan 128 milyara?” diye sesleniyor, sen, “Ne? Paranı mı kaybettin? Ben parayı arka cebinde taşıma diye hep söylememiş miydim?”  diye bağırıyorsun... İkinizin de, ne dediği anlaşılmıyordu hani... Boğuk boğuk konuşuyordunuz... I-ıh,  ondan da bir şey olmaz. Başka kiminle görüştün?

-Komşu Ayşe Hanım uğramıştı bir de... Ramazan başlıyor diye kendi yaptığı pideyi getirmişti.

-Ama onda maske vardı, içeri buyur etmiştin, kapıdaki tabureye ilişmişti, ikiniz maskeli maskeli,  bir çift laf edelim derken  siyasetten girip dedikodudan çıkmamış mıydınız? 

-Evet evet, nasıl da güldürmüştü beni... Jandarma, sitemizin başkanına geçen gün bir evrak getirmiş, hanım camdan bakıp da jandarmayı görünce, emekli amiral eşine seslenmiş, “hadi valizini hazırla seni almaya geldiler” diye... Meğer o evrak, sadece sitede geçen yıl çıkan anız yangınıyla ilgili değil miymiş?

Ya, işte böyle, kovit  insanın aklından bir an bile çıkmıyor. 

Zaten bunlar sadece birer varsayımdı, üstelik sabah ağrıyan boğazım öğlene doğru geçti. Ben de unuttum gitti pandemi kabusunu...

Şimdi bir an eskiye daldım da:

Ah, neydi o günler. Hani üşütürsün, sesin biraz değişir, hafiften burnun akar, arada bir öksürür, halsiz halsiz yatarsın evde... İşten kaytarmışsındır, nazlanır durursun. Ev halkı seni şımartmak için seferber olur, bir yandan ıhlamur kaynatılır, bir yandan ocağa o çok sevdiğin, tavuk suyuna bol limonlu şehriye çorbası konulur. Yıllardır elinden düşürmediğin, her seferinde seni kahkahalarla güldüren kitap Çarın Çizmeleri de başucunda... Televizyonun karşısında kanepeye uzanır, uyuklarsın:

Ya işte böyle, 

-Ağız tadıyla, korkmadan bir grip bile olamadık!!!


(*) Mikhail Zoşçenko, Rus Yazar 

Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...