Sabah yapılacak görüşmeler-toplantılar iptal oldu ama diğerleri çoktan sıraya girmiş:
Bir de tamire verilecek ceket vardı, unutulan telefonla birlikte alır, pür telaş çıkarsın… Ankara’nın gözünü seveyim, terzisi, tuhafiyecisi, pazarcısı hep tanıdık, bildik ve dost…
-Aloooo, Selçuuuuk, ceket getirsem bugüne yetiştirebilir misin? Kolları iki santim kısaltılacak
-Abla getir, yetiştiririm
-Ama park etmek zor senin orada?
-Dert etme ben yol kenarında durup alırım ceketi senden
-Aslansın ya Selçuk
-Abla yalnız bugün Cuma! Öğlene kalma, Tunalı’da trafik işlemez, millet sokaklara taşıyor namaz için… (Tunalı Hilmi Caddesi Ankara’nın göbeğindedir, ticaretin de kalbi orada atar)
Neyse, öğlene kalmadan ceket teslim edilir, sıra şimdi unutulan telefonda, istikamet Emek Mahallesi, basarsın gaza…
-Aloooo… Canım ben geldim, aşağıdayım telefonu getirdim
-Yukarı gelsene,kahve içelim
Telefon verildi, görev tamam.
Şimdi istikamet Farabi, pastane… Bereket yakınında park yeri var, şanslıyım, üstelik yazdan kalma pırıl pırıl güneşli bir gün… Açık havada bir çay söyler kitabın kapağını açarsın…Ohhh, sonunda günün kendime ait parçasındayım… Kurt Vonnegut’un unutulmaz “Mezbaha Beş”i yeniden elimde… Bir kaç ay önce Vonnegut yazım Cumhuriyet Kitap’ta kapak olmuştu, nasıl sevinmiştim…
Telefon çalıyor, Ayşegül Paris’ten görüntülü arıyor, kamerayı sokağa çeviriyorum, belki özlemiştir Ankara’yı… Görsün biraz aşina olduğu sokakları.
O anda bir araba duruyor, içinden Vahit Erdem iniyor, aramızda camekan olmasa selam vereceğim ama yetişemiyorum, bir binaya giriyor. Oysa ona ne çok şey sormak isterdim…
Birazdan Fatmagül Sevkuthan geliyor, Karşılıklı oturup, çaylarımızı yudumlarken derin sohbetlere dalıyoruz, yıllar önce aynı gazetede çalışmış, neler neler yaşamışız…
Ardından Cemiyete (Gazeteciler Cemiyeti) geçiyoruz, bahçede birlikte çalıştığımız meslektaşlarla sohbet, anı fotoğrafı filan derken ceket aklıma geliyor, Selçuk mesaj atmış “iş tamam” diye, Tunalı’dan alınması gerek, kalkıyor tekrar yola düşüyorum, neyse ki Tunalı’da trafik akıyor, namaz çoktan bitmiş, Selçuk (sağolsun) yolun karşısında bekliyor, ceket elinde… Alıp teşekkür ediyorum aaa, karşımda Ebru Cakmak;
-Haydi atla, yolda hoşbeş ederiz
Dereden tepeden konuşup gülüşüyoruz, iniyor arabadan, tuh, ne hoştu onunla sohbet…
Eve dönüş yolunda, kolej sapağındayım (TED İncek yerleşkesi);
-Aamannnnn, o ne trafik araç konvoyu bir kaç kilometre uzuyor… Okul dağılmış… Olsun, TC Yasemin Mıstıkoğlu nun podcastini açıp dinlerim… (*)
Eve mutlu dönüyorum, bir güne ne çok şey sığdı, üstelik “günün yarısı”benimdi…
(*) https://open.spotify.com/show/2t7b2mYYOAtujmAfmtHBKD?si=RattgBevRTy414Z8-Fo7Lw