Ana içeriğe atla

Soyulduk soğana çevrildik!




Türk halkının uğradığı kitle soygunlarını düşünüyorum da, “Bu kaçıncı olay? Hiç mi ders alınmaz?” Desem de, kızamıyorum doğrusu. Hatta hoş görüyorum. Çünkü “devlet nerede?” Sorusu ortada sahipsiz dururken vatandaş ne yapsın?


-“Toreks, Çiflikbank, Bitcoin olaylarından mı söz ediyorsun?” diyeceksiniz. 


-Sadece onlar mı? Tarihe mal olmuş onca soygundan hangi birini sayayım? Gurbetçilerimizin güçlükle biriktirdikleri paraları iç eden  Yimpaşlar, Kombassanlar, Deniz Fenerleri unutuldu mu? Sorumluları doğru dürüst yargılandı mı? Kimden hesap sorulabildi? Tam tersine taltif edilip önemli makamlara getirilmediler mi? Ya, “soygunlara değil” de “gazete haberlerine, TV yayınlarına dur diyen” yönetimler? “Akacak kan damarda durmaz” misali,  milletin cebindeki paralar da “bir yerlere” aktı gitti. Oysa ne emeklerle yapılmıştı o birikimler,  gurbet ellerde yemeden içmeden, yıllarca köle gibi çalışıp, memlekette bir ev bir araba hayaliyle yaşamadı mı “En alttakiler?” (*)  


Bence demokrasimizin “siyah kurdelesidir” yayın yasakları. Düşünebiliyor musunuz ? “Soyguncuya dur” demek yerine, “soygunun duyulması engelleniyor!


Bu sistem yıllardır değişmedi biliyor musunuz?


12 Eylül sonrasıydı, bankerler furyası yaşanıyordu, Turgut Özal Başbakan Yardımcısıydı... Her sokak başını “Bir masa bir kasadan ibaret banker tabelaları” süsler olmuştu...  Bu perakendecilerin ağa babası, Banker Kastelli idi... Halkımız gidip gidip bu sokak soyguncularına  para yatırıyordu... “Saadet Zinciri”nin bir yerde kopacağı bellliydi ama nedense kimse sesini çıkarmıyordu. Biz “çiçeği burnunda, naif muhabirler”,12 Eylül’ün “ağır yasakları” altında  bu furyanın anlamsızlığını duyurmaya çabalıyorduk. Görünmez eller, haberlerimizi ha bire sansürlüyordu. Söylenenlere göre rütbeli rütbesiz pek çok ordu mensubu da bankerlere para yatırmıştı... Askerlerin kurduğu kabinenin üyelerinin, hele de bürokratların sözü pek geçmiyordu.


Işık Biren, o sırada 12 eylül yönetiminin önemli isimlerinden biriydi. güç bela randevu aldım, kapalı! TBMM binasındaki makamına gittim, askeri rejimin bütün haşmetiyle hüküm sürdüğü koridorda beklerken dakikaları tükettim, sonunda özel kalemdeki deniz subayı seslendi:


-Buyurunuz... Komutanım sizi emrettiler!


Bir zamanlar AP genel başkanı Süleyman Demirel’in toplantılar yaptığı  dev makam odasına girer girmez Biren, “haydi ne soracaksanız sorun, vaktim kısıtlı” diye uyardı. Art arda aklımdakileri sıralamaya başladım. Hazinenin, teftiş kurullarının bağlı bulunduğu Maliye Bakanlığının yetkileri sınırlıydı, son söz hep askerlerdeydi, bu nedenle yanıtları çok önemsiyordum. Ama ben sordukça gergin bir havaya bürünen amiral, ben  “pek çok ordu mensubunun da paraları bankerlerdeymiş. Hatta bazı söylentilere göre kimilerinin paraları kurtarılmış?”   Der demez patladı:


-Küçük Hanım biliyor musunuz, ekonomide para kaybolmaz... Görüşmemiz bitmiştir...


Üst düzey bir MGK yetkilisine dayandırdığım haber Tercüman’da yayınlanınca, eleştiri yağmuruna tutulduk, “Ekonomide para kaybolmaz ama, bir cepten çıkıp acaba kimin cebine girer?” Soruları ile karşılaştık.


Bir kaç gün sonra da kıyamet koptu... Banker Kastelli  yurtdışına kaçtı...

Ortalık birbirine girdi... Büroda çalıştığımız öğlen saatlerinde, meslektaşım Semih Erigüç’le bana Başbakanlıktan duyumlar geldi:


-Başbakan Yardımcısı Turgut Özal birazdan basın toplantısı düzenleyecek... Haberiniz olsun...


Semih’le alelacele çıkıp, bir koşu, Başbakanlıkta aldık soluğu... Binanın önünde küçük bir grup var, çoğunluğu yabancı gazetelerin, ajansların temsilcileri... Derken kapılar açıldı, yabancı  temsilciler kimlik gösterip girdiler, sıra bize gelince yetkililer, “Durun bakalım, siz giremezsiniz” demesin mi? Nedenmiş? Talimat böyleymiş... Semih’te birlikte  Başbakanlık merdivenlerinde kala kaldık... Ben ağlamaklıyım, o her zamanki gibi iyimser, nedense “bıyık altından gülümsüyor...”

Birazdan baktık, çıkıyor yabancı meslektaşlar, koşup yanlarına gittik, iyi kötü bilgi almaya çalışıyoruz, derken baktım Semih’in yanına yaklaşan biri “No comment” diyerek hızla uzaklaştı... Semih, bilgi kırıntısı toplamaya uğraşan bana, “boşver, yürü gidelim” dedi... Kalabalıktan sıyrılıp bir taksiye atladık,o  hala gülümserken, cebinden çıkardığı teybi gösterdi:


-Anladın mı şimdi -No comment-in anlamını... Buyur sana manşet... Biz içeri giremedik ama teybimiz oradaydı.  Yeter ki gazeteye taşra baskıları bağlanmadan yetişelim...


Ertesi gün bizim gazetenin (Tercüman) manşetinde Özal’ın durumu yatıştırmak isteyen sözleri vardı ama, kamuoyunda o değil, Milliyet Gazetesindeki Emin Çölaşan imzalı manşet konuşuluyordu:


“Halkımız kumar oynamıştır...”


(*) https://www.dw.com/tr/en-alttakilerin-s%C4%B1ras%C4%B1-de%C4%9Fi%C5%9Fti/a-2523563







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Külliye’ye içerden bakış: Erdoğan’a: “Sistem yürümedi, Türkiye’yi seçime götürmeli”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın  “Başdanışmanı” olarak Beştepe’de    7 yıl süreyle  görev yapan İlnur Çevik’le konuştuk. “ Bu sistem yürümedi ” diyen Çevik durumu, “Erdoğan’ın en kısa zamanda Türkiye’yi seçime götürüp sistemi rayına oturtması şart, eğer torunlarını şu kadarcık! bile seviyorsa bunu yapmalı, aksi halde eyvah! ” diye özetliyor.  DEM Parti ile yürütülen “çözüm süreci” için, ortada bir plan taslağı bulunmadığını savunan Çevik’e göre, her zamanki “Kervan Yolda Düzülür” mantığı yine ağır basıyor. …Acaba Külliye’de çalışma sistemi nasıl? Cumhurbaşkanı gündemini nasıl belirliyor? Yüksek İstişare Kurulu diye bir kurul var, orada ve  pek çok kişinin üye olarak yer aldığı diğer kurullarda neler görüşülüyor? Erdoğan, Atatürk ismini neden diline almak istemiyor?Beştepe’nin bodrumunda gerçekten tam teşekküllü bir hastane var mı?…  Gibi pek çok soru aklımı kurcalıyordu, “ İlnur Çevik nasılsa görevi bıraktı, artık belki konuşur ” diye düşün...

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...

KONGRE TUFANI (2) Alo 198’e sormuş!

  Gazeteciler Cemiyetinde yaklaşan kongre için, adaylığım üzerinde ısrarlar yoğunlaşınca epey düşündüm: -Kırk yıl emek verdiğim gazetecilik mesleği bana artık bir örgüt sorumluluğu yüklemiyor muydu?  -Gazeteciler Cemiyetinde yürüttüğüm çalışma sırasında gözlemlediğim ciddi yanlışlar için çaba göstermek gerekmez miydi? -Biz başımızdakileri, “ koltuğa yirmi üç yıldır yapıştınız, denetimden kaçtınız, adaletsiz davrandınız ” diye eleştirirken, “ tam otuz iki yıldır başımızda durmakta ısrar eden, denetime, adalete, eşitliğe kapalı yol yürüyen ” yöneticilere ne diyecektik? Uzun uzun düşündükten sonra kararımı verdim ve adaylığımı açıkladım. İstifa ettiğim gün başkan beni telefonla arayıp, dedi ki: - Nursun ben zaten senin ayrılacağını tahmin ediyordum. Belki de adaylık düşünüyorsun, e tabii, demokratik hakkındır. Bu sözler kulağımda çınlarken, elimde “ Cemiyetin aday listesini talep eden dilekçemle ” yola çıktım, Üsküp Caddesi 35 numaradaki cemiyetin bahçesinden içeri ...