Bu Blogda Ara

12 Eylül Darbesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
12 Eylül Darbesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazar, Ocak 21, 2024

İnsan hakları savunucusu bir doktor; Veli Lök ile sohbet



Geçenlerde İzmir’deydim, Asansör’ü hep duyar, merak ederdim, bir sabah erken yürüyüşe çıktım. İzmir Kız Lisesinin önünden geçerken Ankara’daki lise yıllarım aklıma geldi, her şeye gülerdik, müdire hanımın sert söylemlerine bile! Yine gülerek yürüdüm, Dario Moreno’nun evinin önünden şarkısını mırıldanarak geçtim, deniz görünmese de martı çığlıklarını duyuyordum, sonunda “yüzyıllık” Asansör’e (*) ulaşıp yukarıya çıktım.





Kapılar açıldığında karşımda bulduğum manzara çarptı beni


Hafif hafif serpiştiren yağmurda, aşağıdaki apartmanlar dizisinin ardında uzanan maviliği dakikalarca nefesimi tutarak izledim. 


Günün erken saatleriydi, “bir kahve olsa” dedim,  arkadaki manzaralı restorana girdim, boştu, “cam kenarı buldum” diye sevindim, hemen oturdum:


Garson benim kahvemi getirirken,  bir beyefendi içeri girdi, uçtaki masayı seçti, yavaş hareketlerle şapkasını, paltosunu çıkardı, atkısını katlayıp bir kenara koydu, gri takım elbisesi, bordo yeleği ve hafta sonunu bile disipline sokan kravatıyla şıklığı ortadaydı. 


-O’nu bir yerden tanıyordum ama kimdi? 

-Kimdi? Bir röportajını okumamış mıydım? Ekranda da görmüştüm sanki. Ah, o doktordu,

İşkencenin önlenmesi için çabalar gösteren, insan hakları savunucusu doktor…


Garsona sordum, doğruladı, Prof. Dr. Veli Lök’tü gelen. 


Manzarayı keyifle izlerken, çayını, portakal suyunu yudumlayan doktorun kahvaltısını tamamlamasını bekleyip izin istedim, kendimi tanıtıp, yanına iliştim, Doktor Lök, “geçirdiğim  rahatsızlık nedeniyle tarihleri tam söyleyemez, sözcükleri unutursam yardımcı olur musunuz?” Diyecek kadar alçak gönüllüydü… İşte sohbetimiz:


-Siz işkenceyi silmek için büyük çaba gösterdiniz, o yıllardan bu yana arpa boyu yol alabildik mi? Kadın cinayetleri yine yükselişte?


-Toplumda da böyle bir değerlendirme var. Ben bir köylü çocuğuyum (**) köylü kadınların da şehirlilerin de sorunlarını bilen bir kişim.  Yazık ki, Türkiye’de  kadın hakları açısından çok eksiğiz. Her şey gözümüzün önünde, bu durumun düzeltilmesi açısından  kazanım olabilecek bir sözleşmeyi cumhurbaşkanının tek başına kaldırması son derece acı, bunu benimsemek mümkün değil.  kararını duyar duymaz çok şaşırdım, üzüldüm. Kadın haklarının korunması yönünde olumlu gelişmeler sağlayacak bir sözleşme, devletin başındaki bir kişinin  kararıyla sonlandırılabilir mi? Bu hareket benimsenebilir mi? 


—-kötü muamele, işkence devam ediyor—-


-Türkiye’nin kötü muamele karşıtı  uluslararası sözleşmelere taraf olması sizin sayenizde oldu, şu andaki durum nasıl sizce?


-Bir kere, kolluk güçlerinin sürekli kötü muamele yaptığını biliyoruz, bunlara ait bilgilerimiz var. Bizim Türkiye İnsan Hakları Vakfı, bu vakaları bilimsel olarak tespit ediyor, toplumsal olaylarda polis tarafından kötü muameleye maruz bırakılan kişilerin durumunu, sağlık koşullarını izliyor. Onların gerek sağlık ihtiyacını gerekse hukuki haklarını sağlama yönünden sürekli yardımda bulunuyor. Türkiye İnsan Hakları Vakfının açık belgelerinde vakalarla ilgili rakamları almak mümkün. (***)


—-12 Eylül’de 850 bin işkence—-


-Gözaltında, hapiste bulunanlarla ilgili de sürekli işkence, kötü muamele şikayetleri ulaşıyor? Siz bu bulguların kayıt alınmasında öncü olmuştunuz?


-Sadece toplumsal olaylarda polisin kötü muamelesi değil, aynı zamanda gözaltına alınan, hapse giren hemen hemen herkesten  mağduriyet şikayetleri geliyor, işkence yakınması çok oluyor… Bu durum özellikle  12 Eylül (1980)  sonrası çok artmıştı, o yıllarda 850 bin kişinin işkence gördüğü söylendi, tabii o yıllarda işkence iddiaları için ne muayene edecek ne tedavi edecek kurumsal yer vardı.


—-yıllar sonra bile tespit edilir—-


-Siz  bu iddiaların kayda geçmesini yıllar sonra bile olsa kemik sintigrafisi yoluyla mı sağladınız?


-Benim bir yakınım da o yıllarda işkence gördü, bu beni çok etkilemişti, “işkencenin önlenmesi ancak bilimin yardımıyla olur” diye düşündük.İzmir’de vakfın şubesini çok değerli doktorlar, hukukçular gazetecilerle  birlikte oluşturduk,  Orhan Süren, İzmir Tabip Odası başkanı olunca hemen bir muayene ve rapor komisyonu kurdu, çünkü işkencenin hukuksal olarak değerlendirilmesi için muayene ile belirlenmesi ve rapor verilebilmesi lazım, önceleri hiçbir kurumdan bunlar alınamıyordu. Tepecik Hastanesinde bir hasta bakıcıya korkunç işkence yapmışlar, muayene komisyonu başkanı bendim, bizi görünce ağlayarak kaçmaya çalıştı bizi polis sandı, muayene ettik, her iki ayak tabanında falakaya bağlı şişlikler, morarmalar, kanamalarla ilgili bulgular vardı.  Durum açıktı, hemen “bu kişi işkence görmüştür” raporunu verdik bu çok önemli bir belge oldu. 


-Sizin geliştirdiğiniz sintigrafi yöntemiyle üzerinden yıllar geçse bile işkence yapıldığı tespit edilebiliyor değil mi?


- Sintigrafi yöntemini ondan sonra da kullandık. 4 yıl sonraki muayenemizde hala işkencenin izleri vardı. Bu, o kadar güçlü bir belirleme yöntemidir,  psikiyatrik  bulgular da aynıdır. Buna rağmen, devlet bu kişinin hakkını teslim etmedi, biz ise takibe devam ettik, AHİM’e başvurduk, çeşitli zamanlarda verdiğimiz raporlarla bu kişinin kararını çıkarttık, devlet zorunlu olarak tazminat  ödemek zorunda kaldı, bu olay duyulunca Türkiyenin her yerinden işkence şikayetleri ulaşmaya başladı.


——İstanbul Protokolü——


-Sonra sizlerin bu katkılarıyla Türkiye uluslararası işkence karşıtı protokollere imza attı değil mi? 


-İstanbul Protokolünün (****) oluşturulması için başlatılan çalışmalarda Şebnem Korur Fincancı da çok önemli bir rol oynadı ve protokol oluştu, böylece  çok önemli bir belgeye uluslararası planda katkıda bulunmuş olduk. 


—-Cumartesi Anneleri—-


-Bütün bu çabalara karşın halen işkence var, duyuyoruz. Bir de izi tespit edilemeyen kayıplar söz konusu, işte  Cumartesi Anneleri… Ne dersiniz?


-Bu taleplerin mutlaka araştırılması lazım. Demokratik kurumların bu şikayetleri, iddiaları ele alıp, kanıtlarını kaybolmayacak kayıtlara dönüştürmesi lazım. Bunlar mümkün benim kanaatimce. Ama insan hakları açısından son derece geri durumdayız. İşte biraz önce konuştuk, şiddete karşı duracak bir uluslararası belgeyi Cumhurbaşkanı  iptal ediyor. Böyle bir durum, demokrasilerde tahmin tasavvur bile edilemez. Bütün bunların bir an önce ele alınıp düzeltilmesi lazım. 


—-Kötülüklere karşı duracağız——


-Sürekli tekrar eden bu olaylar sizde karamsarlık yaratmıyor mu?


-Türk milleti,  tarihinde çok mükemmel işler yapmıştır. Ata’nın liderliğinde halkın bütün haksızlıklara karşı çıkması, dünyada az rastlanan olaylardan biridir. Atatürk Türk insanını övmüş, çok şeyler yapabileceğine olan inancını dile getirmiştir. Ben bu kötülüklere de karşı çıkılacağına inanıyorum. 


92 yaşındaki delikanlı doktorumuz ile sohbeti böylece sonlandırdık. Dr. Veli Lök, haftanın iki günü hala hasta kabul ettiğini, tedavi uygulamaktan vazgeçmediğini dile getirirken  gülümsüyordu “acıyı, rahatsızlığı dindirip faydalı olabiliyorsak ne mutlu bize” dedi. 


(*)https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Tarih%C3%AE_Asans%C3%B6r

(**)https://www.aa.com.tr/tr/saglik/ortopedinin-90-yillik-cinari-66-yildir-beyaz-onlugunu-cikarmiyor/2533589

(***) https://tihv.org.tr/ozel-raporlar-ve-degerlendirmeler/veriler-iskence-gercegi-26-06-2023/

(****)https://www.ttb.org.tr/eweb/istanbul_prot/ist_protokolu.html



Perşembe, Aralık 14, 2023

Mehmet Yazar ile sohbet




Mehmet Yazar ile daldan dala sohbetteydik dün. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin efsanevi Başkanıydı, ekonomik durum ve yapılması gerekenler ondan soruluyordu…12 Eylül sonrasının “ezip geçen” ortamında paşalara da, ekonominin “tek adamı” Turgut Özal’a korkmadan, çekinmeden, pabuç bırakmadan doğruları söyleyen isimdi. 





Anlattıklarıyla, yorumlarıyla, geleceğe dair düşünceleriyle aydınlandım, umutlarım yeşerdi.


Siyasi atmosfere, son çeyrek yüzyılda yaşananlara ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetim tarzına dair konuşmalarımız bende kalsın… 


Sadece küçük bir not paylaşayım…


Odalar Birliği Başkanı olduğu dönemde Yazar’la sohbet ederken “yeni evliydim,” sormuştu:


-Nursun evlilik nasıl gidiyor?

-İyi efendim, mutluyuz


Bunun üzerine gülerek eklemişti:


-Evlilik uzun ince bir yoldur, ilk baştaki sevinçleri de üzüntüleri de fazla ciddiye almamak gerekir…


Eh, aradan yıllar geçti tabii, dün eşimin çocuklarımın nasıl olduğunu sorunca, “iyiyiz hepimiz” diyerek o sözlerini anımsattım, dedi ki:


-Bak şimdi sana evliliğe dair asıl düşüncemi söyleyeyim, Evlilik Erciyes Dağına çıplak ayakla tırmanmak kadar zor bir iştir… Siz kadınlar yüce varlıklarsınız, aslında yaşam sizlerin omzunda devam ediyor…



Mehmet Yazar ve eşi, sevgili kızları Sema’yı “ömrünün baharında” yitirmişti, onun anısına kurdukları Sema Yazar Gençlik Vakfı’ndaki görüşmemizden ayrılırken, Kübra Hanımla da selamlaştım, yıllar onu neredeyse hiç değiştirmemişti, sevindim,  o kadar çok anı canlandı ki aklımda, Kayseri’ye, Elazığ’a Anadolu’nun neredeyse her yerine gidiş gelişlerimiz gözümün önünden geçti.  


Yolda yürürken, Yazar’ın, “Evlilik Erciyes Dağına çıplak ayakla tırmanmak” sözlerini kafamda tartıyordum, bu kez “bekarlık günlerime dair” bir anektod geldi gözümün önüne… Onu da anımsatayım, siz karar verin artık, “Erciyes Dağına tırmanmak mı? Yoksa hesap makinesiyle geçen yılları saymak mı?”


 



12 Eylül Harekatı sonrasında feshedilmiş hükümetin eski Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil ile konuşuyoruz. Bir ara soruyor:


-Evli misiniz Nursun Hanım?

-Hayır efendim, henüz değil ama yakında evleneceğim.


Hemen nişanlımla yaş farkımızı soruyor ve diyor ki:


-Bakın küçük hanım, erkekle kadın arasındaki yaş farkı ideal evlilikte 7 olarak hesaplanır. Ama benim buna küçük bir ilavem olacak. O da şu... Erkekle kadın arasındaki ideal yaş farkı, erkeğin yaşının yarısına 7 ilavesiyle bulunur. 


Şöyle bir düşünüyorum, “Eh, bizim Feyzan’la yaş farkımız gayet uygun...” gülümsüyorum. Çağlayangil, “Çok memnun oldum, demek ki birbirinize  uygun bir çiftsiniz. Şimdiden tebrik ederim. “ diyor ve bıyık altından gülerek devam ediyor:


-Yalnız bu hesabı ileriki yıllarda da yapmak lazım... Ne de olsa hayat durağan değil, sürekli değişiyor.


Evden ayrıldıktan sonra gidip bandı deşifre edip haberimi yazıyorum ama bir yandan da aklımı, Çağlayangil’in “evlilikte yaş formülü” kurcalıyor, bunu Feyzan’a anlattığımda baktım gülüyor. Sonra ben de kafamda bir hesap yaptım ki, yaş olayı yıllar geçtikçe nedense (!) hep kadının aleyhine dönüyor... İşte buyurun, bu formüle göre bir kaç hesap:


Erkek 20 ise 20/2=10 artı 7 Kadın 17 olmalı.

Erkek 30 ise 30/2=15 artı 7 Kadın 22 olmalı.

Erkek 50 ise 50/2=25 artı 7 Kadın 32 olmalı.

Erkek 80 ise 80/2=40 artı 7 Kadın 47 olmalı.


Aaaaaa, bu nasıl hesap yahu? Buna göre erkek her 10 yılda bir karısını bırakıp genç bir kadın bulacak... 


-İtiraz ediyorummmmmm.




https://bennursunerel.blogspot.com/2020/11/evlilikte-ideal-yas-farki.html

Pazartesi, Eylül 11, 2023

95. Yaş Hatırası, Eski Maliye Bakanı Kaya Erdem: “Emin Çölaşan’a kırgın değilim…”






Eski Maliye Bakanı Kaya Erdem’in 95. Yaş kutlamasına, bürokrasi temsilcileri, siyaset adamları, ABD’de yaşayan kızı ve torunları ile çok sayıda dostu katıldı. Bodrum’da, bir restoranda gerçekleşen kutlamada Erdem, “Yaş 95 olunca -artık kutlama yapmasak mı?- Diyorum, yoksa 100. Yıl kutlamasında mı tekrar buluşsak”  diye sorunca 40’ı aşkın davetli alkışlarla ve “iyi ki doğdun Kaya” şarkısıyla yanıt verdi. Kaya Erdem, pastasındaki tek mumu üfleyip, bıçakla keserken de konuklarına “Sizler de en az benim kadar, hatta 120’ye kadar filan yaşayın” dedi.




Deniz kıyısındaki kutlamanın davetlilerinden biri de bendim, dalgalar kıyıya vururken, genç bir muhabir olarak Kaya Erdem’i izlediğim yıllar bir bir aklımdan geçti. 12 Eylül 1980 Darbesi sonrasıydı, Süleyman Demirel’in deyimiyle “70 cente muhtaç” durumdaki Türk halkı, askeri hükümetin Başbakan Yardımcısı olarak atadığı Turgut Özal ile henüz tanışmış, IMF’nin şekillendirdiği “sıkı para politikası” ile dişini ve kemerini sıkmaya başlamıştı. Özal ekonominin direksiyonuna geçince  bürokrasiden ve Dünya Bankası yıllarından tanıdığı isimleri de yanına aldı, hedef, ekonomiyi sabit kur ve Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu cenderesinden çıkarıp, liberalleştirmekti. Özal, Avrupa’daki finans çevrelerine ve ABD’ye art arda ziyaretlerde bulunuyor, ekonomiye taze kaynak arayışını sürdürüyordu, finansörlerin, “borç verelim vermesine de, geri alacağımızın garantisi var mı?” Sorusuna, Özal, Nasreddin Hoca fıkrasıyla yanıt vermişti. Hani Hoca borç istediği komşusundan “nasıl ödeyeceksin?” sorusu gelince, “merada güttüğü koyunların çitlerden geçerken tellere takılacak yünlerini satarak borçları geri ödeme” taahhüdünde bulunur ya… O fıkrayı anlatıyordu işte… Ama belli ki fıkra tutmuş, belki de dış finansörler “24 Ocak Kararlarının” (*)  ciddiyetle uygulanacağına inanmıştı…


İşte tam o sırada, yüzde 100’leri bulan enflasyonla mücadele eden Türkiye’de bir de “banker furyası” yaşandı.  “Bir masa bir kasa”dan ibaret bankerler, “ayda yüzde 10 faiz” vaadiyle halktan para toplamaya başladılar.  Kolay kazanç herkesin gözünü bir anda kör etmişti, her gün yüzlerce insan emekli ikramiyesini, sattığı evin, tarlanın parasını bu “Saadet Zinciri”ne yatırmaya başladı, ilkokul mezunu bile olmayan bu sözde! bankerlere devlet uzun süre ses çıkarmadıysa da kaçınılmaz son yakındaydı ve zincir koptu, bankerler art arda iflas bayrağını açtı. 


O günlere damgasını vuran haber Milliyet gazetesinde Maliye Bakanı Kaya Erdem’in, “Halkımız kumar oynamıştır” (**) manşetiydi ve Emin Çölaşan imzasını taşıyordu. Oysa aynı gün Erdem bana da demeç vermiş ve benzer bir anlatımla, “Halk parasını böylesine büyük bir riske atıyorsa biz ne yapalım?” Demişti ama “kumar”  sözcüğü benim haberimde yer almadığı için sadece Çölaşan’ın haberi ortalığı kasıp kavuruyordu.


Kaya Erdem’e, tam da 95. doğum gününü kutladığı akşam bu konuyu açmak belki hoş olmayacaktı ama kendimi tutamayıp sordum:


-Efendim, banker krizi ile ilgili Emin Çölaşan’ın haberine o günlerde epey kızmıştınız, o kızgınlığınız hala devam ediyor mu?


-Yok, yok, ben kırgınlıkları kızgınlıkları sürdüren bir insan değilim, geldi geçti, gerçi Çölaşan bana kumar lafını kendisi söyletmiş oldu ama…


Erdem bu kadarını söylemekle yetindi ama yanında oturan eski Maliye müsteşarı Ertuğrul Kumcuoğlu devamını getirdi:


-Bizim devlet olarak bu bankerler meselesinde, mevzuatta geç kaldığımız doğrudur, bu bizim hatamızdı, ancak dönem 12 Eylül dönemi, askeri hükümet var, biz bakanlar kurulunun dikkatine bu konuyu sık sık getiriyor ama bir türlü karar çıkarttırmıyoruz, o batış bundan kaynaklandı. 



Kaya Erdem’in doğum günü kutlaması neredeyse bir “kabine toplantısı” gibiydi, davetliler arasında eski Başbakan Mesut Yılmaz’ın eşi Berna Yılmaz’dan, eski bakanlar İmren Aykut, Lütfullah Kayalar, Şinasi Altıner’e, dönemin Toplu Konut İdaresi Başkanı Vahit Erdem’den Maliye Bakanlığı müsteşarı Ertuğrul Kumcuoğlu’na kadar pek çok isim yer alıyordu. Erdem’in ABD’de yerleşik kızı, torunları hatta torununun minik kızı Riva da kutlamadaydı. Erdem’in ABD’de yaşayan torunu Kaya Erdem bir ara bana, “Gazeteci olduğunuza göre, belki de büyükbabamla ilgili olumsuz yazılar da yazmışsınızdır” deyince, güldüm, “o yıllarda bugünkünden çok daha demokratik bir ortam vardı” demekle yetindim.


Kaya Erdem enerjisinden, hafızasından ve Türkiye meselelerine ilgisinden hiçbir şey kaybetmemiş biçimde herkesle ayrı ayrı sohbet ederek masaları dolaştı, bir ara 14 şeker fabrikasının kapatılması olayını değerlendirdi:


“Bundan büyük bir hata yapılamaz, o 14 fabrikayı satmaları o kadar önemli sorunlara yol açtı ki, sadece fabrika çalışanlarını değil, pancar ekicisini hatta pancar tarlaları hep nadasa bırakılır o yüzden halkın neredeyse tamamını da mağdur etti, yani bütün Türkiye kaybetti.” 



Gece boyu masalarda eski bürokrat ve siyasetçiler arasındaki  sohbetlerde hep “ekonomi” ile yaklaşan “mahalli seçimler” konuşuldu, genel izlenim “muhalefet toparlanamazsa İstanbul, İzmir bile kaybedilebilir” şeklindeydi, sohbetlerde İyi Parti  lideri Meral Akşener de bolca eleştiriliyordu.

Tayyip Erdoğan’ın A takımı, Mehmet Şimşek ve arkadaşlarının açıkladığı “orta vadeli ekonomi program” ise hiç gerçekçi bulunmamıştı. 


Tayyip Erdoğan tarafından “ısrarla davet edildiği” AKP’de bir dönem milletvekilliği yapan ancak aslında Turgut Özal’a yakınlığı ile bilinen ve ekonomide yıllarca önemli kararlara imza Vahit Erdem son sözü söyledi:


-Orta Vadeli Program böyle mi olur? Bir vaatler dizisine, hatta bir masala benziyor, -şunları şunları yapacağız- demekle yetinmişler, bütün bunların -ne şekilde, hangi yöntemlerle, hangi zaman dilimlerinde yapılacağı- ise açıklanan metinlerde tek satır olarak bile yer almamış…


 (*) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/24_Ocak_kararlar%C4%B1

 

(**) https://bennursunerel.blogspot.com/2021_04_24_archive.html


Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...