Bu Blogda Ara

yasaklar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yasaklar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazartesi, Ağustos 19, 2024

Kara Kutu


 


 




Son zamanlarda tatsız tuzsuz işlerle uğraştım, arada keyifli anlar da oldu, ama genelde tatsızdı yaşananlar. Soruyorum size; 


-Türkiye’de gazetecinin normal yaşam sürdürmesi mümkün müdür?


-Yok canım, ne mümkün…


-Meclisteki kavgadan mı söz ediyorsun? 


Diye sormayın, o kadar çok tatsızlık yaşandı ki hangi birini sayayım? Ama eğer sizler, “Neyse ki, hepsi kayda geçti, ileride okuyanlar bugünlerde neler yaşadığımızı görecekler, belki bazıları kendilerinden utanır” diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.


-Neden mi? Türkiyenin toplumsal hafızası bir bir yok ediliyor da ondan.



Örneğin, beyefendinin oğlunun şirketinin vergi kaçırdığından tutun, arkadaşlarının usulsüz aldıkları ihalelere, eski avukatının karıştığı olaylara kadar “cısss” dedirten haberlerin tamamı, taciz ettikleri genç kızın intiharından sorumlu olsalar da iyi halden yırtan tecavüzcüler, rüşvetçiler, kara para yıkayarak milyarder olanların haberleri filan  “sulh ceza veya asliye ceza hakimliklerine yapılan başvurularla “tık” diye engelleniveriyor. Bununla da kalmıyorlar geriye dönük linkleri sildiriyorlar, onunla da yetinmeyip sildirilen linklerin haberlerini yayından kaldırtıyorlar. 


Aaa, bir de bakıyorsunuz ki ucu zülfü-ü yare dokunan tüm haberler yok edilmiş, ortalık pir-ü pak. Hatta Soma faciası sırasında beyefendinin danışmanından (Almanya’ya ataşe oldu)  tekme yiyen madenci yakını vardı ya, onun yediği tekmenin haberleri ve fotoğrafları  tümden sildirilmişti de adamcağız tekmeyi yediği ile kalmıştı, hatta tekmeci danışman gidip bir de adli tabipten “iş göremez” raporu alıvermişti. 




Onun için ben size söyleyeyim, o gün mecliste yaşanan sille tokat olayının haberleri de benzer şekilde toplumsal hafızadan silinir gider…Bence bu konuya herkesin eğilmesi gerekir, İfade Özgürlüğü Derneğinin web sayfasına (***) Prof. Yaman Akdeniz’in paylaşımlarına bakarak  aydınlanmak mümkün. (****)


İşte ben de “ateş olayım da cürmüm kadar yer yaksam yeter” diye düşünerek sosyal medyalarda, görev yaptığım bilumum derneklerde, cemiyetlerde  “bu işe bir çare bulalım” diye uzun süredir  çaba gösterdim, dedim ki:


-Arkadaşlar gelin bir Kara Kutu oluşturalım. Bütün bu silinen haberlerin metinlerini, fotoğraflarını, videolarını bu pasif kara kutuda saklayalım. İlerleyen zamanda keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner açar bakarız, -memlekette neler olduydu- diye… Biz bakamasak bile bizden sonrakiler bakar. Türkiye’nin siyasal tarihi tevatüre değil gerçeklere dayandırılarak kayda geçirilir.


Ne yazık ki, bu pasif tutulacak kara kutu işini, bizimkilere ısrarla anlatınca aldığım yanıt, “yahu o dediğin zor iş, kadro lazım, para lazım, kim yapacak?” Sorusundan ibaret kaldı. Bunun üzerine bir ara  bu konuyu bol keseden fonlar dağıtan Avrupa Birliğinden bir yetkiliye de aktarmıştım da demişti ki:


-Çok iyi fikir ama bunu uluorta söylememek gerekir, o dediğiniz haberleri yasaklatanların uzun eli oraya da erişir, pasif filan dinlemez, onu da yok ediverirler valla…


Eskiden Türkiye’de yayınlanan tüm gazeteler, hatta kitaplar, her türlü basılı yayının Milli Kütüphaneye belli sayılarda gönderilmesi zorunluydu, böylece ortadan kaldırılması imkansız bir basılı yayınlar arşivi oluşturuluyordu ama internet çıktı adeta mertlik bozuldu, bu yayınların saklanması, arşivlenmesi gibi bir mecburiyet artık yok.işte örneği., basın tarihine damga vuran Radikal gazetesinin yayını durdurulunca arşivleri de çöpe gitmedi mi?


-E, peki bu işe kimse bakmıyor mu? Seyirci mi kalınıyor?


Diye soruyorsanız, geçenlerde yaşadığımız olayı hatırlayın, Anayasa Mahkemesinin X’deki paylaşımı silinmişti, web sitesine de gün boyu erişememiştik değil mi? Gerçi o konu da kapandı gitti, üstelik bu “izaha muhtaç” olayın sebebi de açıklanmadı ama aslında bu durum da “şak” diye yasaklanan haberlerle ilgiliydi, yüksek yargıçlar, AKP yönetimine, “Uygulamayı kararname ile yapmayın dedik, yasa çıkarın dedik, hala yapamadınız…” diye seslenecek oldular, birden sesleri kesildi… (**)


Peki bu yasaklanan haberlerle uğraşması gereken gazeteci örgütleri sizce ne yapıyor? Yeterli tepkiyi gösterebiliyor mu? Yoksa elleri armut mu topluyor?

Sıkı durun, sakın şaşırmayın, içlerinde “haber yasaklatanlar bile var” desem inanır mısınız? Yoksa, “şaka yapıyorsun herhalde” mi dersiniz? Üstelik  mahkemeye bile gitmeden, dostlarına rica ederek bu işi kotardıkları bile oluyormuş.


Valla ben bilmem, siz kendiniz karar verin: İşte yayından kaldırdıkları haberlere dair bir örnek: Tıkladığınızda karşınıza çıkan şu:




Haber ne miydi? Valla aramızda kalsın, size hala o haberi yayından kaldırmamış olan bir sitenin adresini vereceğim… Şşşşşt! sessiz olun, kulaklarına giderse, onu da yasaklatırlar ona göre:


https://www.medyaspot.com/haber/Ankara-Gazeteciler-Cemiyeti-nde-%C3%87atlak/253738


(*)https://www.diken.com.tr/unutulmaz-ne-soma-ne-de-o-tekme/

(**)https://www.bbc.com/turkce/articles/c3g3g7g583lo.amp

(***) https://ifade.org.tr/

(****) https://medyascope.tv/2024/01/17/rusen-cakirin-konugu-yaman-akdeniz-tum-yonleriyle-turkiyede-dijital-sansur/







 














 








Cumartesi, Ekim 21, 2023

Günümüzde gazetecilik





Gazetecilik mesleğinde öyle aşamalardan geçtik ki… İçerikle ilgili atmosferi  13 sözcük, 2 rakamla özetlesem  ne dersiniz? 

-12 Eylül koşulları, siyasi yasaklar, kontrollü seçimler, 28 Şubat dönemi, AKP’nin bitmek tükenmek bilmeyen iktidarı… 

E, bunlar işin “neler oldu?” Faslı… Bir de “nasıl bildirdik?” Sorusu var… Daktilo ile başladık, fax çıktı diye sevindik, 14 kiloluk kameralarla görüntülendik,  bugünlere geldik… 

-Peki sonrası?

Diye soruyorsanız, ve de üşenmezseniz, bir doktora tezi için bana yöneltilen soruları yanıtladım, bakıverin derim…

Gazetecilik dijital kuşatma altında. Farklı üretim araçlarının yanında tüketim kanalları da değişiyor. Bu durum gazetecinin ve gazeteciliğin geleceğini nasıl etkiledi/etkileyecek?

 

Alvin Toffler’in deyimiyle “3.Dalga”nın vurmasıyla, teknolojik devrimi yaşadık ve içinde bulunduğumuz yeni uygarlık, bizi artık her sabah büfelerde satılan gazeteleri satın almak yerine oturduğumuz koltukta, kucağımızdaki bilgisayar ya da elimizdeki telefonla dijital gazete okuru yaptı. Aslında ben  kuşatma” sözcüğünü uygun bulmuyorum, teknolojide kaydedilen gelişmelerin gazeteciliği de kaçınılmaz olarak yeni bir şekle soktuğunu düşünüyorum. 17. Yüzyılda ilk sayfalarını topluma sunan geleneksel gazeteler ve geleneksel gazetecilik artık devrini tamamladı, habercilik şimdi yepyeni bir kulvarda, üstelik de ışık  hızıyla ilerlemek durumunda. Bu kulvarda tökezleyen geleneksel gazeteler için kaçınılmaz son, yani “tükeniş” çok yakın. O kadar ki, hem dünyada hem de Türkiye’de bütün geleneksel kuruluşlarda kadrolar daraltılıyor ve istihdam kapıları ancak teknolojiyi bilenlere açılıyor. Dolayısıyla geleneksel gazetecilik öğretilerinin yerini dijitali kucaklayan, yeni öğretileri ve becerileri kazandıran müfredat programlarının alması gerektiğini düşünüyorum. Yani  yeni nesil gazeteciler için, artık iyi Türkçe okur-yazarı olmak, 5 N 1 K’yı haber girişinde düzgün biçimde verebilmek, haber metnini ters piramit ya da piramit yöntemiyle ortaya net biçimde koyabilmek, öyküsel anlatım diline hakim olmak gibi özellikler çok önem taşımıyor, habere konu olan ögeleri,  dijital mecraya kusursuz ve çekici biçimde taşımak, fotoğrafları-görüntüleri cazip hale getirebilmek için geliştirilen özel programları bilmek, algoritmalardan haberdar olup, haberi üst sıralara taşıyacak anahtar sözcükleri bulabilmek, yapay zeka, SEO gazeteciliği, robot gazetecilik gibi unsurları habercilikte kullanabilme gibi yetilere sahip olmak da gerekiyor. 

 

Aynı durum okur için de geçerli.

 

Okur için geleneksel gazete o günün tarihini taşısa bile  artık donuk, geride kalmış, günceli kucaklamayan bir kağıt parçası niteliğinde. Sabah o gazeteyi açmış, satır satır okumuş olsa bile gündemle ilgili fikir sahibi olabilir ama bilgisi artık yetersizdir, çünkü anlık değişimler için dijital mecraları takip etmek zorundadır. 

 

Haber üretiminde yaşanan değişimlerin gazetecilik pratiği üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu gazeteciliğin avantajı mı yoksa dezavantajı mı oldu?

 

Gazetecilik pratiği için gereken altyapı hala gereken bir altyapı. Yani olayları, gelişmeleri sorgulama, analiz etme, okunası bir teknikle düzgün bir dil (ister yazılı ister görsel, isterse işitsel mecrada olsun) kullanarak habere dönüştürme gibi özelliklerden söz ediyorum. Bu özellikleri besleyen pek çok ayrı unsuru saymıyorum ama iyi bir gazeteci olabilmenin temel unsurlarının var olması gerektiğini dile getiriyorum. Dolayısıyla bu özellikleri “olmazsa olmaz” kabul edeceğiz. Ama günümüzde gazeteciliğin  dijital dönüşümünde bu özellikler artık ne yazık ki çok az şey ifade ediyor. İlk sorunuza verdiğim yanıttaki gibi ek özelliklerin de gazetecide mutlaka bulunması gerekiyor. 

 

Dijitalleşmenin getirdiği ortam haber üzerinde editörün varlığını nasıl etkiliyor? Gazeteci haber merkezine bağlı kalmaktan kurtuldu mu?

 

Günümüzde uzaktan çalışma koşulları o kadar iyileşti ki, belli düzeydeki, yetişmiş, başarısını kanıtlamış gazeteciler açısından “büroya gitme” koşulu, ya da “stüdyoda olma” gerekliliği kalmadı. İlk iki soruya yanıt olarak söylediğim altyapı koşullarını taşıyan bir gazeteci, her durumda editöre ihtiyaç duymadan haberini hazırlayıp, seçtiği her mecrada yayınlayabilir. Canlı yayınlar görsel habercilik açısından bu durumun önemli bir örneğidir. Dijital mecrada yayınlanacak haberleri konuştuğumuz taktirde ise editörün varlığı halen bir gereklilik. Haberin sayfada ne şekilde yer alacağı, hangi cazip başlıkla sunulacağı, fotoğraf-görüntü-link desteğinin ne şekilde sağlanacağı gibi unsurlar açısından editör hala kilit isimdir. 

 

Tüketicinin habere yüklediği anlam dijitalleşme ile birlikte değişti mi? Yeni bir tüketici profilinin varlığından bahsedebilir miyiz?

 

Tabii ki çok değişti, hem de pek çok açıdan… Örneğin okuyucu artık pasif bir birey değil, dijital yayınları proaktif biçimde takip eden bir okurdur, gerektiğinde mesajlar yoluyla beğenisini ya da eleştirisini sunar, yanlışlığa dikkat çeker, hatta işin doğrusu neyse bildiklerini bile dile getirebilir.  Eskiden diyelim ki sadece Hürriyet ya da Cumhuriyet Gazetesinin okuru, ya da TRT veya herhangi bir kanalın izleyicisi  olarak gelişmelerden haberdar olan birey artık sınırsız-hiper medyanın nimetlerinden yararlanabilmektedir. Üstelik dijital dünyada sadece metinler değildir karşısında duran. Ses, görüntü, rakamsal veriler gibi sonsuz kaynaklarla da karşı karşıyadır. İstediğini seçer, mecradan mecraya atlar, arşivlere girer, geçmişi irdeler, bugüne döner, dolayısıyla edinmek istediği bilgi açısından önünde uçsuz bucaksız bir dünya vardır. 

Üstelik dijital mecraların karşısındaki bu profil yaş, cinsiyet, yaşadığı yöre, eğitim, kültür düzeyi ve ekonomik durumu açısından da değişiklik göstermektedir, hatta bu değişiklik sabah, öğlen, akşam, gece gibi saatlere göre de farklılaşan bir profildir.    

Yalnız, sanırım dijital mecrayı genel olarak en aktif kullanan profil gençlerdir demek yanlış olmaz. 

 

Dijitalleşme haber üretimi ile birlikte yayılmasına nasıl etki etti? Burada haber tüketicisinin haberle olan tutumu nasıl şekilleniyor? 

 

Dijitalleşme haber üretimini ve yayılımını son derece kolaylaştırdı ve hızlandırdı. Geleneksel medyada diyelim ki bir gazetede muhabirin olay yerinde bilgi toplayıp, merkeze dönmesi, haberi yazması, editöre düzeltme için göndermesi, düzeltilen haberin dizgiye gönderilip, matbaaya aktarılması, haberin sayfada yer bulup basılması, gazetenin dağıtıma-satışa çıkması şeklindeki zincir artık yoktur, bir kaç tıkla haber dijital sayfada yerini alıp okurun tüketimine anında sunulmaktadır.  Üstelik haberin konu edindiği olay ne ise, o olayla ilgili gelişmeler de dakikalar içinde dijital sayfaya metin-fotoğraf ya da görüntü olarak eklenmekte, yani olayla ilgili gelişmeler statik bırakılmamakta, sürekli güncellenmektedir. .

 

Evet, böylece haberin dijital mecrada, bir başka deyimle yeni medyada yer alışı ve yayılımı olağanüstü hız kazanmıştır ama şunu da unutmamak gerekir… Yeni medyanın dijital altyapısına ilişkin ileri teknikler hala ileri batı ülkeleri kaynaklı… Dolayısıyla  teknolojik olarak geri durumdaki ülkeler, ithal ettikleri bu teknoloji nedeniyle kültürel emperyalizmin de kurbanı oluyor. Hatta yeni medya aracılığı ile az gelişmiş ülkeler algoritmik manipülasyona bile uğratılıyor. O kadar ki, yapay zeka algoritmaları kullanılarak yeni medyadaki her türlü verinin kontrolü bile sağlanabiliyor. 

 

Yani haberin tüketicisi burada “kurban” durumuna bile düşürülebiliyor, bir takım şartlandırmalara uğratılıp, değer yargıları bile değiştirilebiliyor. Bu nedenle medya okuryazarlığının geliştirilmesi bence bütün toplumlarda ön plana çıkmalı, ilkokullardan başlanarak bu bilinç yerleştirilmeli. 

 

Haber okur/izleyici dijitalleşme ile birlikte kendi haber alma tercihini belirleyebiliyor mu? Daha çok hangi mecradan haber takibi yaptığını düşünüyorsunuz?

 

Bu noktada sanırım kişinin “abonelikleri” ya da “seçimleri”hatta “inançları” ve “cinsiyeti” bile etkili oluyor. Ayrıca dijital mecralar, kullandıkları algoritmalar ve “kilit sözcükler” yoluyla hangi kesimi okur yapmak istiyorlarsa onları etkileyip kendi sayfalarına yönlendirebiliyorlar. Kişilerin ideolojik tercihlerini de yabana atmamak gerektiğini düşünüyorum. 

Gördüğümüz kadarıyla son yıllarda internet yoluyla gazete okuyanların çok büyük bir bölümü sosyal medyaya da odaklanmış durumda, özellikle Facebook veya Twitter gibi mecraların büyük oranda tercih edildiğine dair araştırmalar var. (Pew Center’in 2011 yılında yaptığı bir araştırma internet kullanıcılarının yüzde 11’inin Facebook ve Twitter’dan haber okuduğunu ortaya koymuş.)

 

 

Haber tüketimindeki farklılıklar toplumda sosyo-kültürel ayrımın bir göstergesi midir? Neden?

 

Tabii ki. Örnek vermek gerekirse Cumhuriyet Gazetesi okurunun genelde Posta gazetesi okuruna oranla çok daha iyi eğitimli olduğu bilinen bir gerçek. Aynı şekilde Telegram-Tik-Tok tüketicileri arasında da entellektüel düzey ayrımı var. Dijital teknolojinin Türkiye’ye ileri batı ülkelerinden yıllar sonra gelmiş oluşu da etkili. Türk okuru, dijital medya okuryazarlığını öğrenmekte geç kaldı. Bu konuda gençlerin bilgi-becerisinin çok daha yüksek olduğunu söylememe sanırım gerek yok…

Şu anda ortaöğretimde özellikle dar gelirli ailelerin çocuklarına bile yeterli bilgisayar bulunamazken, ailelerin yetişkinlerinin dijital medya okuru olmalarını, en azından bu konuda yeterli bilince sahip olmalarını beklemek de biraz hayalcilik olur sanırım. Yani sadece sosyolojik-kültürel değil, ekonomik yeterlilik açısından da bireyin habere yaklaşımı değişkenlik arz ediyor.

 

 https://www.pewresearch.org/journalism/pj_2022-06-14_journalist-survey_0-07/


Pazar, Mayıs 16, 2021

Oh be, mapuslukta son gün!


Günlerdir dört duvar arasında mapustayız, pandemi yüzünden “istisnai meslek sahipleri” dışında herkes evinde hapis... Neyse ki bugün kapanmanın son günü, yoksa durumumuz  aynen şarkıdaki gibi:

-Oynatmaya az kaldı, doktorum nerde?

Boğazımız sıkılıyormuş,  göğsümüze biri oturmuş da kalkmıyormuş gibi karanlıkta, bir kabusun içindeyiz de bir türlü uyanamıyoruz sanki...   

Hapistekileri bir kez daha ve çok iyi anladım. Hele bir de çoğunun “gözünün üstünde kaşın var!” Denilerek içeri atıldıklarını düşünürsek... 

-Ne yani? Yalan mı? Aksi taktirde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ne diye bunca kararında başvuru sahiplerini haklı bulsun? TC makamlarını mahkum etsin? Demirtaş’ı, Kavala’yı serbest bırakın diye ısrarcı olsun? Türkiye neden AHİM’de düşünce ve ifade özgürlüğü  ihlallerinde, Rusya’dan bile fazla mahkum edilerek rekor kırsın? (*)

Vallahi abartmıyorum, eğer yarın yasakların son günü olmasa çıldırmak işten bile değil.

Nasıl mı atlatmaya çalıştık?

Evde oyalanmak için herkes yeni yeni meşguliyetler icat etme çabasına girdi. Mesela bir gün baktım, bizim Mehmet almış eline makineyi, makası, babasına saç traşı yapıyor, ben de devreye girdim:

-Ne veriiim abime, çay mı kahve mi?

Yok yok, içimden kızdım aslında, “şimdi yerlere saçılan  saç sakal kırıntılarını kim temizleyecek? Ben oraları daha yeni süpürmüştüm!” Diye söylenerek.

Tabii ki mutfak bir numaralı çekim alanı...

-Bugün ne yiyeceğiz?

-Ne biliiiiim,  bıktık aynı şeylerden, acaba  pizza mı yapsak?

Hemen aç sanal yemek tariflerini... Aman o ne güzel manzara, İrlanda’da yeşillikler içindeki bir tepede adam pizzanın hamurunu hazırlamış, demir tavaya yaymış, şimdi de sos için gerekenleri sıralıyor:

-Önce 5-6 domatesi rendeleyeceğiz... Sonra 2 baş sarımsak dövülüp domates rendesine  karıştırılacak...

-Tuh yahu, bütün sarımsakları geçen gün  Şıveydiz (**)  yapalım dedik de tüketmedik mi?

-Neyse sarımsak da varsın bizim pizzada eksik olsun

İrlandalı, tarife devam ediyor,  peynirsiz pizza olmaz tabii ama, “yarım kilo mozzarella” dediğinde bizde şartel atıyor:

-Yahu mozzarella yok ki evde, şimdi nereden bulacağız bu yasaklarda? Zincir marketler hafta sonu kapalı, mahalle bakkalında mozzarella bulunmaz ki... Boşverelim biz pizzamızı Türk Usulü yapalım. Dil peyniri vardı şu kasede, sucuk da dilimleriz...

-Nursuuuuun, boşver şimdi pizzayı çabuk gel burayaaaaaaa

-Ne o yahu? Acil durum mu var?

-Yok yok, Sedat Peker’in dördüncü videosu çıkmış, koş yetiş, seyredelim...

-Aaaaaaa, ayol neler diyor bu adam? Bir zamanlar pek makbul kişiydi de hayret ediyorduk korumalarla dolaşmasına? Ne demek yahu 5 ton kokain gelecekmiş Mersin Limanına? Bunların kaydı kuydu yok mu? Kimmiş bu malın sahibi acaba? Herhalde yetkililer bi açıklama yapar...

Sahiden de, biraz sonra devletin tepesinden açıklamalar gelir, en üst yetkili, “eğer bunlar ispat edilirse, idama razıyım!” Diye yazılı açıklama yapar.

-Hahaha... İdam kaldı mı ki? Özal mı demişti bir zamanlar, “yengemin şeyi olsa, amcam olurdu” diye... Böyle resmi açıklama mı olur yahu? Vallahi şu kaybolan Damat Beyin dediği gibi, “at izi it izine karışmış” memlekette...

-Ayol meğer Sedat Peker kendini Hardy dö Pasavan’la eş tutmuş ha? Baksana Pardayanları daha sakalı bitmeden okumuşmuş...

-O ne yahu, “Oxford vardı da okumadık mı?” Lafı yerine, “Shakespeare okuyamadık, Pardayanlardan esinlendik” der gibi...

İşte, bizler ikibinyirmibir yılının güzelim mayıs ayının tam onbeş gününü dört duvar arasında bu oyalanmalar-debelenmelerle geçiriyoruz, merak ettim, sizde durum farklı mı? En çok özendiklerim de yasakları sahillerde geçirenler.  Ayyy ne güzel, sabah erkenden bir yürüyüş yapar, sonra terin soğumadan kendini serin sulara bırakırsın... 

-A, sen gerçekten oynattın galiba. Ayol denize girmek sadece turistlerin hakkı, Türk vatandaşlarına yasak, bunu  bilmiyor musun? Yoksa sen bizi, birisiyle karıştırıp  dörtyüz arabalık konvoyla Okluk Koyundaki saraya pardon, yazlığa geldik de çoluk çocuk, torun torba, eş dost denizlerde kulaç atıp keyif yapıyoruz mu sandın? Pes vallahi...

-Evet pes vallahi... Oynatmaya az kaldı, doktorum nerdeeeeeee?

 (*) https://www.amerikaninsesi.com/a/aihme-basvuru-sampiyonu-rusya-ve-turkiye/5755024.html


(**) https://www.hurriyet.com.tr/lezizz/siveydiz-yemegi-tarifi-41178427





2023 YILINDA BASIN SEKTÖRÜ

  Türk Basını , 2023 yılı boyunca  usulsüzlük ve yolsuzluk haberlerini büyüteç altına almakla birlikte, çoğu kez bu haberlere yayın yasağı g...