Bu Blogda Ara

Can Pulak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Can Pulak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi, Ekim 12, 2024

Kongre tufanı (3) Can Pulak’la şampanyalı kutlama




Dostlukların son günü…


Cemiyet bünyesinde gördüğüm ve denetim kurulunun  nedense!  “yok saydığı” bazı usulsüzlükler nedeniyle yürüttüğüm işlerden geçen yıl istifa etmiştim, ayrıca bu ciddi sorunlara duyarsız kaldığı için Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin’e mektup yazarak Selim İleri’nin “Dostlukların Son Günü” kitabını anımsatmış, böylece onunla olan 40 yıllık dostluğumuzun benim açımdan sona erdiğini de ifade etmiştim.


Ertesi gün bir konu için Cemiyete uğramam gerekti, baktım oturduğu koltukta Selim İleri’nin kitabı elinde, sordum:


-Gereksiz olmuş o kitabı almanız, konuşmak daha iyi bir yöntem değil miydi?

-Neden gereksiz olsun? Sen Cumhuriyet Kitap ekinde onca insana kitap tavsiye ediyorsun, bana da özellikle birini tavsiye etmişsin, neden alıp okumayayım?


Kitabı gerçekten okudu mu bilmem ama dostluk benim için gerçekten o gün bitmişti.


O sayfa kapandı, şimdi gelelim cemiyette yeni açılan sayfaya… Cemiyetin 1688  Bin Altı Yüz Seksen Sekiz üyesi bence şu soruları kendine sormalı:


——Oyların gerekçeleri—-




-Yahu bunca yıldır içimizden bir kişi bile Nazmi Bilgin karşısına başkan adayı olarak çıkmadı, çıkamadı, çıkartılmadı. Bu Osmanlı’da yaşanan Kaht-ı Rical-Adam Kıtlığı olayı değildir de nedir?

-Bugüne kadar Cemiyet bize ne fayda sağladı da şimdi Başkan ve adamları kalkmış Beyhan Cenkci’nin Cemiyete kazandırıp, üyelerine miras olarak bıraktığı 300 milyon euro değer biçilen Kaş ve Kalkan arazilerini bir vakıf kurarak ona buna peşkeş çekmeye kalkışıyor?

-40 yıldır durdu durdu da Vakıf kurma işi şimdi mi aklına geldi? Kaş’a nakledip, “kayın biraderimin” dediği eve yerleşmesi büyük bir tesadüf değil mi? Vakfın merkezini Kaş’a taşıma niyetini, Vakıf Kurulduktan sonra Cemiyeti bırakma kararını herkes bilmiyor mu?

-Başkanın 295 oy ile karşısına çıkan ciddi muhalefete biz yeterince kulak verdik mi?

-Eğer Beyaz Kitap’ta anlatılanları o 295 üye gibi can kulağı ile dinleseydik, cemiyetten çıkar elde edenler ya da Nazmi Bilgin’e körü körüne inananlar ile Anadolu’nun çeşitli yerlerinden bindirilmiş kıta gibi getirtilen, otellerde, rakı sofralarında ağırlanan 170’e yakın üye ile 32 otuz iki yıllık başkan bu kongreyi kazanabilir miydi?


—-Can Pulak’ın tutumu—-





-Can Pulak nasıl oldu da kongrede bu kadar taraflı davranabildi?

-Önceden Beyaz Sayfa ekibi ile görüşürken -ben ortak adayım, sorumluluğum büyük, söz kesmeyeceğim, süre kısıtlaması yapmayacağım- dememiş miydi?

-Göz göre göre, çoğunluk oylarını alan tüzük değişikliğini (başkanlık süresinin 2 dönemle sınırlandırılması) yanındaki trolün fısıldamasıyla tekrar ettirmeyi ve bu kez -oyları sayamadım- dediği halde reddettirmeyi kendine yakıştırabildi mi? 

-Hakarete uğrayan Emin Varol’a, Süleyman Ukav’a neden söz vermedi? Bu durumu sonradan yanımıza gelerek Emin Varol’un sırtını sıvazlayıp -Emin benim nazımı çeker- diye, Süleyman Ukav’ın omzunu okşayıp, -biz onunla eski dostuz- diye izah etmesi vicdanını rahatlattı mı?

-Başkanın listesinde yer almak, ekibiyle birlikte fotoğraf çektirmek, Pirus Zaferini kutlamak için kendine Cemiyette ikram edilen şampanyayı yudumlamak, acaba içini rahatlatıp, vicdanını rahatsız eden adaletsizlik hissini yok etti mi?


—-Şimdi ne olacak?——-


-Yönetim Kuruluna Nazmi Bilgin’in “lütfu” ile seçilenlerin çoğu zaten kurşun asker, önlerine ne gelse -evet efendim, sepet efendim- diyerek imzayı basacak. Zaten bugüne kadar, yönetim kurulu toplantılarında iki kişi dışında (Önder Sürenkök, Nursun Erel) ne  bir soru soran olmuş, ne en ufak bir itiraz duyulmuş.

-Akılları varsa yönetimdeki paragözlere uysunlar, -madem Avrupa Birliği gibi, Norveç Büyükelçiliği gibi kaynaklardan para dağıtılıyormuş, bize de verin- deyip sebeplensinler.

-Bir kadın üye, -fonu ben buldum, maaşı da ben  kaptım- diyormuş ya, onu örnek gösterip, -senin şahsına mı verildi o para? Zaten o işte senin en ufak bir payın yokmuş, başkası bulmuş, hem o para Gazeteciler Cemiyeti  adına alınmadı mı?- Diye sorsun. Ayrıca Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de duysun, yurtdışından kaynak bulmak için göbeğini çatlatıyor ya, bulduklarından kendisine pay verilsin.

-Vakıf kuruluşuna şiddetle karşı çıksınlar. -Cemiyetin 1688 üyesinin haklarını Vakfın Mütevelli Heyetinde ölünceye kadar yer kapan, tamamı Nazmi Bilgin yandaşlarından oluşan (5’i gazeteci bile olmayan!) 16 kişiye hangi hakla devrediyorsunuz? Diye sorsunlar.


—-Farelerden temizlensin—-


-Kadınların hiç ayak basmadığı” cemiyette bu durumun nedeni araştırılsın

-“Tavlacılar” için ayrı bir köşe açılsın

-Tuvaletlerdeki “sifonlar” çalışır hale getirilsin, “pislik” akıtılabilsin

-İç merdiven ele alınsın, yeniden inşa edilsin, “farelerden” temizlensin


Ben mi?


-Alnım ak, vicdanım rahat. Beyaz Sayfa kadrosu ile Ankara Basınının saygın üyelerinin  295 oyunu almışız, hepsine buradan ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

-Basın tarihine geçmesi açısından önemli bulduğum Beyaz Sayfa Hareketini bir kitaba dönüştürmek için kaleme alacağım, huzursuzluktan, vicdan azabından uzak, mutlu yaşamımı sürdüreceğim. 

-Biraz seyahat etmeyi de planlıyorum, belki Avusturya’ya gider Bregenz’de filan “ecdadımızın izlerini” de araştırırım.



Perşembe, Mayıs 30, 2024

Portreler… Can Pulak, 82 yaşında bir delikanlı

Gazeteciler arasında Can Pulak’ın yeri farklıdır, pek çok konuda kendine sorumluluk biçmiş, mücadele vermiştir. Çevreyi, yeşili, denizi korumak başta olmak üzere… Bir dönem milletvekilleri Marmaris’te çok geniş bir alanda yazlık yaptırmak istemiş, onun mücadelesiyle Marmaris betonlaşmaktan kurtulmuştu. 

Şimdilerde Can Pulak Bodrum’da yaşıyor, bu kez mandalinayı korumak istiyor ancak mandalina bahçelerinin ranta karşı korunması o kadar kolay değil:

-Bodrum’un mandalinası o kadar değerli ki, ama şimdilerde para etmediği için o güzelim bahçeler bozuluyor, ağaçlar kesiliyor, yerlerine habire villa yapılıyor. Ben şahsi uğraşımla kurtarmak istesem de olmuyor, örneğin mandalina yetiştiren bir bahçe sahibinden mandalina ağaçları kiraladım, kendim toplayıp eşe dosta mandalina dağıtmak için, ama bir tek benim çabamla ne olabilir ki?

Can Pulak’la bir ağaç altı bulup yerleştik, gölgede eskileri konuştuk, yeni dönemi, AKP iktidarını değerlendirdik. Pulak, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ve AKP’nin 22 yıldır süregelen iktidarını eleştiriyor, “AKP basına engel koymak yerine aklı varsa basındaki eleştirilerden ders alıp, kendine çeki düzen versin” diyor ama “22 yıldır ben bu iktidarda aklın A’sını filan göremedim” diye ekliyor. 

Peki basın neden eleştiri görevini yeterince yapamıyor? İşte Pulak’ın anlattıkları:

—-Yılmaz Özdil’in eksikliği——

-Basın için söylenecek çok şey var da, birini söyleyeyim, örneğin şu anda Yılmaz Özdil’in yazı hayatının dışında kalması bence büyük eksiklik, onu sürekli izliyorum, doğrusu gazeteci olarak heykeli dikilecek adam.

-Bu iktidarla basının sorunlarına çözüm bulunamaz, basın hürriyeti şurada dursun vatandaşın söz hürriyeti yok, hürriyete izin vermez. Bu durumda kim ortaya çıkaracak yolsuzlukları usulsüzlükleri? İşte şimdi kalkmış 45 bin nüfuslu Bayburt’a havaalanı yaptırmaya kalkıyorlar, yılda 2 milyon yolcu garantisi vermek koşuluyla. Oysa Bayburt’a çok yakın mesafede iki ayrı havaalanı var. 

—-İktidar denetlenemiyor—-

-AKP Genel Başkanı diyor ki -biz Sayıştay denetimine açığız, saygı duyuyor, önem veriyoruz.- Peki doğru mu? Hayır, tam tersine, Sayıştay görevini yapamıyor çok hazin. Zaten bu iktidarın gündem değiştirme taktiği çok, bir Anayasa tartışması başlatıyor o arada müfredat işini gözlerden kaçırıp kesinleştiriyor, devleti adeta kendi şirketiymiş gibi yönetiyor. Şu anda FETÖ’den daha tehlikeli bir tarikat Menzil, devletin neredeyse tamamına hakim olmuş…

—-Asker üniformayla çıkamıyor—-

-Neden ses çıkartılamıyor? Çünkü  herkesin kaybedecek bir şeyi var, bu yüzden şimdi korkaklar, ödlekler, suskunlar toplumu haline geldik. 

-Zaten vatan sevgisi, milliyetçilik duygusu yerle bir edildi, bütün değer yargılarımız, milli kurumlarımız tepe taklak oldu. Dikkat ederseniz ortalarda üniformalı asker artık göremiyoruz, insan içine üniformayla çıkmıyor asker artık. -Vesayetten kurtardık- diyorlar. Neyin vesayeti peki? 22 yıldır siz yönetmiyor musunuz?

-Ehliyet, liyakat bir kenara atıldı, heryere imam hatiplileri doldurdular evlere şenlik…Böyle bir skandal görüldü mü?

-Türkiye şu anda kendisini yönetenlerden hesap soramıyor, tasarrufmuş, meclisteki su bidonlarını kaldıracak arıtma koyacaklarmış, çocuk tiyatrosu yapsalar güler geçersin. 13 uçaktan vazgeçemiyorlar ama.

—-Cumhurbaşkanlığı harcamaları—-

-Cumhurbaşkanlığını denetleyen bir kurum var mı ortada? Harcamalar nasıl yapılıyor? Kim tarafından denetleniyor?

-Emekli askerleri susturacaklarmış. Onlar yerine, TV’lerde her gece boy gösteren, bilgisi liyakati ortaokul düzeyindeki  profesörleri sustursunlar. Her sokağa üniversite açarsan olacak budur. Bunlardan mezun olanlar işsiz aç… 

-AKP nin kuruluş bildirgesine tüzüğüne bazen bakıyorum, orada şunlar yazmıyor:

-Memlekete milyonlarca sığınmacı yerleştireceğim, (ki tam bir faciadır,) referandum yapmadan anayasayı defalarca değiştirmeye kalkacağım, cumhurbaşkanlığı için en fazla iki kez seçim diyen anayasaya uymayıp üçüncü kez seçime gireceğim…

—Özal’ı tehdit eden gazeteciler—-

-Fakat CHP’ye bakınca orada da pek bir fark göremiyorsunuz, işte Ekrem İmamoğlu, Osman Gökçek’in dilinde, adam babasının yolsuzluklarını hırsızlığını unutmuş kalkmış İmamoğlu’nun dağıttığı ihaleleri diline dolamış…

-Eskiden basın çok mu cesurdu? Sayın Başbakan diye yarım sayfa mektupla seslenebiliyordu?

Bu olayın perde arkasını anlatayım, Özal, Erol Simavi, Dinç Bilgin, Kemal Ilıcak, Asil Nadir gibi gazete sahiplerini İstanbul’da topladı dedi ki, -size kağıdı sübvansiyonlu veriyoruz, fabrikalar zararda, bu yüzden kâğıt sübvansiyonunu kaldıracağız, işinize geliyorsa, yoksa ithal edin.  Ayrıca hepinizin bankalara çok ağır kredi borçlarınız var, bankaları sıkıya aldık, borçlarınız ödenmeden size yeni kredi açılmayacak.  E, ondan sonra tabii ki gazete sahipleri kıyameti koparttı, Özal’ı tam sayfa yazılarla tehdit etmeye kalkıştılar.

——Memurlara gelen hediyeler—-

-Özal beni müşavirliğe atadı, emrime arabalar sekreterler tahsis etmek istedi. Dedim ki, -bana bir Murat 124 yeter, 3 kişiyle çalışırım fazla oda da istemez.- Ama bir gün sekreter geldi, -Can Bey bize ilave odalar lazım- dedi, -neden?- Diye sordum, -çok fazla hediye geliyor size- dediler. Gülersin, kondisyon bisikleti, saat, televizyon bile var. Özal’a gittim dedim ki -bu hediye işine son verelim. Amerika’ya gittik ipek halı hediye götürdük, adamlar iade ettiler, 200 dolardan fazla değerli hediye alamayız diye. Biz de hediye işini yasaklayalım.- Ama, Özal karşı çıktı, -nasıl takip edeceğiz? Bu sefer evlerine gider hediyeler- dedi. Ben de sekretere dedim ki -gelen hediyelerin hepsini toplayın bir çuvala da çalışanların isimlerini yazın, kura çekilsin,  bana gelen hediyeleri dağıtın.- Öyle yaptık. 

—-Özal zengin mi oldu?—-

-Benim memurum işini bilir lafı da yanlış anlaşılmıştır. Milletvekilleri Özal’a şikayette bulunmuştu, -bakanları bürokratları göremiyoruz- diye, o da,-sizin yeriniz meclis, bakanlıklarda ne işiniz var? Ne için oralara gidiyorsunuz? Rahat bırakın memuru, memur işini yapsın- anlamında konuştu, başka yere çekildi.

-Bir de Özal için -devlette zengin oldu- lafları dolaştırıldı. E, öldü, nesi çıktı ortaya?

—-Evren’e adaçayı verilmedi——

-Beyhan Cenkçi (Gazeteciler Cemiyeti eski başkanı)  ile zaman zaman ters düştük, farklı ekiplerin içinde olduk ama birbirimizi çok severdik, bir ara askere gittim beni ilk ziyaret eden o oldu. 12 Eylül sonrası Kenan Evren halk önüne çıkmamıştı, onu ilk kez Beyhan Cenkçi ile biz Gazeteciler Cemiyetinde basın toplantısıyla halkın karşısına çıkardık.  Geldi oturdu, Beyhan -ne içersiniz?- diye sordu, Evren -adaçayı- deyince, -aman onu vermeyelim, adaçayı size iyi gelmez, ıhlamur ikram edelim- dedi, Evren bunun sebebini çok merak etmiş, sonra özel olarak sordu, Beyhan Cenkçi, -performansınız düşer, hanımınıza mahçup olursunuz- deyince bir kahkaha patlattı Evren… Ayrıca Cenkci 12 Eylül öncesi senatör seçilmişti ama olağanüstü durum nedeniyle parlamento toplanamıyordu, yemin edemediği için göreve başlayamamıştı. Evren’e dedi ki, -sizin bana borcunuz var, senatör oluyoruz diye kendime 3 elbise diktirmiştim, giymek kısmet olmadı, terzi parasını isterim.-

——-Dayak da yedik—-

-Dayak da yedik… Talat Aydemir olayında nümayişçilerin fotoğrafını çekme uğruna iki gazeteci bir ağaca tırmanmıştık, Tuncer Tuğcu ağaçtan düştü, onu yakalayıp fena dövdüler, ben ses çıkarmadan ağaçta duruyordum, beni de görüp zorla indirip dayak attılar. 

-Okluk koyunda köşkün yapılmasına ben ön ayak oldum, çünkü Özal dinlenmek, biraz deniz tatili yapabilmek için otellerde kalıyor, otel sahiplerinin ondan bazı istekleri oluyordu. o zamanın devlet istatistik enstitüsüne ait bir kulübeyi genişletip küçük bir yazlık eve dönüştürdük. 

—-Okluk’a kimse giremiyor—-

-Şimdi artık o koya kimse giremiyor, bir de içine Millet Camii diye cami kondurmuşlar ama millet camiye giremiyor ki. Geçenlerde biz karayoluyla oraları gezmeye kalktık, baktık arkamızda beyaz bir jip, sordum -bunlar kim?- diye… MİT denildi, kibarca bize -oradan çıkın- dediler. 

—-Sigarayı 40 yıl oldu bırakalı—-

Zaman zaman Ortakent’te, sabah yürüyüşlerinde karşılaştığımız için Can Pulak’ın 82 yaşına karşın delikanlı duruşu beni şaşırtmıyor, yine de sırrını soruyorum, anlatıyor:

“Sigarayı bırakmaya karar verdim ve 1 hafta içinde  bıraktım, 40 yıldır ağzıma koymuyorum. Yılın 5 ayında hem yüzüyor hem yürüyorum, yılın geri kalanında da hep yürüyorum. Herkese tavsiyem, sigarayı bırakın, bolca yürüyün, yüzün.”


Cuma, Ocak 05, 2024

Can Pulak’a onur ödülü





Gazeteciler Cemiyetinin “onur ödülü” (*) bu yıl değerli gazeteci, meslek büyüğümüz sevgili Can Pulak’a veriliyor, şimdiden kutluyorum. Doğrusu Can Pulak’la ilgili o kadar “mutluluk ve sevgi dolu” anekdotlar var ki aklımda, paylaşmasam olmaz…

Bir yılbaşı arefesinde kapımız çalındı, baktık kargodan kocaman bir sandık gelmiş, heyecanla açtık, tepeleme mandalina var içinde. Harika, hem de ünlü “Bodrum Mandalinası.” Bir de kart iliştirmiş Can Pulak, “En iyi dileklerimle yeni yılınızı kutluyorum” diyor. 



Biraz şaşırıyorum ama durur muyuz? Hemen birer mandalinanın kabuğunu soyup ağzımıza atıyoruz, enfes rayihayla mest olmuşken elimdeki kartın arkasını çevirip bakıyorum ki, aslında farklı bir isme gönderilmiş mandalinalar, yani nasıl olduysa -belki de sekreterin hatalı tutumuyla- bize gelmişler…


-Tuh diyorum içimden, hemen telefona sarılıyorum:


-Aloo, Can Bey?

-A, Nursuncum sen misin?

-Evet Can Bey, yeni yılınızı kutlamak için aradım

-Canım senin de kutlu olsun

-Yalnız Can Bey, bana sizin yeni yıl kutlaması kartınızla birlikte kocaman bir mandalina sandığı ulaştı. Kargo adresi ve isim benim ama içindeki kartta başka birisinin ismi var. Eğer adresi bana söylerseniz ben o arkadaşınıza sandığı göndereyim…


Can Bey kahkahalarla gülüyor:


-Aman Nursuncum isabet olmuş, ne güzel işte, mandalinalar tam da yerini bulmuş, eşinle birlikte afiyetle tüketin…


Can Pulak’ın cömert ve esprili tutumu karşısında sevinmedim desem yalan olur, mandalinaları günler boyu afiyetle tükettik, hatta mandalina kabuklarını kurutup çayımıza kattım, reçel bile yaptım…

Bodrum’da sabah yürüyüşleri



—-Can Pulak’tan ilk jest—-



Telefon konuşmamız sırasında sadece mandalinalar için teşekkür etmekle kalmadım, Can Pulak’a epeyce eskilerde  kalmış bir başka jesti için de teşekkür ettim, onu da anlatayım. 


Yıl 1985, Tercüman gazetesinde çalışıyorum, Başbakan Turgut Özal İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher’in resmi konuğu olarak Londra’ya gidecek, gazetem geziyi benim izlememi istiyor… Çok heyecanlıyım, çünkü 12 Eylül Darbesi sonrasında batı dünyasının sırt çevirdiği Türkiye bu resmi ziyaretle belki Avrupa tarafından yeniden “demokratik ülkeler ligi”ne kabul edilecek.


Uzatmayayım, haber takibinde uykusuz, gece gündüz  çalışarak geziyi izliyorum, ardından Özal ve resmi heyetle birlikte aynı uçakla Ankara’ya dönüyoruz.


O yıllarda sevgili Can Pulak Başbakan Özal’ın Basın danışmanı, uçağa binmeden önce kendisinden rica ediyorum, 


-Can Bey acaba Sayın Başbakandan kısa bir değerlendirme alsam izin verir mi acaba? Siz yardımcı olabilir misiniz?


Can Bey yanıt vermiyor, Özal’a yakın bir koltuğa geçiyor. Uçağın motorları çalışıyor, pist başı yapılıyor ve Heathrow’dan kalkıyoruz…


Aslında uçakta biz gazetecilerin deyimiyle “deve dişi” gibi meslek büyükleri var, Türkiye gazetesinin sahibi merhum Enver Ören’i çok net hatırlıyorum, o yıllarda elinde küçük bir bilgisayar var ve çevresindekilere onu gösterip, marifetlerini anlatıyor. Cumhuriyet adına sevgili dostum Sedat Ergin de var gezide, hatta bir ara ikimiz Özal ve ekibinin kaldığı otele sızıp, Savunma Bakanımızla görüşüp “atlatma” bilgi ediniyoruz. 


Neyse işte, havadayız artık, kemerlerimizi çözüyoruz, ben elimde teybim, not defterim “hazır ol” konumundayım, sürekli Can Pulak’a bakıyorum, bir kaç dakika sonra bana eliyle işaret ediyor, “gelebilirsin” diye, heyecanla koşup Özal’a teybimi uzatıyorum, Thatcher görüşmesinin bazı detaylarını, yeni dönemde Türkiye’de uygulanacak özelleştirme planını anlatıyor, Thatcher’in bu konuya çok olumlu baktığını söylüyor. Türkiye o yıllarda liberal ekonomiye geçiş aşamasında. Thatcher-Özal diyalogu ise söylenenlere göre çok sıcak. Hatta Thatcher’in aslında Özal’dan etkilendiği bile konuşuluyor. ” (**)



İşte böyle, o günlerde bir genç gazeteci için bundan büyük mutluluk olur mu? Üstelik Semra Hanım, “gel şöyle otur bir resmimiz de birlikte olsun” demesin mi? 



Özallar’a teşekkür edip yerime dönüyorum, sıra bandı çözüp haberi hazırlamakta…  

Sevinçten içim içime sığmıyor, kolay mı? Ertesi günün manşetini kurtarmışız… Can Pulak’a teşekkür üstüne teşekkür ediyorum…


İyi ki varsınız sevgili Can Pulak, onur ödülü size çok yakışır, sizi çok seviyoruz. 


(*) https://gc-tr.org/gazeteciler-cemiyeti-2023-yili-meslek-onur-odulu-can-pulaka-verildi/


(**) https://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/04/130410_thatcher_ozal


2023 YILINDA BASIN SEKTÖRÜ

  Türk Basını , 2023 yılı boyunca  usulsüzlük ve yolsuzluk haberlerini büyüteç altına almakla birlikte, çoğu kez bu haberlere yayın yasağı g...