Ana içeriğe atla

Kayıtlar

60'ların Ankarası etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Acıbadem kurabiyesi

Namık Kemal Ortaokulu yıllarında okul çıkışlarında dadandığımız bir pastane vardı, bağıra çağıra tezgahın arkasında sıraya girerdik: - Amca bana bi sosisli, ama hardal koyma -Bi kaşarlı tost yapsana  amca -Amca şu poğaçayı verir misin? Benim isteğim hep aynıydı, “ amca bir acıbadem kurabiyesi !” O yıllarda annem birgün elimden tutup, “ gel seninle bir yere gideceğiz ” demiş, beni Maltepe’de, Gölbaşı Sinemasının bulunduğu Gölbaşı Apartmanına götürmüştü. Üst katlara çıktık, bir dairenin kapısını çaldık, epey bekledik, sonra beli bükülmüş, saçları bembeyaz olmuş bir ninecik açtı kapıyı, bizi içeri buyur etti: -Hoşgeldin kızım, içeri girin, bak çay ve şeker şurada, haydi güzel bir çay demle de içelim. Tek gözden ibaret odada yalnız yaşadığı anlaşılan sevimli ninecik, benim başımı okşayıp, koltuğuna oturdu. Annemle sohbetlerine kulak kabarttım: -Masume’ciğim Vedat hiç görünmedi bu aralar, sağ olasıca, geldiğinde de karşımda 10 dakika ya oturur ya oturmaz, ateş alır gibi ...

HAZİNE BULDUM!

İsmet Köker ’in yeni  kitabı elime geçtiğinde “ hazine bulmuş ” gibi oldum, hatta daha ötesinde duygular yaşadım. Kitabın adı “ Hazine ,” Andres Yayınları ndan bir kaç ay önce çıkmış, İsmet Köker bana ve eşime imzalı olarak göndermiş. “Bismillahirahmanirahim… ” sözüyle başlattığı ilk sayfada, İsmet Köker bu kitabı yazmayı 11yıldır kafasında kurguladığını ve geçen yılın Mayıs ayında, kendisi 95 yaşında iken ortaya çıkardığını anlatıyor, ve “ Allah bana, bir kula verebileceği bütün nimetleri verdi diye düşünüyorum ve buna şükrediyorum” diyor. Yalnız İsmet Köker ’in okurlarından bir isteği var: -Bu kitabı okumadan önce bir ricam olacak. Lütfen okumaya başlar başlamaz, kendi dillerinde bir adet Tevrat , bir adet İncil ve bir adet Kur’an-ı Kerim edinsinler… Tam koltuğuma yerleşmiş ve “ Hazine ”yi elime almışken bu cümleleri okuyunca kitabımı “ şimdilik ” başucuma koymaya ve Tevrat ile İncil ’i edindikten sonra okumaya karar verdim. Kur’an-ı Kerim ise tam da İsmet Köker ’in de...

Portre: Melih Gökçek

Melih Gökçe k  (Biz  İ 'sini kullanmayalım da   Emin Çölaşan, Metin Uca  meslektaşlarımıza olduğu gibi astronomik tazminatlara kurban gitmeyelim!) tam 3 dönemdir Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı ve şimdi 4. döneme talip. Bunu kendisi, “ Belediyecilik, yapılarak ögrenilen bir iş, okulu yok, 3 dönem bu işi yaptım, hala öğrendim diyemiyorum, bu yüzden bir döneme daha talibim ”  diye izah ediyor.  Aslında onu siz de çok iyi tanıyorsunuz,  “Kuğulu Parkı kuşa çevirme” , Türkiye'nin yüz akı “ Ortadoğu Teknik Üniversitesi arazisini yok etme”  gibi düşmanca! girişimlerine tanık oldunuz. Başkentin havasını,  sözde yardım için fakir fukaraya usulsüz dağıttığı kömürle nasıl  zehirlediğini , başkentlileri  Kızılırmak' tan şip şak getirtiverdiği arsenikli suya nasıl  mahkum ettiğine tanıklık ettiniz . Peki şöyle biraz daha geriye gidip, Gökçek son 3 dönemde başkan olarak Ankara'da neler denemiş? Neleri başarmış? Nelerde yanılmış? Bir ha...

HANIMELİ APARTMANI

Eskiden, çok eskiden hani, bizim çocukluk yıllarımızın sonbaharları nasıldı? Havaların soğumaya yüz tuttuğu günlerde bir kamyon ya da hatta bir at arabası dayanırdı küçük apartmanın önündeki dar sokağa. Kamyon damperini kaldırır, ya da at arabasından kürekle sokağa indiriliverirdi kömür. Gelen kok kömürü ise büyük olasılıkla, evin beyinin nüfus kağıdının arka sayfasındaki "1 tonluk alım izni" kullanılmış olurdu. Devlet memurlarına böyle bir hak tanınmıştı çünkü. Hanımeli Apartmanının kapıcısı İsmail Efendi ile kömürün geldiği 5 nolu dairede oturan Servet Bey, ellerinde birer kürek, sokağı kazıyarak kömürü en fazla bir saatte el arabasına yükleyip, arka bahçedeki kömürlüğe çekiverirlerdi. Asfalta sürtünüp duran küreklerin çıkardığı ses, sonbahar sokaklarının en akılda kalan efekti değil miydi? Bir de, okul çıkışı çantalarını bir kenara fırlatıp sokakta yakantop oynayan çocukların neşeli çığlıkları... Evin hanımı hala güneşli ama epeyce serinlemiş öğleden sonralarda, iki oda ...

Sekiz silindirli 66 Buick ve yaşamımızdan yitip gidenler

Kimdi o komşular? Nereye gittiler? Oğullarının ismi Gürbüz, kızlarınınki  Gülten  miydi? Karşımızdaki  Saadet Apartmanı nın sokağa bakan birinci katında otururlardı, evlerinin balkonunu çepeçevre saran mor salkımlı evde. Nisanda mı Mayısta mı açardı mor salkımlar? Ortalık nasıl bir yağlıboya resim şölenine dönüşürdü?  İlk taşındıklarında onlara “ mahalleye hoşgeldiniz ” demeye gitmiştik annemle.  Evin hanımı Gönül Teyze biz pırıl pırıl temizlenmiş, limon kolonyası kokan salonda misafir etmişti. Ev iki oda bir salondu, pardon salon salomanje ... Duvarda, Saatli Maarif Takvimi nin hemen yanında duran saatin sarkacıyla, uzayıp giden kurma zincirinin ucundaki siyah abanoz kozalaklar nasıl da hoşuma gitmişti. Yakınına gidip, ayaklarımın ucunda yükselerek incelemiştim saati:  “ Tik tak, tik tak... ” sesleri arasında yelkovan ilerliyordu, birden üstteki minik pencere açılmış ve mavi minik kuş çıkıp “ guguk guguk ” diye dört kez öterek saati...