Bu Blogda Ara

Ipanema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ipanema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cuma, Nisan 19, 2013

Rio’da Türk Rüzgarı (3)









Feyzan ve Mehmet’e


-A evet size sözüm vardı. Caipirinhas içecektik. Nasıl mı yapılıyor? Şeker kamışından üretilmiş bir tür rom kullanılıyor, “Kaçaça denilen... Bir limonu ince ince doğrayın önce, sonra havanda ya da bir  cam kasede, üzerine yarım çay bardağı toz şeker ekleyip, hafiften ezin... Limon koksun heryer... Şimdi bardaklara dağıtın o şekerle ezdiğiniz limon dilimlerini, üstüne bolca buz ekleyin ve kaçaçayı doldurun bardağa... Karıştırın, işte size caipirinnhas.... Mmmm nefis değil mi? Afiyet olsun...

Copacabana'da bikini satışı
Rio’da tam bir tropik iklim var, hava sıcak, rutubetli... Hemen plaja inmeli... Hangisine mi? Valla hangi havanızdaysanız, örneğin Copacabana, isterseniz voleybol ya da tenis oynar, kendinize güveniyorsanız 3 metrelik dalgalarda sörf de yapabilirsiniz... Ya da uzanın şöyle kumlara, önünüzden seyyar satıcılar gelip geçsin, tam karşınızdaki “Şeker Tepelerini” seyrederek hülyalara dalın...

-Burada denize girilmiyor ama... Denizde yüzen bir kişi bile yok...

Dediğinizi duydum, evet, sanırım öyle... Okyanusun 3 metrelik dalgaları hiç eksik olmuyor ki... Bu yüzden denizde sadece sörfcüler var. Birisi demişti ki, “Rio’da denize girilmiyor, duruluyor sadece.” Bu galiba doğru... Olsun, plajda vakit geçirmek çok zevkli. Bir şeyler atıştırmak, Caipirinnhas içmek... Üstelik seçenekler de bol... Bugün Copacabana, yarın Ipanema... Plajlardan plaj  beğen. Ama Ipanema daha bi sosyetik... Oraya giderken güzelce çeki düzen vermeli saça başa şöyle... A, bir de “Kırmızı Plaj” var, bir gün de oraya gideriz. Ya da adalarda piknik yapabiliriz. Hatta tekne kiralayıp gezebiliriz...

-Türk rüzgarı dedin de... Pek anlaşılmadı...

Türk Rüzgarı
Dediniz di mi? Evet, şu sıralarda tüm Brezilya’da Türk Rüzgarı esiyor... Bunun sebebi THY’nin de sponsor olduğu televizyon dizisi... Hani bir zamanlar biz Türkler “Köle Isaura’yı” izlerdik, hayat dururdu... İşte şimdi Brezilya’da durum tıpa tıp bu. Dizi başladığı anda sokaklarda trafik bile azalıyormuş... Bir Brezilyalı bebeğin Türkiye’ye kaçırılıp evlat edinilmesi varmış odağında dizinin... Kız yıllar sonra anlıyormuş asıl ailesinin  Brezilya’lı  ve çok fakir olduğunu... Dizi, yer yer Istanbul ve Kapadokya’da geçiyormuş... Onun için hangi dükkana girsek soruluyor:

-Nerelisiniz?

-Türküm dediğinizde ise size hemen  Türkçe “iyi akşamlar”, “günaydın” filan deyip, Kapadokyayı Istanbulu soruyorlar... Bu nazar boncuklarının satıldığı dükkan da böyle bir Türkiye hayranlığının simgesiydi sanki...

Teleferik
Akşamüstü Şeker Tepelerine çıkıyor muyuz? E tabii, Rio’da yapılacak en güzel şeylerden biri bu. Önce teleferiğe gidip sıraya girmeli... Şapkanızı, güneş gözlüğünüzü hatta şemsiyenizi hele hele de fotoğraf makinenizi sakın unutmayın... Uzun bir bekleme kuyruğu var teleferikte, gemi turlarından gelen 80-100 kişilik turist gruplarının beklemeden teleferiğe alınması da işin cabası... E, ne yapsınlar? Rezervasyonları önceden kesinleştirilmiş. 
Şeker Tepelerinden Rio

-Oh, teleferiğe nihayet bindik... Manzara şahane... Burası 1. Etap... İşte aşağıda Copacabana, işte kırmızı plaj... Al gözüm seyreyle... Şak şak şak... Eller deklanşörlerde... E, şimdi de ikinci etaba çıkmalı... Ufff dünyanın tepesinde miyiz artık? Rio ayaklarımızın altında... Şu sis de olmasaydı keşke...

-“E peki, Brezilyalılar mutlu mu?” diye merak ediyorsunuz değil mi? Bilmem, mutluluk heryerde bireysel... Ama son yıllarda özellikle Rio açıklarında bulunan petrolle ülkenin refah seviyesinin bir anda yükseldiği doğru galiba... Bir söyleme göre son 10 yılda tam 50 milyon insan fakirlik seviyesinden birden orta sınıf seviyesine yükselivermiş... Yolsuzluk yine varmış ama görece azalmış... Emlak fiyatları dünya jet sosyetesinin de katkısıyla katlanmış tabii Rio’da... Copacabana’da okyanusa bakan bir daire 1.5 milyon dolardan el değiştirirken  Ipanema’da bu rakam 3.5 milyon dolarları buluyormuş. Hele Leblon’da gayrimenkul fiyatları daha da yüksekmiş...
Ipanema
Gecekondular
İyi ama gecekonduları da unutmamalı... Leblon’un, Ipanema’nın  bakımlı gökdelenlerinin hemen ardında dağlara tırmanan sayısız gecekonduda onbinlerce insan yaşıyor...

-“Akşam ne yiyeceğiz?”

diye mi sordunuz... Isterseniz şu lunaparka benzeyen Marius’a gidelim, hani şu tavanlarında duvarlarında binbir çeşit tuhaf eşyanın (piyano, imbik, para kasası vs.) yapışık olduğu Copacabana’daki restoran... Dev bir açık büfe var antreler ve tatlıların yer aldığı...  Yalnız dikkat edin, sürekli masanıza gelip, tabağınıza et ya da balık aktaran garson sizi sonunda mide fesadına uğratabilir... Ya da Ipanema’ya uzanalım, Riso’da yer ayırtmıştık... Hani şu aynı zamanda sanat galerisi olan butik restoran...

-Buralarda adambaşı hesap 100 doları buluyor, boşverelim yahu...

Diyorsanız, caddelerde turlayalım... Sokakta ya churros, ya papaya krebi ya da birer tane haşlanmış mısır alıp açlığımızı bastırırız, bira da içeriz yanında... Ya da şu İtalyan restoranına mı gitsek? Müzik de var, sevimli ihtiyarlara “Girl from Ipanema”yı çaldırsak fena mı olur?

-Ahh, ne yazık ki sonuna geldik Rio tatilinin... Bavulları toplamalı... 

Riso
-“Daha çok şey vardı yapacak” diyorsunuz biliyorum... Botanik parkına gitmeliydik, müzeleri, sanat galerilerini gezmeliydik... Hatta şu meşhur zümrütleri, safirleri, elmasları nasıl işliyorlar bunları görebilmek için Stern’e ya da Amsterdam Sauer’e uğramalıydık ama kısmet değilmiş... Şu Amazon bitkilerinin tohumlarından yapılmış bilezikler neyimize yetmiyor?

-Bi dahaki sefere... Adeus (*) be güzelim Rio De Janeiro...


(*) Adeus: Elveda
(**)Sou: Son


--------------Sou----------

Perşembe, Nisan 18, 2013

Rio’da Türk Rüzgarı (2)





Feyzan ve Mehmet’e


Taunay'ın fırçasından şelale
Rio’daki gezimiz devam ediyor...Tijuca ormanındaydık... Yürüdüğümüz patikalarda kelebekler uçuyor, renklerine bayılıyorum. Sağ tarafta muz ağaçları var, Dörtyol’daki evimizde de muz ağaçları vardı ama nedense pembe pembe çiçekler açtığına hiç tanık olmamıştım. Ormanın kendine özgü kuş, böcek seslerine bir yenisi eklendi, bir yerlerden su sesi geliyor ve aniden bütün görkemi ile Taunay şelalesi çıkıveriyor karşımıza:

-Aman Tanrım, bu nasıl bir güzellik?

Taunay Şelalesi
Taunay (*) bir Fransız ressam... 1800’lerde gelip yerleşmiş Brezilya’ya... Her tarafı karış karış gezip Tijuca Ormanının tepesindeki bu şelalenin yakınında yaşamaya karar kılmış ve evini buraya kurmuş. Yaptığı resimlerle şelaleyi ve ormanı ölümsüzleştirmiş... Sonra da Brezilyalılar şelaleyi onun adıyla “Taunay” diye anmaya başlamışlar...
Dağın tepelerinden akıp gelen tonlarca suyun döküldüğü kayalar, cilalanmışcasına pırıl pırıl parlıyor. Ya çevresindeki bitki örtüsü? Hani şu bizim evlerimizde gözünün içine bakıp güç bela yetiştirmeye çalıştığımız saksı çiçekleri değil mi kimileri? Nasıl da serpilip, dev yapraklarla her yeri sarıvermişler?

Yürüyüşümüz sürüyor, şelaleyi biraz geride bıraktığımızda, şöyle aşağılara doğru indiğimizde, bir kuytuluğa gizlemiş minicik bir piknik alanıyla karşılaşıyoruz... Taş merdivenlerle ulaşılan sevimli ıslak zemin hemen sarıp sarmalayacak gibi sizi...

Tijuca'da Piknik Alanı
-Yeter ki bu dünyanın o acımasız gerçeklerinden kop, bana sığın, ben seni tüm sıkıntılardan kurtarır, avuturum” der gibi...

-“Öyle romantik bir ortam ki... Keşke Rio’lular yaşamlarının önemli anlarını burada geçirseler,” diye düşünüyorum.

Ama gerçek dünyadan kopuş için bu kadarı yeterli... Şimdi insanların arasına karışmalı biraz da... Ormanın farklı bir köşesine, kuzeyine ilerleyip, şu “Çin Kameriyesi”nden Rio’yu gözlemlemeli... Ne farklı bir doğası var bu kentin... Şu Şeker Tepeleri (**) örneğin... Denize tersine çevrilmiş iki dev yüksük konulmuş sanki... Siyah yüksükler... Kimi cephelerinde hiç bitki yok, denize inen simsiyah pırıl pırıl keskin yüzey insanı korkutuyor. Tepelerin kimi cepheleri ise yemyeşil bir tropik örtüyle bezeli...

-Evet, şeker tepelerine gideceğiz ama daha karnınız acıkmadı mı sizin? Rio’nun göbeğindeki şu ünlü pasta fırınında bir şeyler atıştırmaya ne dersiniz?

Ormandan o güzelim manzaradan kopup, 20 milyonluk kentin keşmekeşine dalıyoruz. Trafiğin milim milim bile ilerlemediği sokaklar...

-"Aman çantanıza sahip olun" diye uyarıldık... Çantamıza sıkı sıkı sarılıp pasta salonuna giriyoruz, onu oturduğumuz iskemleye mi asmalı?  “Aaa, o da ne?” Bir garson hemen koşup geliyor, elindeki özel aletle çantayı naylon bir kilitle oturduğumuz iskemleye kilitleyiveriyor...

Confiteria Colombo
-Mmmm, menü çok cazip... Upuzun bir şarap ve şampanya listesi var. Ama vitrinler ondan daha cazip... O ne pastalar öyle? Hangisini tatmalı? Galiba şu üstü Passion Fruit jölesi ile bezeli olanını beğendim.Mmmm nefis...

Pastaların tadı damağımızda ayrılıyoruz ünlü pasta fırınından... Ne tuhaf şu Brezilyalılar. Ara sokaklarda minicik meyhanelere atmışlar kendilerini sabah sabah... Okyanusun sonsuzluğuna açılan güzelim plajlar dururken, şu duvar resminin karşısında içki içmenin acep ne keyfi vardır ki?

Ara sokakta meyhane
-Ne mi içiyorlar? Caipirinnia tabii... Onu size yarın anlatırım...
Şimdi yürümeye devam... 

Rio Katedrali
Bakın  şu modern katedrale... Dıştan bakıldığında dev bir beton koni... Aslında hiç de çağırmıyor insanı ama içine girdiğinizde atmosfer birden değişiyor... Tavan ulaşılmaz gibi, göğün sonsuzluğuna yükseliyor sanki... Dev koninin içine çakılmış, rengarenk dev vitraylar... Çok etkileyici...

(*) Nicolas-Antoine Taunay (1755 Paris -1830 Rio De Janeiro)
(**) Sugar Loafs-Rio De Janeiro
(***) Confiteria Colombo


YARIN: ŞEKER TEPELERİ


Ata’nın Kolibası

Geçenlerde yolum Söğütözü’ne düştü, pek çok bakanlığın, resmi kurumun, AKP ve CHP genel merkezinin hatta büyük alışveriş merkezlerinin bulun...