Bu Blogda Ara

seçimler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
seçimler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazar, Ocak 29, 2023

Con Ahmet’in Devr-i Daim Makinesi



 

 

 

Bugünlerin tartışma konusu, Anayasa’nın 101. Maddesi:

 

-Bir kimse kaç kez Cumhurbaşkanı seçilebilir?

 

Açıkça “İKİ KEZ” diyen bu maddeye öyle kulplar takıldı, niyetler eklendi, yapbozlar yapıldı, içeriği  öyle eğilip büküldü ki, ben pes ettim… Oysa bu pazar sabahı size kibarca soracaktım:

 

-Mahallenin çocuk parkında çocuklar uslu uslu eğlenir, salıncağa sırayla biri biner biri inerken, o civarın çakalı gelir, uslu uslu sıra bekleyen çocuklara tokadı basar, hepsini sağa sola itekleyip-tokatlayıp, lekeli-çamurlu giysileriyle salıncağa biner, sonra da  “ASLA İNMEM” diye tutturursa ne yapacaksınız? 

 

Bu soruya mahallenin muhtarı, bekçisi, zabıtası, komiseri, kalantorları, gecekondu sakini  bile yanıt verememişken ben de kim oluyorum değil mi? İşte bu “salıncak” örneği üzerinde aynen muhalefet liderlerimiz gibi kibar kibar kafa yorarken, aklıma bir soru daha geldi: 

 

-Yahu bu Cumhurbaşkanlığı işi CON Ahmet’in devir-i daim makinesi mi ki, salıncağa bir binen bir daha inmesin?  

 

Bu sorunun da içinden çıkamadım, o halde “Derdimi bari ummana pardon googıla dökeyim, belki teselli bulurum” dedim ve karşıma Cemil Biçer’in şu şahane yazısı çıktı, ben aradan çekiliyorum, siz bi okuyun bakalım, “salıncaktan inmemekte direnen mahallenin çakalına siz ne diyecek, içinden çıkılmaz bu işe sizler nasıl bir çare bulacaksınız?”  

 

“Efendim Con Ahmet lakaplı Ahmet Eryılmaz aslen Afyonkarahisar’ın Sandıklı ilçesinden olup genç yaşlarında Afyon’a yerleşmiş ve uzun yıllar boyunca orada saat tamirciliği ile iştigal etmiş Nasrettin hoca -Hazerfen çelebi kırması Anadolu habitatına özgü bir esnaf taifesine mensup ben-i Ademdir…Afyon çarşısındaki bedestandaki köhne ahşap dükkanında saat tamiratı yapardı. Son derece zeki ve sanatkar bir insandı. Harp dolayısıyla malzeme yoktu. Gerçi saat adedi de azdı o zamanlar fakat Con Ahmet usta bulunmayan bir malzemeyi adeta icat ederdi; küçük saatçi tornasında şemsiye telinden saatin direğini tornada yapar ve takardı. Ömrünün son yıllarında devri-daim makinesifikrine takıldı. Hatta bu makinenin icadı onda “fikr-i sabit” bir obsesif kompülsif bozukluk (OKB) haline dönüştü.

İlerleyen zamanlarda bu makineyi icat etmek için kısıtlı imkanları ile ve saatçi tornası yardımıyla yaptığı parçaları birbirine ekleyerek sonsuz enerji üreten bu devridaim makinesini yaptı.

Con Ahmet ustanın yaptığı bu makineyi 1926 yılında Cumhuriyet Gazetesinin yayınlaması ile bütün Türkiye duydu. Lakin içimize “mason ve siyonizm” virüsü girmiş dedik ya -her nedense bu virüs en çok sevdiği yer ise okumuş müderris beyinlerdir. Yobaz ve karanlık beyinleri hiç sevmez. Belki de bu virüsün tercihi yobaz ve karanlık kafalarda beyin olmayışı ile doğrudan ilişkilidir.

Üniversite yetkilileri bu makineyi yapmanın mümkün olmadığını; çünkü mekanik bir makineye verilen enerjinin zamanla sürekli sürtünme dolayısıyla kaybolacağını ve tek bir enerji ile bir makineyi devamlı çalıştırmanın mümkün olmadığını savundular ve İstanbul’da üniversitede halk huzurunda yapılan bir denemeyi bile ilgiyle takip etmediler.

Böyle bir aletin yapılması halinde Beyazıt Meydanı’nda kendilerini asacaklarını söylediler.

Bakın cumhuriyetçi zındıklarda ki kararlılığa… Ahhh ulan ah sultan vahudittin efendimizin devr-ü saltanatında olacaktı ki Beyazıt meydanında bu ziyonistleri eftal yurdu peşkürleri gibi sıra sıra asacaktık.

Daha sonrasında İtalyanlar Con Ahmet Usta’ya müracaat ederek O’nu İtalya’ya davet ettiler ve özel labaratuvarlarda bu makineyi daha modern ve hassas aletlerle yapmasını istediler. Patentine yüklüce bir para vereceklerini ısrarla belirtmelerine rağmen Con Ahmet Usta bunu kabul etmedi. “Bu makineyi müslüman bir ülkede yapamazsam balyoz ile parçalayıp yakarım” diyecek kadar da milli ve mukaddesatçı bir yüreğe sahipti. Allah nur gölünde yatırsın…

Con Ahmet ustanın sonsuz enerji üreten devir-daim makinasının esbab-ı mucibesinin özeti:
‘Saat nasıl zembereği boşalırken bir enerji meydana getirirse o enerji ile bir zembereği kurmak ve tekrar boşalan bir saat zembereği ile yeni bir zembereği kurarak ilk başlatılan bir hareketi devamlı bir hale getirme düşüncesi idi.’

Son derece zeki ve zanaatkar bir insan olan Ahmet Usta buluşunu çalıştırmayı başaramadı ama adının nesiller boyu sürmesini başardı.

Türk dilinde işe yaramayan böylesi fantini finton buluşlar için ‘’Con Ahmet’in Devir Daim Makinesi‘’ deyimi kullanılır oldu.

Küfür ve argo bir dilin özünü oluşturur ve başka kültürlerden etkilenmeme gibi de bir lengüistik özelliği vardır.

Con Ahmet’in bu durumunu tek bir cümle ile özetle deseler hiç düşünmeden,

“Osuruktan tayyare,
Selam söyleyin o yare…”

derim…

 

(*)https://www.kitaptansanattan.com/con-ahmetin-devir-daim-makinesi-cemil-bicer-yazdi/

 

Pazartesi, Nisan 18, 2022

Yalan politikacının ekmeği!






Gazeteciler Türkiye’de siyasetin fotoğrafını en iyi çekenler arasındadır. Onların sayfalara-ekranlara-sanal kayıtlara geçen izlenimlerine baktığınızda ülkede neler yaşandığını “şıp diye” çözersiniz.

-Yani neyi çözmüş oluruz?

-Neyi olacak, “yalanın politikacının ekmeği” olduğunu, seçim sürecinde verilen sözlerin laf olsun diye verildiğini, asla tutulmadığını ve bu durumun ülkenin kaderi olduğunu anlamış olursunuz.

-Sen bize niye şimdi karamsarlık aşılıyorsun? Hani her şey çok güzel  olacaktı?

-Olur belki ama fazla hayal kurma bence… Daha doğrusu, sana  Turgut Özal’ın 29. Ölüm yıldönümünde geçmişten bir olay nakledeyim, kendin karar ver…

—Özal’ın unuttuğu sözler—

28 Eylül 1986’da Türkiye ara seçimlere gitmişti... Seçim öncesinde, ANAP Genel Başkanı ve Başbakan Turgut Özal, seçim stratejisini “partisinin oyları belli bir oranın altına düşerse istifa edeceği” sloganıyla yürüttü... Enflasyon almış yürümüş, bürokrasi,  “prensler” saltanatıyla hallaç pamuğu gibi atılmıştı... Semra Özal’ın “papatyalar” skandalları da kötü gidişin bir başka fotoğrafıydı...

Derken seçimler yapıldı ve ANAP adeta eridi, tabii oy oranı da Özal’ın koyduğu çıtanın altına düştü...

Özal, bu konuları değerlendirmek üzere basın toplantısı düzenlemişti, ben de oradaydım... Toplantıya katılan, hayranlık duyduğum  iki duayen gazeteci, Cüneyt Arcayürek ve Uğur Mumcu sorularıyla Özal’ı köşeye sıkıştırsalar da Başbakan Nuh deyip Peygamber demiyor, “istifa ederim” sözünü çoktan unutmuş görünüyordu...

Toplantı çıkışında Cüneyt Arcayürek, Uğur Mumcu’ya Özal’ın ve kurmaylarının duyacağı şekilde seslendi:


-Yahu, ben bizim hanıma bunun onda biri kadar yalan söylesem, beni anında kapıya koyardı be!!!


Hepimiz kahkahalara boğulduk ama Özal ve kurmay cenahından hiç ses soluk çıkmadı... Dillerini yutmuşlardı sanki. 

Şimdi düşünüyorum da, nerde o gazetecilik? Devleşmiş gazeteciler? 

Ya politikacılar? Yalan politikacının ekmeği galiba... Şu yaklaşan seçimleri ve yeni yürürlüğe giren Seçim Yasası  etrafında dönen tartışmaları dikkate aldığımızda aklımıza başka ne gelebilir ki?

--Fotoğrafın öyküsü—

-İyi de yukardaki fotoğrafta hiç de kahkahalara boğulmuş görünmüyorsun, Özal’a ters ters bakıyorsun, onu bir anlat bakalım?

Turgut Özal Başbakan Yardımcısıydı, biz ekonomi muhabirleri için çok önemli bir kaynaktı, bir gün benim bir haberime kızdı (*) ve uzun süre ambargo yedim... O sırada Tercüman Gazetesindeydim. Almanya Temsilcimiz Fethi Akkoç kendisi için randevu almamı istedi. Başdanışmanı Mehmet Keçeciler aracılığı ile randevuyu kolayca alabildim, çünkü Özal için Almanya’da sesini “gurbetçilere” duyurmak önemliydi... 

Fakat makam odasına girdiğimizde Özal:

-Biz Nursun Erel’i davet etmemiştik 

demesin mi? 


İspermeçet mumu” haberimden kaynaklanan kızgınlığı demek hala geçmemişti...

Keçeciler ise çok sempatik bir insandı, dedi ki: 

(Konya Belediye Başkanlığı sırasında üstüne yapışan -takunyalı- lakabını es geçiyorum... Sorbonne’dan lisansüstü diplomasını, ezbere okuduğu Nazım Hikmet şiirlerini ve yurtiçi-yurtdışı gezilerde ‘devletin verdiği maaş bize yeter’ diyerek kesinlikle harcırah almadığını hatırlatayım


-Efendim Tercüman Gazetesi sözkonusu olunca ayrım yapmak istemedik. Nursun Hanımı severiz. 

İşte yukarıdaki resim o günden kalma... Ne kadar kızgın bakıyorum Özal’a değil mi?

-Ama o haberine kızmış olmasına rağmen seni kabul etmiş söyleşiye? Bu da onun demokratik bakış açısını ortaya koymaz mı?

-Evet, orada haklısın. Özal, gazetecilerle birlikte olmaktan asla kaçınmazdı. Olumlu olumsuz her konudaki sorulara açıktı, hatta en acımasız eleştirileri  yapan, trajikomik olayları kapakta abartılı karikatürleriyle ortaya koyan mizah dergilerini dikkatle takip eder, karikatürlerin orijinallerini ister, karikatüristlerle ahbaplık ederdi… Hatta o kadar komplekssiz bir adamdı ki, yaşamında sadece Teksas Tommiks okuduğunu bile itiraf etmekten kaçınmamıştı.

-Neyse ki şimdi bizi yönetenler kitap okuma ve yazma kültüründe çok ilerideler. Dostoyevski okuduklarını duyuyoruz kendi ağızlarından, ekonominin kitabını bile yazmışlar.





Perşembe, Mart 25, 2021

Araba devrildi!



Yaşadığımız ortamı ileride, (tabii salgın bizi es geçer de sağ kalırsak!)  nasıl anımsayacağız?


Tam bir zincire vurulma hali.


Hepimizin gözleri önünde yaşanan bir cinnet...


At izinin it izine karıştığı bir arena... Hangisi uyarsa... 


Kimileri “seçim kararı alınsın” diyor, ama unuttunuz mu? AKP hükümeti son girdiği seçimde allem edip kalem etmesine, her türü katakulliyi yapıp sonuçları değiştirme çabasına karşın 11 ili kaybetmedi mi? (*)


-Ayol seçimi kaybettin, çekilsene kenara?

-Yoooook, olmaaaaaaaz, benim sözlüğümde çekilmek yoktur!


Ve bir oyun sahneye konuldu, hepimiz seyirci koltuklarına zorla oturtulduk, şimdi bize dayatılan oyunu ağzımız bir karış açık, sadece! seyrediyoruz...


Ne mi oluyor?


-Oooooo ne olmuyor ki?


Acaba devleti bir aile kabul edersek, tarihimizde bu ailenin fertlerinin sille tokat birbirine düştüğü hiç görülmüş müydü? 


İşte yaşanan bu... Artık araba devrildi!


Devletin tepesinin muhalif belediyelere duyduğu kine bakın... 


Sadece muhalif belediyeler mi? Aydınlar, kadınlar, gençler, üretici, işçi... Daha sayayım mı? Hepimize her gün şırrraaaaaak diye bir tokat atılmıyor mu? 


-Yok yahu, o kadar da değil diyorsanız cevap verin:


-Kadınları koruyacak diye bel bağlanan İstanbul Sözleşmesi gecenin ikisinde fesih edilmedi mi?

-Yoldan çıkan freni patlak ekonomi kamyonunun direksiyonuna geçip son bir gayretle tekrar yola sokmaya çabalayan şoför kulağından tutulup bir anda fırlatılıp atılmadı mı?

-Türk çiftçisi binbir çabayla tarlasını sürüp, üreteyim, üç beşe kuruş kazanayım derken, rakip ülke ürünlerine ithalat kapıları ardına kadar açılıp, gümrükler sıfırlanmadı mı? Ata tohumlarına yasak getirilip, hibrit tohumun önü açılmadı mı? Şeker fabrikalarıı kapatılmadı mı? 

-Taksim’den ODTÜ’ye, Boğaziçi’ne, gençlerin özgürlük arayışına kanlı-kansız müdahalelerle set çekilmedi mi?

-İşçi memur, uyduruk hesaplarla enflasyona yenik düşürülen ücretlere mahkum edilmedi mi?

-Ucube diye kırılıp atılan heykelle sanata, yasak getirilen karikatürle mizaha, sahneden kovdurulan aktörle tiyatroya, yasaklatılan kitapla yazara şaire karşı durulmadı mı?


Herkes sussun, ilmini kültürünü Pardayanlar’lardan, Hardy Dö Pasavan’dan  alan Sedat Peker gibiler,  ya da  Ayasofya’nın eski  İmamı ve şürekası  konuşsun, cahil, karanlık tarikatçılar fetva versin... Faizden, kadın haklarına, Anayasadan, kısırlığa kadar her konuyu bilen bu gibiler sözcülüğünde  ortaçağa dönmek isteyenlerin sesi duyulsun. İmam Hatipliler vefa borcu olarak askeri okullardan borsaya, aslında uzmanlık gerektiren her kadroya tıklım tıklım yerleştirilsin. 


Ha, belediyeler diyorduk...


Kullandıkları yöntem şu: “Seçilmiş yöneticiler nasıl başarısız kılınabilir?”


Komplolar kurulup, her gün yasaya, geleneğe, demokrasi ilkelerine, mantığa aykırı bir yöntem icat edilip, kayyım atamaktan tutun, sözde “mazbut vakıf” diye tarihin tozlarına karışmış bir kavramı yeniden keşfedip, yüzlerce değerli araziye, binaya el koyma, belediye meclisi görüşmelerini goygoycular aracılığı ile tıkama, yargıya giden başvuruları her türlü oyunu deneyerek boşa çıkartma yoluyla yaptıkları sayfalara sığmaz... (**)


Sadece yerel yönetimler değil, devletin tüm kurumları muhasara altında...


Devletin tepe noktalarına yerleştirilen, kimileri geçmişte yolsuzluk soruşturması geçirmiş yöneticiler eliyle milletin parası her vurulup harman savruluyor.


Sadece şu soruya cevap verir misiniz?


-Büyük önder tarafından halka miras bırakılan  Atatürk Orman Çiftçiliği arazisine yapılan dev külliye için bütçe ödeneği ne zaman ayrılmış? Kaç paraya çıkması öngörülmüş? Hangi ihaleyle o şirkete verilmişti?


Eh, bu durumda Yargıtay Onursal Savcısı Sabih Kanadoğlu’nun her fırsatta  söylediği şu söz doğru değil mi:


-Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete...



(*) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/%C4%B0stanbul%27da_Mart_2019_T%C3%BCrkiye_yerel_se%C3%A7imleri

Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...