Yeğenim Begüm’le birlikte “önemli bir aile kutlaması” için yarım gün izinliydim, bir kaç saat sonra, Ecevit röportajı için gazeteye dönüp hazırlanacaktım, İzmir Caddesindeki terzimize gidiyorduk, orada bulunan (Şimdi yerinde YSK var) Danıştay Binasının önünde çok sayıda canlı yayın aracını ve meslektaşlarımı görünce anladım ki, bir şeyler oluyor... Meğer Danıştay baskına uğramış, hatta bir hakim öldürülmüş... (*) Aceleyle, büyük telaş içinde gazeteye döndüm, benim randevumun saati yaklaşmıştı, teybimi, not defterimi hazırladım, foto muhabirim Tarık Bakıcı ile yola çıktık.
O günler bilmem aklınızda mı?
Ecevit, giderek bozulan sağlığına, hatta düşünme ve karar alma yetisindeki gerilemeye karşın Başbakanlığı bırakmamakta diretmiş, sonunda, tam da yanındakilerin! bir “operasyonu” ile koltuğunu terketmek zorunda kalmıştı. Oysa Ecevit, hepimizin pek çok özelliğiyle inandığı ve güvendiği bir isimdi, yanlışta ısrarcı tutumu ne yazık ki bu büyük devlet adamının kusursuz ismini zedeledi...
O sıralarda İngilizce yayınlanan günlük The New Anatolian gazetesi için haftalık söyleşiler yapıyordum, saat 15.00’e doğru, Ecevit’lerin Or-an sitesindeki mütevazı evinin kapısını çaldım, Rahşan Hanım, gri elbisesini giymiş, saçlarını özenle taramış, gülümseyerek bana “hoşgeldiniz” dedi, salonda gazete okuyan Bülent Bey, beni görünce her zamanki nezaketiyle ayağa kalktı, el sıkıştık. Her ikisinin “her an” ve “herkese” sergilediği incelik ve saygı karşısında biraz da ezilerek selam verdim.
Ecevit, Danıştay’da olanları duymuş, detaylarını öğrenmişti... Bunun üzerinde konuştuk önce, çok üzgündü, art arda çalan telefonlarda hep bu soruluyordu, çareyi telefonu “Nursun Hanımla söyleşimizi bölmesinler” diye Rahşan Hanıma teslim etmekte buldu.
Danıştay Saldırısı başta olmak üzere pek çok siyasi konu vardı ama, benim için o anda yöntem öne geçmişti, Bülent Beye rica ettim:
-Efendim gazeteci olarak da çok iyi bildiğiniz gibi ben bu görüşmemizi kaydedeceğim, büroya dönüp deşifre edip, kaleme alacağım . Sonrasında, İngilizceye tercüme edeceğim, ardından da röportajı bizim Amerikalı editörümüz Marc (Chenault) gözden geçirip düzelterek basıma hazır hale getirecek...
-Evet sizin gazeteyi ve On The Record’u (benim söyleşilerim bu başlıkla yayınlanıyordu) sürekli okuyor ve beğeniyorum.
-Ama efendim sizin o kusursuz İngilizceniz varken niye böyle dolambaçlı bir yol kullanalım? Benim içime sinmiyor, açıkçası sizin söylediklerinizi düzeltmek ne benim ne de Marc’ın haddi olmamalı.
-Aman efendim, rica ederim, peki ne yapalım istiyorsunuz?
-Efendim söyleşimiz madem İngilizce yayınlanacak, siz görüşlerinizi İngilizce ifade edin, olmaz mı?
Bülent Bey “nasıl isterseniz” deyince, sevinçten uçtum çünkü 1 saat sürecek röportajın deşifresi şurada dursun, İngilizceye çevrilmesi de dikkate alındığında, saatler sürecek bir iş yükünün yarısı böylece sırtımdan kalkmış olacaktı... Rahşan Hanımın getirdiği susamlı krik kraklar ve demli çay eşliğinde sohbetimize başladık. İşte Ecevit’in komaya girmeden önce AKP hükümetine “Derhal çekilmelidir!” Çağrısı yaptığı, ses kaydını hala sakladığım röportaj böyle ortaya çıktı...
İlişikte tam metni yer alan*** yıllar önceki röportajın girişi (Türkçesi) şöyle:
“Ecevitler'in Or-An sitesindeki evlerinin kapısını çaldığımda akşamüstüydü, kapıyı açan Rahşan Ecevit, beni foto muhabirim Tarık Bakıcı ile birlikte sıcak biçimde karşıladı ve içeriye buyur etti. Bülent Ecevit, salonda oturduğu koltuktan güçlükle ayağa kalkarak elimizi sıktı. Hareket etmekte zorlanıyor, sesi güç duyuluyordu, açıkladı:
-'Yeni bir soğukalgınlığı atlattım'
Sonra oturup, sıcak gündemi konuşmaya başladık. Randevumuz Danıştay saldırısının sonrasına denk gelmişti, önce bana saldırıyla ilgili detayları sordu. Hafta sonunda Kuzey Irak'ta, Süleymaniye'de olduğumu da biliyordu, izlenimlerimi öğrenmek istedi.
Sonra teybimin mikrofonunu Bülent Beyin gömleğine taktım, ama hemen düştü. Ara verdik. Bu kez mikrofonu gömleğinin yakasına iliştirdim. Biraz sonra ise Rahşan Hanımın sevimli kedisi gelip teybimin mikrofonu ile oynamaya başladı. Bu da bir kez daha ara vermemize yol açtı, söyleşinin yarısında ise elektrikler kesildi. Ecevit bu sorunu son zamanlarda çok sık yaşamaya başladıklarından şikayet etti. Eski başbakan, söyleşide İngilizce konuşmayı tercih etti, kimi zaman durakladı, kelime bulmakta zorlandı , kimi zaman ise araya Türkçe sözcükler koydu...”
Röportaj sonrası Ecevitler’e veda edip, büroya döndüm, hazırlayacağım röportajın yayınına daha bir kaç gün vardı... Ertesi gün ailemiz için önemliydi, yakınlarımızla buluşacağımız kutlama yemeği için koşturacaktım... Dolayısıyla Bülent Ecevit’le röportaj bandını ve notlarımı bir kenara koydum...
Aile yemeğimiz geç saatlerde bitti, eve dönüp kendimi yorgun argın yatağa attım... Gecenin bir saatinde, gazetenin o sıralardaki genel yayın yönetmeni Mete Belovacıklı’nın telefonuyla sıçradım:
-Nursun, biliyorum çok geç bir saat, fakat önemli olduğu için aradım
Ben gecenin sersemliği üzerimde:
-Ne oldu? Birisine bir şey mi oldu?
-Bülent Ecevit beyin kanaması geçirdi, hastaneye kaldırıldı, komada... Dolayısıyla senin röportaj artık büyük önem taşıyor... Pazartesi gününü beklemeden hemen yayınlayalım... Sen sabah ilk iş gazeteye gel...(**)
Tabii o andan itibaren bende uyku muyku kalmadı, gözlerim faltaşı gibi açıldı, erkenden kalkıp gazeteye gittim... İşte bu notlar, tarihe not düşen o röportajın öyküsüdür.
Yalnız aradan geçen yılların ardından yüreğimi sızım sızım sızlatan tek bir pişmanlık var:
-Neden İngilizce yaptık? Bülent Ecevit’in sözleri keşke kayıtlara Türkçe olarak geçseydi... Öyle ya, bu sözlerle dünyaya değil, Türk kamuoyuna sesleniyordu...
(*) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Dan%C4%B1%C5%9Ftay_sald%C4%B1r%C4%B1s%C4%B1
(**)https://www.hurriyet.com.tr/gundem/bulent-ecevit-beyin-kanamasi-gecirdi-4438260