Kaç “1 Mart vardır” yaşamında insanın?
Bilmem, yetmiş mi? Seksen mi?
Ama biri vardır ki unutulmaz... Her yıl daha da güzelleştirir yaşamı.
Benim 1 Martlarımdan söz ediyorum. Yani oğlum Ali’nin dünyaya geldiği 1 Martı anımsayarak.
Doğmadan önce bir kere görmüştüm onu, odamdaki çekmecedeydi. Çekmeceyi bir açıyorum Ali... Rüyaymış meğer, ama o kadar gerçek ki, ismini çoktan koymuşuz Ali’nin, “Bizimkiler gibi zor gelmesin dile kulağa” demişiz, doğdu, bir baktım, aynı o çekmecedeki Ali...
Önceleri ağlayan bir sesti, doymayan bir ağız. Sonra büyüdü biraz, özel bir dil geliştirdik aramızda. Öyle bir dildi ki, sadece ikimiz konuşabiliyorduk. Daha da büyüdüğünde arkadaş olduk, yarenlik ettik, dünyayı tanımaya çabalıyorduk birlikte, arada dertleşiyorduk, beni ne çok güldürürdü... Üzüldüğümüz de olurdu bazen, neyse ki hemen bulurduk teselli sözcüklerini.
Kavga etmedik mi?
Çoook... Bilmem ki, kavga etmese miydik? Kimler biliyor peki çocuk yetiştirme kurallarını? Bilen öne çıksın...
Düşünüyorum da şimdi, onun da çocuğu var Leyla... İnşallah kavga etmezler hiç...
Göreceğiz, “kabına sığamama dönemi” gelecek onun da. Bakalım o zaman hangi şarkıyı dinleyecekler?
Hani Orson Welles’in yeni çıkan şarkısı çalıyordu da, ben hep ağlamıştım dinlerken. Uzlaşamıyorduk bir türlü Ali’yle, o yaşlarıydı.
Bırak şimdi o hüzünlü şarkıyı... Neşelen.
Onun “Aneeeeeeey” deyişini, kahkahalarla gülüşünüzü hatırla... İlkokula başladığından al, fotoğraflar bir bir geçsin aklından, öğretmeninin şikayeti neydi, Şadiye hanımın?
-Ali’nin siyah paltosunu bir türlü çıkarttıramıyorum Nursun hanım, hep sırtında... İşte Mayıs geldi, hala sırtında... Rambo gibi mi hissediyormuş neymiş? N’apacağız bu çocuğu böyle? Yazın da mı paltosuyla dolaşacak?
-Sonra Tevfik Fikret’ten müdür Ayşe Hanım (Başçavuşoğlu) arasın:
-Ali bizim için çok değerli, çok özel öğrenci... Nazım Hikmet temsili düzenlediler, müziğini Ali yaptı... Fransızcası başta, dersleri çok iyi... Bir müzik festivali var Fransa’da, La Rochelle’de, ona göndereceğiz izniniz olursa...
Hazırlıklar tamam, Ali yarın önce Paris’e sonra o kente gidiyor... Dur, rüzgarlığını da güzelce bir yıkayayım...
Makineyi bir açarsın, ıslak rüzgarlığın mis gibi kokusu...
- Aaaaa, cebinde bir şey var... İMDAAAAT! Ali’nin pasaportu...Lahana gibi görünüyor, bütün yaprakları açık...
Hafta sonu, yer demir gök bakır, Elçiliği bırak, her yer kapalı... Saatlerce deli gibi sürdürülen çaba... Pasaportu ütülemeler, üstüne ağırlık koyup cendereye almalar... “Değerli kağıt” diye boşuna denilmemiş vize sayfası olduğu gibi duruyor...
Neyse, gidebildi bir şekilde... Fransada pasaport polisi sormuş “bu ne?” Diye tuhaf durumdaki pasaportu gösterip, Ali, “Annem çok titizdir” demiş, karşılıklı gülmüşler...
Bugün o 1 Martların kaçıncısı? Saymıyorum... Canım Ali’m, İyi ki var, yıllarca sürsün 1 Martların, sağlıkla neşeyle Seda’yla, Leyla’yla ve tertemiz...