Henry James ’in, “Bir Kadının Portresi” (*) romanı uzunca bir süredir elimde, araya başka kitaplar girse de, “yüzelli yıl” önce kaleme alınan kitabı adeta içinde yaşarcasına okuyarak, notlar alıyor, o yıllardaki yaşam ve genel kabuller üzerinde düşünüyorum. Kitap, ele alındığında hissedilen fiziksel ağırlığı ve altıyüz küsur sayfalık kapsamı ile ilk bakışta insanı ürkütse de, aslında keyifle okunuyor. Sayfaları çevirdikçe, o yıllardaki Avrupa’nın, Paris, Roma, Floransa, Londra’sı, hatta İsviçre’sinin güzelliklerine tanık oluyor, oralarda onca yıl önce yaşam sürdüren seçkinlerin yaşama bakış açısını, meraklarını, alışkanlıklarını gözlemliyorsunuz. Henry James yıllar içinde derinliğine incelediği müzeleri, ressamları, heykeltraşlarıyla bizimle paylaşmaktan da geri durmuyor. Varlıklı bir aileden gelen Henry James, babasının yönlendirmesi ile gençliğinde Avrupa’yı baştan başa gezmiş, ABD’ye dönüşte Harvard’a kaydolmuş ama bir yıl sonra bırakmış, aklı fikri sade...
Mürekkep kokan sayfalarda şimdilerde bize yer yokmuş, eh, ne yapalım? Açılsın bari hayali sayfalar... Oysa onlara yazmak tıpkı suya yazmak gibidir. Kayboluverir gider.