Gazeteciler Cemiyetinde yaklaşan kongre için, adaylığım üzerinde ısrarlar yoğunlaşınca epey düşündüm:
-Kırk yıl emek verdiğim gazetecilik mesleği bana artık bir örgüt sorumluluğu yüklemiyor muydu?
-Gazeteciler Cemiyetinde yürüttüğüm çalışma sırasında gözlemlediğim ciddi yanlışlar için çaba göstermek gerekmez miydi?
-Biz başımızdakileri, “koltuğa yirmi üç yıldır yapıştınız, denetimden kaçtınız, adaletsiz davrandınız” diye eleştirirken, “tam otuz iki yıldır başımızda durmakta ısrar eden, denetime, adalete, eşitliğe kapalı yol yürüyen” yöneticilere ne diyecektik?
Uzun uzun düşündükten sonra kararımı verdim ve adaylığımı açıkladım.
İstifa ettiğim gün başkan beni telefonla arayıp, dedi ki:
-Nursun ben zaten senin ayrılacağını tahmin ediyordum. Belki de adaylık düşünüyorsun, e tabii, demokratik hakkındır.
Bu sözler kulağımda çınlarken, elimde “Cemiyetin aday listesini talep eden dilekçemle” yola çıktım, Üsküp Caddesi 35 numaradaki cemiyetin bahçesinden içeri girdim, baktım başkan bir kaç arkadaşıyla oturuyor:
-Günaydın Başkan
Diyerek elimi uzattım, elimi havada bırakan başkan, asabi bir yüz ifadesiyle “sen hainsin elini sıkmam, sana liste miste de vermem” demesin mi? Karşısına oturdum, “Neden? Bir hafta önce bana başkan adayı olmak demokratik hakkındır dememiş miydiniz?” Diye sordum, o ise yakışıksız hakaretlerini sürdürdü. Bu sözleri burada tekrarlamayı, “kendisinin ayıbıdır” diye gereksiz buluyorum. Tabii üye listesi vermediği gibi, dilekçeme yazılı cevabında da başkan, “ALO 198’e sorduk, liste verilmesinin uygun olmadığı yanıtını aldık” diyerek, “buraya asla korku giremez” dediği Cemiyeti gülünç duruma düşürmesin mi?
Parlamentoda gördüğümüz meslektaşlarımız bile dalga geçmesin mi?
-Alo 198’i Arayınca kim çıkıyormuş?
-Kim?
-Nazmi Bilgin
——Beyaz Sayfa Hareketi——
İşte tam o günlerde bir grup arkadaşımızla birlikte harıl harıl çalışmaya başladık. Önce her açıdan cemiyetin bugün içinde bulunduğu durumun bir fotoğrafını çektik.
-Neler yapılmış, neler yapılamamıştı?
-Avrupa Birliğinden alınan devasa rakamları bulan fonlar nerelere harcanmıştı?
-Bu fonlardan bizim değerli meslektaşlarımız, işsiz arkadaşlarımız, genç gazeteciler pay alabilmiş miydi? Yoksa bu fonlar, o bölümü yönetenler arasında kabarık maaşlar olarak paylaşılmış mıydı?
-Cemiyette bir -aşağıdakiler-yukardakiler- ayrımı yaşanıyor muydu? “Aşağıdaki” arkadaşlarımıza yazdıkları haber başına “sadaka” gibi bir rakam ödenip, üstelik bu ödeme yılda beş defayla sınırlı tutulurken, “yukardakiler” Avrupa’ya, ABD’ye kaçar kez gezilere gönderilmişlerdi?
-Cemiyetin 2021 yılındaki genel kurulunda, gündemle ilan edilmeden, şapkadan çıkan tavşan gibi bir anda ortaya konulan, üç beş kişinin oyuyla geçirilen bir vakıf kurulması önergesiyle “Cemiyetin Merkez Binası, Bizim Çatı Otel ve Restoranı, Kaş ve Kalkan’da 300 milyon euro değer biçilen arazilerinin, yani tüm varlıklarının 16 kişilik bir mütevelli heyetine devredilmesi” ne demek oluyordu?
-Kaş’taki otel inşaatını ihalesiz olarak bir firmaya veren, sonra da işletmesini çok düşük bir kira bedeliyle 20 yıllığına bu firmada bırakan Başkan acaba cemiyet üyelerine Kaş ve Kalkan’dan resimler göstererek neyin savunmasını yapıyordu?
-Denetim Kurulunun başındaki isim, Cemiyette yapılan işleri sürekli eleştirirken, bu vakfın mütevelli heyetine alınınca birden bire sesini kesip nasıl “dut yemiş bülbüle” dönmüştü?
-Sözde deprem bölgesindeki gazetecilere katkı için EED’den alınan 140 bin euro’luk hibe kredisi neden teklif bile alınmadan ikinci el, Cizre 6. noterliğine kayıtlı bir araca harcanmış, işin düzeltilmesi için 700-800 bin liralık harcama yapılarak cemiyet zarara uğratılmıştı? Bunun sorumluları kimlerdi?
-AB denetimleri sırasında ortaya çıkan usulsüz bir ihale tespiti nedeniyle cemiyete 20 bin euro’luk haciz getirilmesi nasıl oluyor da hem gizli tutuluyor hem de işin sorumlularına bu zarar rücu ettirilemiyordu?
——Bizim önerilerimiz—-
Biz de Beyaz Sayfa ekibi olarak oturduk, kafa kafaya verdik, gönüllü olarak bu hareketi destekleyen, (müfettişler, hesap uzmanları, avukatlara da danışarak) bir bilanço ve yapılabilecekler listesi hazırladık. Öncelikle Cemiyeti her açıdan ele alarak Beyaz Sayfa adıyla dijital örgütlenmeye gittik, bir Beyaz Kitap hazırladık, yapacaklarımızı sıraladık (*)
Yönetimden bize haber gönderip, “onları eze eze kazanacağız, hezimete uğratacağız” diyenlere kulağımızı tıkadık, “içkinin 2 ay süresince bedava” kılındığı cemiyette her gün toplanıp sarhoşluğun verdiği cesaretle telefonlara sarılıp, yalanlar sıraladıkları arkadaşlarımız bize bunları aktarınca gülmekle yetindik. Üstümüze meslekte esamesi bile okunmayan trolleri saldılar, muhatap bile almadık.
Ardından Ankara dışında ne kadar üye varsa uçak biletleri gönderip, otobüslere doldurarak getirdikleri üyelerin kaldıkları oteller, ağırladıkları rakı sofraları hakkında dedikodular ulaştı, yok saydık… Hatta uçak bileti gönderilenlerden biri yanlışlıkla bileti bize gönderip, “bana parasını ödeyecektiniz” dedi, kahkahalarla güldük.
Ve Başkan sonunda kürsüye çıkıp içi boş bir konuşma yaptı. Avusturya’da göl kıyısında alınan villalara, AB fonlarının usulsüz kullanımına, satın alınan araçla ilgili İddialara cevap vermedi, bir vakıf kurup Kaş ve Kalkan arazilerini 16 kişiye teslim etme planına hiç girmedi, 50 yıllık gazeteci Emin Varol’a “Karısının tayiniyle Brüksel’e gitti, bu gazetecilik mi?” Diye laf atmak gafletinde bulundu, yüzlerce gazeteci yetiştiren Prof. Dr Korkmaz Alemdar’a, “Sen kimsin? Gazeteci misin?” Diye sormak terbiyesizliğini gösterdi, Yasemin Mıstıkoğlu’na, “sen sadece bir aktivistin” dedi çıktı. Ozan Acar da uzun süre hizmet verdiği, bütün projelerde imzası bulunduğu halde başkan tarafından, “tercümandı” sözleriyle küçümsendi.
Başkanın en büyük çelişkisi ise önce “Biz Nursun’un gazeteciliğine söz söyleyemeyiz” deyip, sonra benim gazeteci Nazlı Ilıcak’la hapishaneden çıktıktan sonra yaptığım röportajın resimlerini arkasındaki panoramik ekrana yansıtarak “işte dostunu görün” demesi oldu.
Kongre salonunun dışında karşılaşınca sordum:
-O resmi dev ekrana yansıtırken, kendisiyle yaptığım röportajdan hiç söz etmediniz. Siz yıllarca Nazlı Ilıcak’la aynı gazetede çalışmadınız mı?
-Çalıştım ama balkonda resim çektirmedim…
Deyince ne kadar güldüm anlatamam…
Makara Kukaracı Bakan Egemen Bağış’la bir ara yediği içtiği ayrı gitmeyen, hatta Bağış’ın düğününe bile Cemiyette ev sahipliği yapan başkan, beni Nazlı Ilıcak’la yaptığım röportaj nedeniyle eleştirmeye kalkışıyordu. Eh, bu kendisinden beklenirdi, çünkü Kaddafi’ler, Yaser Arafat’lar, Benazir Butto’larla yaptığım röportajlar için de bana “Sen morgdan bildiriyorsun” dememiş miydi?
İşte bu engelli koşuda her şeye rağmen Ankara Basını bize güvenip tam 295 üyesiyle Beyaz Sayfa’ya oy verdi.
Yarın: CAN PULAK’A ŞAMPANYA İKRAMI