Bu Blogda Ara

İstanbul Sözleşmesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İstanbul Sözleşmesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazar, Ocak 21, 2024

İnsan hakları savunucusu bir doktor; Veli Lök ile sohbet



Geçenlerde İzmir’deydim, Asansör’ü hep duyar, merak ederdim, bir sabah erken yürüyüşe çıktım. İzmir Kız Lisesinin önünden geçerken Ankara’daki lise yıllarım aklıma geldi, her şeye gülerdik, müdire hanımın sert söylemlerine bile! Yine gülerek yürüdüm, Dario Moreno’nun evinin önünden şarkısını mırıldanarak geçtim, deniz görünmese de martı çığlıklarını duyuyordum, sonunda “yüzyıllık” Asansör’e (*) ulaşıp yukarıya çıktım.





Kapılar açıldığında karşımda bulduğum manzara çarptı beni


Hafif hafif serpiştiren yağmurda, aşağıdaki apartmanlar dizisinin ardında uzanan maviliği dakikalarca nefesimi tutarak izledim. 


Günün erken saatleriydi, “bir kahve olsa” dedim,  arkadaki manzaralı restorana girdim, boştu, “cam kenarı buldum” diye sevindim, hemen oturdum:


Garson benim kahvemi getirirken,  bir beyefendi içeri girdi, uçtaki masayı seçti, yavaş hareketlerle şapkasını, paltosunu çıkardı, atkısını katlayıp bir kenara koydu, gri takım elbisesi, bordo yeleği ve hafta sonunu bile disipline sokan kravatıyla şıklığı ortadaydı. 


-O’nu bir yerden tanıyordum ama kimdi? 

-Kimdi? Bir röportajını okumamış mıydım? Ekranda da görmüştüm sanki. Ah, o doktordu,

İşkencenin önlenmesi için çabalar gösteren, insan hakları savunucusu doktor…


Garsona sordum, doğruladı, Prof. Dr. Veli Lök’tü gelen. 


Manzarayı keyifle izlerken, çayını, portakal suyunu yudumlayan doktorun kahvaltısını tamamlamasını bekleyip izin istedim, kendimi tanıtıp, yanına iliştim, Doktor Lök, “geçirdiğim  rahatsızlık nedeniyle tarihleri tam söyleyemez, sözcükleri unutursam yardımcı olur musunuz?” Diyecek kadar alçak gönüllüydü… İşte sohbetimiz:


-Siz işkenceyi silmek için büyük çaba gösterdiniz, o yıllardan bu yana arpa boyu yol alabildik mi? Kadın cinayetleri yine yükselişte?


-Toplumda da böyle bir değerlendirme var. Ben bir köylü çocuğuyum (**) köylü kadınların da şehirlilerin de sorunlarını bilen bir kişim.  Yazık ki, Türkiye’de  kadın hakları açısından çok eksiğiz. Her şey gözümüzün önünde, bu durumun düzeltilmesi açısından  kazanım olabilecek bir sözleşmeyi cumhurbaşkanının tek başına kaldırması son derece acı, bunu benimsemek mümkün değil.  kararını duyar duymaz çok şaşırdım, üzüldüm. Kadın haklarının korunması yönünde olumlu gelişmeler sağlayacak bir sözleşme, devletin başındaki bir kişinin  kararıyla sonlandırılabilir mi? Bu hareket benimsenebilir mi? 


—-kötü muamele, işkence devam ediyor—-


-Türkiye’nin kötü muamele karşıtı  uluslararası sözleşmelere taraf olması sizin sayenizde oldu, şu andaki durum nasıl sizce?


-Bir kere, kolluk güçlerinin sürekli kötü muamele yaptığını biliyoruz, bunlara ait bilgilerimiz var. Bizim Türkiye İnsan Hakları Vakfı, bu vakaları bilimsel olarak tespit ediyor, toplumsal olaylarda polis tarafından kötü muameleye maruz bırakılan kişilerin durumunu, sağlık koşullarını izliyor. Onların gerek sağlık ihtiyacını gerekse hukuki haklarını sağlama yönünden sürekli yardımda bulunuyor. Türkiye İnsan Hakları Vakfının açık belgelerinde vakalarla ilgili rakamları almak mümkün. (***)


—-12 Eylül’de 850 bin işkence—-


-Gözaltında, hapiste bulunanlarla ilgili de sürekli işkence, kötü muamele şikayetleri ulaşıyor? Siz bu bulguların kayıt alınmasında öncü olmuştunuz?


-Sadece toplumsal olaylarda polisin kötü muamelesi değil, aynı zamanda gözaltına alınan, hapse giren hemen hemen herkesten  mağduriyet şikayetleri geliyor, işkence yakınması çok oluyor… Bu durum özellikle  12 Eylül (1980)  sonrası çok artmıştı, o yıllarda 850 bin kişinin işkence gördüğü söylendi, tabii o yıllarda işkence iddiaları için ne muayene edecek ne tedavi edecek kurumsal yer vardı.


—-yıllar sonra bile tespit edilir—-


-Siz  bu iddiaların kayda geçmesini yıllar sonra bile olsa kemik sintigrafisi yoluyla mı sağladınız?


-Benim bir yakınım da o yıllarda işkence gördü, bu beni çok etkilemişti, “işkencenin önlenmesi ancak bilimin yardımıyla olur” diye düşündük.İzmir’de vakfın şubesini çok değerli doktorlar, hukukçular gazetecilerle  birlikte oluşturduk,  Orhan Süren, İzmir Tabip Odası başkanı olunca hemen bir muayene ve rapor komisyonu kurdu, çünkü işkencenin hukuksal olarak değerlendirilmesi için muayene ile belirlenmesi ve rapor verilebilmesi lazım, önceleri hiçbir kurumdan bunlar alınamıyordu. Tepecik Hastanesinde bir hasta bakıcıya korkunç işkence yapmışlar, muayene komisyonu başkanı bendim, bizi görünce ağlayarak kaçmaya çalıştı bizi polis sandı, muayene ettik, her iki ayak tabanında falakaya bağlı şişlikler, morarmalar, kanamalarla ilgili bulgular vardı.  Durum açıktı, hemen “bu kişi işkence görmüştür” raporunu verdik bu çok önemli bir belge oldu. 


-Sizin geliştirdiğiniz sintigrafi yöntemiyle üzerinden yıllar geçse bile işkence yapıldığı tespit edilebiliyor değil mi?


- Sintigrafi yöntemini ondan sonra da kullandık. 4 yıl sonraki muayenemizde hala işkencenin izleri vardı. Bu, o kadar güçlü bir belirleme yöntemidir,  psikiyatrik  bulgular da aynıdır. Buna rağmen, devlet bu kişinin hakkını teslim etmedi, biz ise takibe devam ettik, AHİM’e başvurduk, çeşitli zamanlarda verdiğimiz raporlarla bu kişinin kararını çıkarttık, devlet zorunlu olarak tazminat  ödemek zorunda kaldı, bu olay duyulunca Türkiyenin her yerinden işkence şikayetleri ulaşmaya başladı.


——İstanbul Protokolü——


-Sonra sizlerin bu katkılarıyla Türkiye uluslararası işkence karşıtı protokollere imza attı değil mi? 


-İstanbul Protokolünün (****) oluşturulması için başlatılan çalışmalarda Şebnem Korur Fincancı da çok önemli bir rol oynadı ve protokol oluştu, böylece  çok önemli bir belgeye uluslararası planda katkıda bulunmuş olduk. 


—-Cumartesi Anneleri—-


-Bütün bu çabalara karşın halen işkence var, duyuyoruz. Bir de izi tespit edilemeyen kayıplar söz konusu, işte  Cumartesi Anneleri… Ne dersiniz?


-Bu taleplerin mutlaka araştırılması lazım. Demokratik kurumların bu şikayetleri, iddiaları ele alıp, kanıtlarını kaybolmayacak kayıtlara dönüştürmesi lazım. Bunlar mümkün benim kanaatimce. Ama insan hakları açısından son derece geri durumdayız. İşte biraz önce konuştuk, şiddete karşı duracak bir uluslararası belgeyi Cumhurbaşkanı  iptal ediyor. Böyle bir durum, demokrasilerde tahmin tasavvur bile edilemez. Bütün bunların bir an önce ele alınıp düzeltilmesi lazım. 


—-Kötülüklere karşı duracağız——


-Sürekli tekrar eden bu olaylar sizde karamsarlık yaratmıyor mu?


-Türk milleti,  tarihinde çok mükemmel işler yapmıştır. Ata’nın liderliğinde halkın bütün haksızlıklara karşı çıkması, dünyada az rastlanan olaylardan biridir. Atatürk Türk insanını övmüş, çok şeyler yapabileceğine olan inancını dile getirmiştir. Ben bu kötülüklere de karşı çıkılacağına inanıyorum. 


92 yaşındaki delikanlı doktorumuz ile sohbeti böylece sonlandırdık. Dr. Veli Lök, haftanın iki günü hala hasta kabul ettiğini, tedavi uygulamaktan vazgeçmediğini dile getirirken  gülümsüyordu “acıyı, rahatsızlığı dindirip faydalı olabiliyorsak ne mutlu bize” dedi. 


(*)https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Tarih%C3%AE_Asans%C3%B6r

(**)https://www.aa.com.tr/tr/saglik/ortopedinin-90-yillik-cinari-66-yildir-beyaz-onlugunu-cikarmiyor/2533589

(***) https://tihv.org.tr/ozel-raporlar-ve-degerlendirmeler/veriler-iskence-gercegi-26-06-2023/

(****)https://www.ttb.org.tr/eweb/istanbul_prot/ist_protokolu.html



Cumartesi, Nisan 01, 2023

Hüda-Par ve kadınlar… Fıtratımızdaki meslek neymiş?





Seçimler yaklaştıkça tansiyon artıyor, söylemler sertleşiyor, ben de çok merak ediyorum, acaba 30 milyon kadın seçmen 14 Mayıs’ta kime, kimlere  oy verecek? Peki seçim sonucu üzerinde bu derece etkili olan kadınlar siyasi partilerin kendilerine dönük söylemlerine kulak veriyor mu? Beklentileri nedir politikacılardan? Yaşananları nasıl değerlendiriyorlar? Ya seçilmiş kadın politikacılar hemcinslerinin dertlerine bugüne değin yeterince eğildi mi?


Ne yazık ki son günlerde “tek kadın parti lideri” konumundaki Meral Akşener’e yapılan sözlü saldırıların tanığı olduk, üstelik bununla da yetinilmedi, bir süre önce evi basıldı, “ayağını denk alması” tavsiye edildi, hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından  “bunlar senin daha iyi günlerin” diye uyarıldı bile.  Üstelik geçen gün İyi Parti binasının kurşunlanması olayı bile pek de inandırıcı gelmeyen biçimde hırsız kovalayan bir bekçiye mal edilmedi mi?


Bütün bunları izlerken acaba diyorum, siyasetçiler 14 Mayıs’ta sandık başına gidip oy verecek seçmenin “yarısının kadınlardan oluştuğunun farkında mı, değil mi?” Ya da kadınlar “nasılsa babalarının kocalarının dediğine oy verecekler” diye yok sayılıyor, o yüzden sadece erkek seçmen mi siyasetçinin odağında kalmaya devam ediyor? 


E, nedir öyleyse kadına karşı bu ilgisizlik hatta sert tutum?


Kadını koruyan İstanbul Sözleşmesinin yürürlükten kaldırılması bir yana,  şimdi de “6284 sayılı yasayı kaldıralım” söylemlerinin nedeni ne? Bunlara karşı çıkan, haklarını koruma çabasındaki kadınların protestolarına engel olunması, pankartlarının yırtılıp ters kelepçeyle yollarda sürüklenmesi nasıl izah edilebilir?


—Hüda Par ve kadın—


Şimdi bir de Hüda-Par’ın Cumhur ittifakına katılması ile kadını hedef alan ayrımcı, sert söylemler ayyuka çıkmadı mı? Bu partinin programına mutlaka bir göz atmanızı öneriyorum (*) ama şimdi ben sizlerle sadece kadınlarla ilgili söylemlerini paylaşmakla yetineyim…


-Toplumda yerleşik olan ve ayrıca toplumun inancı ile de esastan ilişkili olup dini bağlayıcılığı olan imam nikâhı suç olmaktan çıkarılmalı, bu nikâh şekline resmi statü kazandırılmalıdır. (Neden acaba? Amaç, şeriata biraz daha yaklaşmak mı? Çok eşliliğe filan? Değilse, imam nikahının resmi statü kazanmasına ne gerek var? Resmi nikah varken?)

-Seküler anlayışın dayatmalarının sonucu suç olmaktan çıkarılan zina, yeniden suç olarak tanımlanmalıdır. (Hatırlayalım, Anayasa Mahkemesi yıllar önce (**) zinayı suç olmaktan eden çıkardı? Çünkü zina yapan kadın için hapis cezası öngörülürken, eşi böyle bir cezadan muaf tutulmuştu, mahkeme, eşitliğe aykırı olduğu gerekçesiyle o hükümleri iptal etti.)

-Kadınların çalışma şartları cinsiyetlerinin gereklerine uygun hale getirilmelidir. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere, kadınlara hizmet veren kurum ve kuruluşlarda sadece kadınlar istihdam edilmelidir. (Neden efendim? Neden? Dünyaca ünlü erkek doktorlar neden kadına da hizmet veremesin? Size göre kadına bakan her erkek kötü niyetli midir?)

-Zorunlu karma eğitimden vazgeçilmeli, isteyen aileler çocuklarını yüksek öğrenim dâhil eğitimin her kademesinde erkek veya kız okullarında okutabilmelidir. (Neden yahu? Kız ve erkek çocuklar size göre ateş ve barut olup, yüce bir hedef olan eğitim için bile yan yana gelemez mi?)

-Gayr-ı meşru yollardan meydana gelmiş nesil, toplum için felakettir. Evlilik dışı ilişkilerin önüne geçilmelidir. (Nasıl olacak bu? Recm (***) cezası filan mı getireceksiniz? Hangi yolla önüne geçeceksiniz?)

-Kadının, çalışarak aile bütçesine katkıda bulunurken çocuklarını ve ailesini ihmal etmemesi için, çalışma hayatında gerekli yasal düzenlemeler ve iyileştirmeler yapılmalıdır. (Erkek ihmal edince sorun olmuyor öyle mi? Şuna -çalışan anne babalar için koşullar düzeltilsin- deseniz olmaz mı?)

-Kadınlarla ilgili düzenlemeler yapılırken inanç ve toplumsal değerler göz önünde tutulmalıdır. Kadının fıtratına uygun işlerde istihdamına dikkat edilmelidir. (Kadının fıtratına uygun işler nedir? Sayın bari de bilelim)

-Okur-yazarlık oranının düşük olmasının en büyük sebebi olan başörtüsü ve tesettür serbest bırakılarak eğitim ve öğretim seviyesinin arttırılması sağlanmalıdır. (Başörtüsü önünde hangi engel kaldı? Yoksa başörtüsü değil de erken evlilik koparıyor olabilir mi kız çocuklarının eğitimden?)


——Kadının fıtratına uygun işler—-


Valla bu programı okuyunca  “eller aya biz yaya” demekten kendimi alamadım, öyle ya bugüne kadar uzaya giden kaç kadın astronot oldu sayabildiniz mi? Düşünün akademik dünyada, bilimde kadınlar hangi noktalarda? Biz ise kadını zaten eğitimde, çalışma yaşamında geri bıraktırmışız, şimdi bir de “kadın fıtratına uygun işler neymiş?” sorusuna yanıt arıyoruz. Üşenmedim gerçekten aradım,  bula bula şöyle bir bilgiye rastladım, buyrun:


“Hz. Peygamber döneminde ip eğirme ve dokumacılık, deri tabaklamak, kuaförlük, tabiplik, ticaret ve değişik dalları gibi alanlarda kadınlar meslek sahibi olmuşlardır. Bu meslek sahibi ve çalışan kadınlar, çalışma hayatından menedilmedikleri gibi daha başarılı olabilmeleri için bizzat Hz. Peygamber tarafından teşvik ve tavsiyelerde bulunulmuştur.” (****) 


Aslında Hüda-Par’ın programını incelediğinizde kadını ikinci plana atan söylemlerin “Laiklik yerine İslami toplum özleminden kaynaklandığı” açıkça görülüyor, hatta programda “halk” yerine “ümmet olma” ideali sık sık vurgulanıyor. 


Bunları okuduğumda aklıma bir de ne geldi biliyor musunuz? 


İki hafta önce Birleşik Arap Emirliklerindeydim, sokaklarda, çarşıda pazarda, hatta resmi kurumlarda bazı kadınların yüzlerini örtmek için kullandıkları bir  maske -Burqu veya batulah diye adlandırılıyor- (*****)  dikkatimi çekti. Evli kadınları ayırt eden bu maske, onları kötü bakışlardan saklıyor, hatta kocalarına sadakat gösterdikleri anlamına geliyormuş. Üstelik gün boyunca maskesini çıkarmayan kadın, evde kocasıyla mahremiyette çıkarınca, kocasının gözünde cazibesi artıyormuş!


Kimsenin inancına kültürüne saygısızlık etmek istemem ama bence Türkiye’deki kadınlar bu dayatmaları söylemleri filan bir kenara bırakıp Atatürk’e kulak versinler:


“Kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacak ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir. Kadınlar toplum yaşamında erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.”


(*) https://hudapar.org/parti-program%C4%B1.pdf

(**) https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/23638.pdf

(***) https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/recm-cezasi-recm-cezasi-uygulanmasi-icin-gerekli-sartlar

(****) https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/768792

(*****) https://en.m.wikipedia.org/wiki/Battoulah#:~:text=Wearing%20the%20mask%20usually%20indicated,from%20a%20distance%20were%20men.

Cumartesi, Nisan 17, 2021

Karanlık zihniyet!



Korkuyorum dostlar, bu karanlık zihniyetten çok korkuyorum, lafı dolandırmadan söyleyeyim:

-Ülkede kimi karanlık güçler, aydınlığı karartmak, bireyleri çağdaş yaşamdan alıp ortaçağa geri götürmek, hele hele kadınları düşünsel ve fiziki anlamda “köşelere kapatmak” istiyor, bunun için büyük çaba ve kaynak harcıyorlar.

İstanbul Sözleşmesinden bir kalemde çıkmak, kamuoyuna bu kararı, “ilerisini gerisini tartışmayın” diye dikte etmek başka türlü nasıl değerlendirilebilir?

Ramazan’ın ilk günü, ilahiyatçı Nihat Hatipoğlu televizyonda, “süslenmek, oje sürmek, makyaj yapmak orucu bozar mı?”  Konusunu işlemişti. Ben de bundan söz eden bir yazı paylaşmıştım. (*) Yazımda bir İslami (?) siteden imla hatalarını düzeltmeden! alıntıladığım şu paragraf yer almıştı:

“Güzelliğinizin, Cinselliğinizin, Dişiliğinizin, kullanım hakkı, sadece ve sadece kocanıza aittir,

Güzelliğinizi, Cinselliğinizi, Dişiliğinizi, Şıklık, Sosyal Hayat, Sosyal Yaşam, Çağdaş yaşam, Modern yaşam,

Özgür yaşam, gibi kavram Kargaşaları ile, Kocanızdan başka Erkeklere sergileyemez ve Teşhir edemezsiniz,

ve kullanamazsınız, Zira bu Özgürlük ve Özgürlüğünüz değildir, Zira Hiçbir Erkek Fıtratı bunu kabul etmez,

sonra Kadınlara karşı Şiddet ve Tecavüz nereden çıkıyor diye aramayın, hatta ve hatta sonu, Kıskançlık ve Namus Cinayetlerine kadar gider, Haberlerden izliyorsunuzdur, Fıtratınızda, Yaratılışınızda, Bedeninizde Sahibi olduğunuz Cinselliğinizin kullanım hakkının size ait olmadığını, Şimdi daha iyi anlayabildiniz mi ? 


Kadın ve Çocuk Cinsel Sapıklarının nasıl ortaya çıktıklarını,

Kadının ya da  Çocuğun Nasıl Irzınıza geçtiklerini, Cinsel Tacizlerin, Cinsel Tecavüzlerin nedenlerini,

Nasıl Canınızı Katlettiklerini şimdi daha iyi anlayabildiniz mi?”


Soruyorum size, “bu yazıda dile getirilenler, şiddet ve tecavüzü hatta ve hatta kadın cinayetlerini adeta mübah sayan, hatta teşvik eden! karanlık zihniyetin ürünü değil midir?” Açık konuşayım, ben bu yazıyı okuduğumda dehşete düştüm, tüylerim ürperdi, korktum... Hatta bu sitenin adını açıkça dile getirmekten bile ürktüm... Soruyorum şimdi:


-Boğaziçili öğrencileri, Amiralleri, Gezi’nin gençlerini perişan eden, süründüren devlet yetkililerimiz nerede?

-Bütçe pastasının en bol sıfırlı, en büyük dilimine kılıcıyla! konan Diyanet İşleri Başkanlığımız nerede? O bol şekerli-kremalı, semirten! pasta diliminin diğer ortağı Diyanet Vakfı nerede? Ahaliyi dini yönden aydınlatmak, yalandan, yanlıştan, hurafeden, sözde hacılardan hocalardan kurtarmak onların asli görevi değil mi? Ayasofya’da  kim bilir kimlere salladığınız kılıcı asıl bu karanlığı yok etmekte kullansanıza...


Kusura kalmayın sevgili dostlar, meslekte geride bıraktığımız onca yıldan süzülen bilgi ve deneyim kırıntısıyla bu blogda cürmüm kadar ateş yakmaya çalışırken sizlere seslenmemi çok görmeyin... Çünkü korkuyorum...

Neyse ki, yalnız değilmişim, bu gelişmelerden korkan ve bu konunun ciddiyetini gören “başkaları” da varmış... O yazıya gönderilen bir yorumu ve yanıtımı bu nedenle sizlerle paylaşıyorum:


Blogger zeynep dedi ki...

Merhaba,
Yazınızı pür dikkat okudum. Ne buyuruyor ilim irfan hocalarımız diye yazdığınız kısım hususi dikkatimi çekti. Alıntılanan bu kısımda kelime, dilbilgisi yanlışları bir yana içerik kısmının da asli kaynaklarla örtüşmeyen cinsten yanlışlarla ve çarptırmalarla dolu olduğunu gördüm. Çok merak ettim bu ilim irfan sahibi kişiyi fakat yazınızda ne yazık ki bir referans göremedim. Cümleleri topluca internette arattığımda bir siteye ulaştım. Bil fiil sizin alıntıladığınızla aynı şeyler yazıyor hakikaten. Site sahibine sitenin amacına ve hakkında yazılarına ulaşmak istedim. Siteden edindiğim bilgileri sizinle ve okurlarınızla paylaşmak isterim. Sitenin sizin alıntınızı barındıran adresi http://www.ilmihalim.com/Konu-Detay.asp?Id=28&DId=78

Site hakkında bilgi, 

"SİTEMİZ, HERHANGİBİR CEMAAT VEYA TARİKAT SİTESİ DEĞİLDİR,
ALLAH VE RASULUNUN SÖZLERİNDE, KENDİ YERİMİZİ BULACAĞIMIZ SİTEDİR" ve site sahibi/yazıları paylaşan kişi hakkında"1983 İstanbul Eyüp İmam Hatip Lisesi Mezunu
1987 Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi Mezunu
İslam Mektebi Öğrencisi
SERBEST MUHASEBECİ, FERHAT  
GAZİANTEP" şeklinde bilgilere ulaştım. Şöyle yorumladım, bu kişi dini içerikleri kendi yorumlarıyla yazdığı bir site kurmuş, altyapısı ilim irfan sahibi demek için bence yeterli görünmüyor siz ne dersiniz? İlahiyat dalında bir yüksek öğrenimi, uzmanlığı, doktorası vb şeklinde bilgiler göremedim. Muhasebeci olduğunu belirtmiş. Bu nedenle her ne kadar karşı da olsak bu tarz aslı olmayan bilgilerin yayılmasına ön ayak olmamamız gerektiğini düşünüyorum. Bu sebeple bu yorumu yazmak istedim. Toplumumuzun/halkımızın hep bu şekilde uç/itham olunduğu değerlerin temsili olmayan/ekstrem örnekler üzerinden kutuplaştırıldığını düşünüyorum. Bu sözüm her görüşün fanatik savunucularına ithafen, çünkü teyit etmeden bağlam hakkında bilgi sahibi olmadan sadece bir fotoğraf üzerinden işaret parmağını doğrultma eylemini benimseyen fanatizm çok doğru gelmiyor bana. 
Suya yazdınız, tam bamteline rast geldi. Ben de buraya birkaç şey yazmak istedim.

17 Nisan 2021 04:19

 Sil
Blogger Nursun Erel dedi ki...

Sayın Zeynep,

Yazımı okuduğunuz, zaman ayırıp, değerlendirdiğiniz ve bu çok değerli bilgileri içeren yorumu bıraktığınız için çok teşekkür ederim. Bir kaç nokta üzerinde yanıt vereyim...
-Bu yazıyı yazma gereğini Ramazan’ın “ilk günü” milyonlarca kişi tarafından izlenen Nihat Hatipoğlu programına denk geldikten sonra duydum. Toplumumuzun eğitim eksikliği dikkate alındığında içerik olarak ciddi yayınlara ağırlık verilmesi gerekirken, incir çekirdeğini doldurmayan bu konunun işlenmesi ve pek çok kişinin zoom yöntemiyle bağlanarak sorular yöneltmesi dikkatimi çekti ve çok üzüldüm.
-Kadının aile içindeki konumunu irdeleyen ve toplumu adeta ortaçağa geri götürmek isteyen sitedeki içerikleri fark ettiğimde üzüntüm daha da arttı, hele İstanbul Sözleşmesinin kaldırıldığı (?) atmosferde giderek bir kaosa sürüklendiğimizi hissettim.
-Aslında sizin kayda geçirdiğiniz siteyi ben de bütün yönleri ile inceleyip kayda geçirmiştim, fakat yazımda referans vermekten KORKTUM! Neden mi?
1-Bu gibi “sözde ilim irfan yayma” amaçlı sitelerin aslında “zehir” yaydığının herkes farkında! Yetkililer de! Ama ne yazık ki göz yumuyorlar. Çünkü toplumumuzun sürüklendiği karanlık, işlerine geliyor.
2-Benim gibi, sizin gibi “yaraya parmak basmak” niyetiyle bu “netameli konular”a el atanlar ise, bir anda hedef haline getirilip linç edilebiliyor. O kadar sahipsiz kaldık yani... İşte bu yüzden korktum. 
Ancak bu sabah, saat 06.00’da sizin yorumunuzu görmek, içimdeki umudu yeniden filizlendirdi. 
Teşekkür ederim
Ancak ben açık adımla bu blogda iyi kötü fikirlerimi ortaya koyuyorum. Sizin gibi nitelikli bir insandan da bunu beklerdim. Yanlış mı düşünüyorum?

En iyi dileklerle

17 Nisan 2021 06:51

 

(*)

 https://bennursunerel.blogspot.com/2021/04/suslenmek-orucu-bozar-m.html


 

Cumartesi, Nisan 10, 2021

Ayol şerbetli operetiniz yok mu?



-Ah keşke pandemi olmasaydı da şöyle güzel bir gece geçirseydik. 

Şıkır şıkır giyinir kuşanır, Başkentin göbeğindeki, eşsiz bir pırlantaya benzeyen Opera Binasında alırdık soluğu... Diyelim ki Yarasa Opereti sahneleniyormuş, bir iki saatliğine de olsa derdimizi tasamızı unutur, kontla güzel eşinin maceralarına dalar, o şaşaalı müzik ve renk şölenini hayranlıkla izler dururduk.

-Nerde o günler?

Neyse ki televizyon var... Geçenlerde TRT 2’de “Operet Gecesi “  yayınlanacaktı, Devlet Opera ve Balesinin seçkin solistleri ve orkestrası günlerce çalışıp hazırlanmıştı. Eserlerden biri de Johann Straus 2’nin ünlü Yarasa Operetiydi... Televizyonun karşısına kurulduk, çayımızı kahvemizi aldık, izlemeye başladık... Aaaa bir de ne görelim?  Onca emek verilmiş, çekim için sahnelenmiş eserler kesilip kuşa çevrilmiş... (*)

-Aaa nasıl olur? Neden?



-Biz de merak ettik, sorduk soruşturduk. Yarasa Operetinin sahnelerinde şarap, şampanya yer alıyor biliyorsun,  oyunun librettosunda da  tabii ki bu sözler geçiyor. Sansür heyeti almış eline makası, geçmiş  kayıtların başına... Onu kes, bunu kes... Sahnelenecek tüm eserleri kuşa çevir...

-Ayol dünyaca ünlü, bütün önemli opera sahnelerinde daima kapalı gişe oynayan  bu eserlere yazık değil mi? Ya sanatçılar? Onların emeğine hiç mi acımadınız?

-Ne yani? Operetin en ünlü sahnelerinin librettosundaki şampanya sözlerini değiştirip, solistlerin eline  “lohusa şerbeti” mi verilmeliydi sizce?



Düşünüyorum da, kaçıncı devirdeyiz yahu? Bu anlamsız yasaklarla nereye varacağınızı düşünüyorsunuz? Hani kimsenin yaşam biçimine karışmayacaktınız? O verdiğiniz sözlerin tamamında takiyye mi yapıyordunuz?

Yoksa sizin entellektüel düzeyiniz “orta çağ yaşam standartlarıyla” mı sınırlı? E, ne diyeyim yani? Eğitimde, kültürel ortamda, sanatta, özgürlüklerde geriye gitmedik mi? “Hanımınızdan ayrılmak yerine ikinci üçüncü hanımları alın, yaşamınız güzelleşsin” diyen doktoru unuttuk mu? Ahaliyi yalan dolandan ibaret öğretiler, merdiven altı kurslar, yurtlarla karanlığa sürükleyen tarikatlar, ortalığı baştan sona örümcek ağı gibi sarmadı mı? Yobaz söylemleriyle, kerameti kendinden menkul takım her gün TVlerde boy göstermiyor mu? Kadına şiddet adeta olağan hale gelmedi mi? Tacize uğrayan zavallı çocuk için hem de bir kadın (!) bakanınızın “bir kereden bir şey olmaz” dediğini unuttuk mu? 

Bu koşullarda İstanbul Sözleşmesinden bir kalemde çıkma kararınızı kendi yandaşlarınıza bile izah edemediniz öyle değil mi?

Üstelik bütün bunlar yaşanırken, mahkemelerden 24 saatte alınan kararlarla bütün bu hoşa gitmeyen haberlerin yayınına şak diye! engel getirilmiyor mu?

O zaman ben de şak diye! kumandaya basar, TRT ekranını kapatırım...

-Ne mi yapacağım?

YouTube açıp, Yarasa Operetinin eski kayıtlarını izleyeceğim...  

Ha, uzun zamandır  özel bir gün için diye buzdolabında soğuttuğumuz şampanyanın da tam zamanı bence... Datça’nın eşsiz  “ak bademleri” de yanında çoook güzel gider...

-ŞEREFE!!!

(*) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/trtden-konser-programina-sansur-iddiasi-1821131





Pazar, Mart 21, 2021

Kınalı-ojeli parmakları görelim




Yaşananları hayretle izlerken pek çok “olamaz” dediğimiz olayın “bal gibi oldurulduğuna!” tanık olmadık mı? Elbette, İstanbul Sözleşmesi denen güvencemizin kaldırılmasından söz ediyorum. Nedir o? Diyorsanız, maddeleri şurada dursun, sözleşmenin adı bile bunu özetliyor. *



-Peki canlarım, arkadaşlarım, dostlarım, bacılarım, ablalarım, kız kardeşlerim, komşularım, bu -ben yaptım oldu-  yaklaşımının aslında  “bizleri yok saydığının” farkında değil misiniz?

-Neden? 

Diye soruyorsanız, ben de size, “toplumun yarısını oluşturduğumuzu ve bu gücümüzün hafife alınmaması gerektiğini” söylüyorum:

-Ayol, bir kararname ile bizi ve haklarımızı koruyan bu kararnameyi feshedebiliyorlarsa, biz de ojeli-kınalı  parmaklarımızın bir fiskesi ile onları seçimde bal gibi değiştiremez miyiz? 

Bakın size bir önerim var, gelin, altın günü yerine bir sohbet günleri düzenleyip (aman ha! Covit’e karşı, maskeli, birer ikişer kişiyle...) gelişmeleri konuşalım mı? Zaten altının yanına varılabiliyor mu? Uçmuş gitmiş fiyatı. “Altın yoksa gelmem” diyenlere de, kıyır kıyır peynirli poğaça ile bol tarçınlı-cevizli- elmalı pasta yaptım, masada. Çay da demlendi, haydi, kuru kuruya sohbet olmasın, çaylarımız da hazır, buyrun, afiyet şeker olsun.

Ha, ne diyorduk?

Kınalı-ojeli parmaklarımızın bir fiskesi ile yapabileceklerimizi konuşuyorduk.

-Kadın ve erkeğin fıtratında eşitlik yokmuş. E, siz bunu kabullendiniz mi?

-O zaman, kınalı ellerinizle tarlayı sürmeye, sütü sağmaya, bebeğe bakmaya, yemek pişirmeye, evi temizlemeye, dantelden kazandığınız üç beş kuruşu evin reisine vermeye devam... Eh, onun fıtratında yokmuş  madem bu işler, gitsin kahvede taş oynasın, kağıt karsın.

-E ne yapsın garibim? İş de bulamadı ki maaşlı? Çiftçilik, hayvancılık artık para getirmiyor, biz sadece evin kilerine koymak, aç kalmamak için tarlada çalışıyoruz.

-Nasıl iş bulacak? İktidar partisinden tanıdık var mı?

-Nerede olsun be ablam? Oğlan, kız ne çilelerimizle  okuyup üniversite bitirdiler, KPSS’de yüksek puanlar aldılar ama, sonuç? İkisi de mülakatta elendi.

İşte bunu yaptıranları bir fiske ile gönderelim.

———

Sonra diğer mahalleden! metalik ojeli, pırlantalı yüzüklü arkadaşlarım “aman evi boşver, zaten karantina da yeni kalktı, bir kafeye gidelim” dediler buluştuk, sinek avlayan garsona seslendik:

-Ay, ben bir buzlu Caramel Macchiato alayım, kafam yerinde değil de... Sorma cancağızım, bizim kız kocadan ayrılıyor

-Aaaa  ne oldu? Ayol daha yeni evli değil mi? Bana da bol köpüklü, sade kahve...

-Şiddet uygulamış kıza. Yavrucak bizden gizlemiş, -milletin diline düşmeyelim- diye. Nafaka, tazminat  duruşmaları bitince ayrı ev açacağız.  Malum, işi yok, evlenirken çalışmasını istemedi kocası. Kızın üniversite diploması, bildiği diller filan boşa gitti, 30 yaşını da aştı şimdi, iş bulabilmesi çok zor.

-Babası ne diyor peki?

-Ne diyecek, eve uğradığı yok ki, o kadınla beraber... Hele şu tarikatçı sözde doktor yok mu? -İkinci hanımla evlenin- dedi ya, benim kocam iyice zıvanadan çıktı.**

İşte bunu yaptıranları da bir fiske ile gönderelim.

———

Bir kaç gün geçti, kitap sohbetlerinde buluştuğum arkadaşlarımdan biri aradı:

-Yahu sen Feministler kitabı üzerine yazmışsın ama onlara uyulursa, memleket karışır. Malum, -cinsel özgürlüğünüzü ilan edin, yaşlıları huzurevine, çocukları kreşe bırakın, hayatınızı yaşayın- diyorlar.

-Aşkolsun, sen böyle mi anladın bunca, emek verilmiş 880 sayfayı?

-Tam öyle değil ama, gerçekçi bulmadım bazı fikirleri. Kreşler, huzurevleri kaç para haberleri var mı? Bizim maaşlar da malum. Zaten onların (kreşler, huzurevleri) sayısı da yetmiyor ki... Ama takdir etmedim değil, bizim lehimize pek çok yasa değişikliğini başarmışlar, helal olsun.***

Baktım parmağında, kendi tasarımı olan gümüş yüzüğü, düşüncelere dalıp, çevirip duruyor...

-Ama sen neden bu kadar karanlıktasın?

-Sorma, işyerimde korkunç baskı altındayım, daire başkanlığından alıp kızağa çektiler. Sebebi, o yeni atanan genel müdürün bir yakınını yerime getirmesi. Üstelik kadın hiçbir koşulu taşımıyor, doğru dürüst diploması bile yok, bir yatay geçiş uydurup, asla hakkı  yokken memuriyete atadılar. En önemli özelliği, kocasının parti il başkanının kardeşi oluşu, bir de o tarikat... Kara çarşafla gelip gidiyor daireye...

-Kara çarşaf mesele değil, belki kafasının içi aydınlıktır, peki mahkemeye başvurmadın mı görevine iade için?

-Başvursam ne olacak? Bütün hakimler savcılar ellerinde...

Bu kez yüzüğünü bırakıp ojesiz parmaklarını çıtlattı teker teker, ağlamaklıydı:

Ayrıca kızıma da çok üzülüyorum. Onca eğitim, masraf, çaba, okul yıllarında kurduğu hayaller, hep boşa çıktı... Defalarca girdiği sınavların hepsini kazansa da, sıra geliyor mülakata dayanıyor, orada eleniyor. Neymiş? Annesi, yani ben muhalif parti üyesiymişim...

İşte buna sebep olanları da bir fiske ile gönderelim...

E, o zaman? Madem kendi kaderimiz, kendi kınalı-ojeli ellerimizde ne duruyoruz?

* https://rm.coe.int/1680462545

** https://tele1.com.tr/iste-gerici-ali-edizerin-atandigi-yeni-hastane-240075/

*** https://t.co/BwUeHlD59m?amp=1

Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...