Huzurlu bir yaz tatilinde “kitap okumak” gibisi yok, ne var ki benim kitap seçimlerim çoğu kez bağımsız olamıyor, kimi nedenlerle başkalarının taleplerine uymak zorunda kalıyorum.
-Peki, bundan şikayetçi miyim?
-Değilim, çünkü okumak başlı başına bir keyif
Fatma Aliye ilk romanını dönemin “kadınları haklarından mahrum bırakan” koşulları nedeniyle kendi ismiyle değil “Bir Kadın” rumuzuyla yayınlatmış, Udi romanı ise İkdam Gazetesinde 35 gün tefrika edildikten sonra kitap olarak 1899 yılında basılmış. Fatma Aliye’nin romanı dil ve kurgu açısından günümüzde “çağdışı” diye nitelendirilebilir ama doğrusu ben Udi’nin sayfalarında gezinirken Şam’daki sosyal yaşamı, roman kişileri arasındaki diyalogları ve betimlemeleri çok sevdim. İşte kitabın giriş cümlesi;
“-Mehtabın yansımasıyla parlak bir aynaya dönüşen havuza, yeşil-kızıl damarlı mermer şadırvandan sular dökülüyor, ayın ondördüncü gecesinin pırıltısı, elektrikle ışıklandırılan fıskiyelerden akan sularla ortalığı zarif bir şekilde aydınlatıyordu…”
O yıllarda Şam’da köleliğin devam ettiğini, evdeki temizlik işlerinde veya mutfakta çalışan kadınların, “ikinci sınıf” sayıldığını, erkeklerin “işret” (içki) ve “leylilik” (gece) alemlerine epey düşkün olduklarını, sadece müslüman kadınların değil, yahudi-hıristiyan tüm kadınların çarşaf giyerek dışarı çıkabildiklerini de romandan öğreniyoruz.
Fatma Aliye Hanımın “Arap Harfleriyle, Osmanlıca” kaleme aldığı romanı yeniden elden geçirip basıma hazırlayan Turkuvaz Yayınevi, orijinal metne sadık kalarak yeniden basmış ama günümüz Türkçesine çevirmeyip, metindeki Osmanlıca sözcüklerin anlamını her sayfanın altına yerleştirmiş. Udi’yi okurken bu durum insanı epey zorluyor, yazılanları kendiliğinden keyifli bir akış içinde okumak yerine ikide birde durup, alttaki sözlüğe bakmak zorunda kalıyorsunuz, kimi zaman alttaki sözlüklerin sayısının kimi sayfaların yarısını kapladığını söylersem, sıkıntıyı anlarsınız sanırım.
Uzunca bir süre ben de uda merak sarmış, epey de ilerletmiştim, o yüzden Bedia’nın ud tutkusunu, kusursuzluğa ulaşma çabasını, daha önce meşk usulü ile öğrenip mızrap vurduğu udu, İstanbul’a gelince nota üzerinden daha da ilerletme çabasını anlıyorum.
Fatma Aliye, romanında meşk ve aşk tutkusunu çok iyi anlatmış. Yüzbaşı Mail’in aşka düşüp bir türlü elinden kurtulamadığı, üstelik karısının elmas broşlarını, altın bileziklerini bile götürüp taktığı musevi metresi Helvila ile Bedia arasında geçen bir diyalog var ki, ancak bu kadar güzel kaleme alınabilir, kadının ekonomik bağımsızlığına ilişkin bir yergiyi de dolaylı olarak dile getiren o satırların hakkını teslim etmek gerekir:
“…Bedia acı bir tebessümle:
-Zavallı Helvila, seviyorsun öyle mi? Ah, tuhaf. Siz insan sever misiniz? Bir adamın zatına şahsına olunan muhabbet nedir onu bilir misiniz? Siz aşktan muhabbetten anlar mısınız?…Siz aşıklarınızı yalnız para ve mallarını alarak soymakla bırakmazsınız. Artık soyulacak paraları malları kalmayınca onları namus ve haysiyet denilen feizailden dahi tecrit edersiniz. Onları dolandırıcılığa, düzenbazlığa, sirkate kadar isal eylersiniz…
Helvila mosmor kesilerek:
-Oh sitti (kızkardeş) bu hakaret çoktur. Evet! Sizin daima bileğinizde taşıyıp herkesin tanıdığı bilezikleri kabul etmekle kabahat etmiş olduğumu anlıyorum.Lakin bence bu bileziklerin makbul olması bir tamah eseri olmayıp ancak kendisini sevdiğim bir adam tarafından verilmiş olmasındandır…Fakat bunların hepsi kazanmak, geçinmek, dul validemi, benim küçüklerim olan yetim kardeşlerimi beslemek için değil midir?
Bedia (ekşi yüzle):
-Oh! Bedbaht! Yalnız böyle mi geçinilir? Yalnız Böyle mi kazanılır? Bohçacılık da edilir, dikiş de dikilir, çamaşıra da gidilir…”
Dikkatimi çeken diğer bir konu ise neredeyse bir asır önce sosyal yaşamda müziğin çok ön planda oluşu, o kadar ki, Fatma Aliye Hanım, klasik Türk müziği makamlarını, usullerini oldukça iyi bilen roman kahramanlarına yer vermiş, Bedia’nın babası Nazmi Bey, romanda “rast makamı”nı şöyle anlatıyor:
-Kızım, iptida (bütün incelikleriyle) perde-i rasttan başlayıp dügah, segah, çargah, neva, hüseyni evc, gerdaniye basarak, muhayyere kadar çıkıp badehu (sonra) muhayyerden gerdaniye, acem-i hüseyni, neva, çargah, segah, dügah, rast, ırak, aşiran perdesiyle bir yegah açıp tekrar yegah, aşiran-ı ırak, rast, dügah açarak yine rastta karar eder…”
Bu satırları okurken, Türk Sanat Müziğinin okulu kabul edilen TRT’nin bir kaç yıl önce pop-star yarışmaları açtığını anımsayıp, “Acaba rast makamını bu kadar iyi anlatacak uzmanlar hala kurum bünyesinde kaldı mı?” Diye merak ettim doğrusu.
Bir başka konu ise, Şam’dan İstanbul’a taşınan Bedia’nın kendisini aldatan eşi Mail’den boşanmak (talak) istemesi ve bir avukat tutarak bunu başarması. Oysa ben Medeni Kanunun adının bile duyulmadığı o yıllarda Türkiye’de ilk boşanma talep edip bunu başaran kadının Halide edip olduğunu düşünüyordum…
Fatma Aliye Hanımı doğumundan 162 yıl sonra kendi satırları ile anmak hoş bir duygu, iyi ki yaşamış ve yazmış. Yalnız, eğer onun Udi romanını alıp okumak isterseniz, üzerinde Fatma Aliye Hanımın resmi bulunan 50 liralık banknot (**) yetmeyecek bunu da dikkatinize sunmak isterim…
(*) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Fatma_Aliye_Topuz