Bu Blogda Ara

AKP HÜKÜMETI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AKP HÜKÜMETI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi, Aralık 16, 2023

Bunlarda meğer hiç vicdan yokmuş…





Saadet Partili Hasan Bitmez’in ölümü bana “insanlığın bittiği yer!” Sözünü bir kez daha anımsattı. TBMM’de konuşma yaptığı sırada onu izlediğimi (*) söylemiştim…Hastaneye kaldırıldığı andan itibaren, TBMM tutanakları üzerinden Bitmez’in “son sözlerine”  takılıp kaldım… 


Düşünebiliyor musunuz? Bir milletvekili son derece detaylı bir hazırlık yaparak kürsüye çıkmış, herkesi can evinden vurması gereken, hatta düşündürüp, vicdan azabıyla kıvrandırması gereken bir konuşma yapıyor. Ceylan derisi turuncu koltuklardaki milletvekilleri ise onu dinlemek yerine sıra kapaklarına vurup, hakaretlerden hakaret seçerek, laf atarak Bitmez’i yıldırmaya çabalıyorlar…


Affedin ama içimden geçen haykırış şu:


-Dinlesenize be ey adamlar, kadınlar…Düşünsenize biraz, eğer  insansanız…


Yoook. 


Varsa yoksa hakaret, oturdukları yerden laf atmalar, aşağılamalar… 


Ve adamcağızın sözlerini tamamlayıp, kürsüden yere düşmesinin ardından, turuncu koltuklardan yansıyan şu ilkel haykırış:


-Allah’ın gazabı böyle olur işte…


Bitmez’e dakikalarca süreyle yapılan kalp masajı zaten acı sonu belli etmişti ama iktidar koltuklarındaki milletvekillerinin deyim yerindeyse “kılı bile kıpırdamadı.”Aynı saatlerde TBMM Bahçesinde hazırlanan ızgaraların başına yönelip, cızır cızır pişmekte olan  “ciğer kebapları” mideye götürmek üzere yerlerini aldılar. 


Bitmez’in konuşma metninin bulunduğu TBMM Tutanakları elimde, evime döndüm, konuşmasının her sözcüğü  (**) üzerinde döne döne düşündüm…


Sonra dayanamadım, Bitmez kürsüdeyden ona “en çok laf atan kadın milletvekili”ne yazdım:


-Açıklama yapmak ister misiniz?

-Ne açıklaması anlayamadım

-Konuşmasının ardından Bitmez’in rahatsızlanması üzerine…


Bunun üzerine milletvekili bana “mecliste açıklama  yaptım” diyerek, o konuşmasının görüntüsünü yolladı… 


Duyun da inanın! 


Meğer o anlarda AKP’li milletvekilleri Bitmez’e içtenlikle  geçmiş olsun diliyor, bir an önce iyileşmesini istiyorlarmış… Mecliste kavgalar yaşansa da, bunlar siyasi kavgalarmış, milletvekilleri aslında birbirlerini severmiş, normal yaşamlarında iyi dostluklar sürdürürlermiş… 


Aynı milletvekili, Bitmez’in  kriz geçirerek yere düştüğü anda arkadaşları tarafından atılan “Allah’ın gazabı böyle olur işte…” şeklindeki sözleri ise şöyle savunuyordu.


-Bazı  arkadaşlarımız arkalarda oldukları için işin ciddiyetini kavrayamamış olabilirler ama sosyal medyada okuyorum, görüyorum, meseleye bir zalimlik içinde yaklaşılıyor.


Zalimlik buysa kendi tutumu neydi acaba? Bitmez’in konuşmasını en önden izlerken kendisi de laf atmayı son ana kadar sürdürmemiş miydi? Üstelik, Bitmez’e, “ Yalan, külliyen yalan, yazıklar olsun sana! Asıl size lazım vicdan azabı! Yürü…demeyi de ihmal etmiyor muydu?


Bunu hatırlatarak, “sizin tutanaklara da geçen, epey müdahaleniz olmuştu?” dedim ama AKP’li milletvekili yanıt vermemeyi tercih etti…


Hasan Bitmez AKP’lileri “çılgına çeviren” konuşmasını, atılan laflara, kendisine yönelen hakaretlere aldırmadan, dimdik duruşunu hiç bozmadan tamamladı ve kürsüden indiği sırada bayılıp düştü, müdahalelere ve hastanedeki 3 günlük yoğun bakım sürecine rağmen kurtarılamadı…


Bitmez’in 53 yıllık yaşamı ne yazık ki bitti, artık yaşamıyor ama konuşmasının sonunda Sezai Karakoç’tan okuduğu dizeler sonsuza dek gök kubbede yankılanacak ve kürsü kapaklarına vurarak, “ahlaksız, yalancı… yürü…” diye haykırarak  kendisini susturmaya çalışanların kulaklarına küpe olacak:


“Onlar sanıyorlar ki

biz sussak mesele kalmayacak

halbuki, biz sussak tarih susmayacak

tarih sussa, hakikat susmayacak

......

Vicdan azabından kurtulsalar

tarihin azabından kurtulamayacaklar

tarihin azabından kurtulsalar

Allah'ın gazabından kurtulamayacaklar.”


(*) https://draft.blogger.com/blog/post/edit/8040302494100421276/5369743320696720984

(**) https://bennursunerel.blogspot.com/2023/12/hasan-bitmezin-olmeden-once-tbmmdeki.html


Cuma, Kasım 17, 2023

Metin Uca… Elveda canım komşummm




Sevgili dostum, meslektaşım, komşum! Metin Uca’nın en zor anlarda bile gülümseyerek içinden geçtiği yaşama böyle erken, hem de doğum gününde!  veda edeceği aklıma gelir miydi? 


Asla… 


Neleri neleri dert edip, kızarak ama sonunda hep gülerek paylaştık yıllar içinde,  İstanbul, Bodrum, Ankara  buluşmalarında… İlk fırsatta arardı:


-Komşuuuum evde misiniz? Geliyoruuuum…

-Ne hazırlayalım sana?

-Bi menemen yap yeter… Bi de enişteye sor, o şaraptan kaldı mı? 


“O şaraptan” demesi,  şaraba düşkünlüğünden değil, bizdeki şarabın tuhaflıkları çağrıştıran adındandı…


Cumhuriyet’te çalıştığım yıllardı, o Kanal D’deydi, Kızılay’daki binanın üst katındaydı bürolarımız… İkimiz de sigara içmezdik ama her fırsatta buluşup, aşağıdaki trafik keşmekeşini, yukardan, yangın merdiveninden izlerken, günün haber “kıraatını” yapardık:


-Sen ne üstüne çalışıyorsun?

-Şu yeni kültür bakanından randevu aldım, ona gideceğim


Gitmişti de Kültür Bakanına… 


TBMM Bahçesinde neredeyse 1 saate yakın mikrofon tutmuştu o kültürlü! bakana, anlatmıştı da anlatmıştı adam, kültürümüzü nasıl yücelteceklermiş, neler neler yapacaklarmış. 


O uzun süren röportaja Metin’in son sorusu damga vurmuştu:


-En son okuduğunuz kitap neydi? 


Adama birden gençlerin deyimiyle “kal gelmişti!” Susup kaldı, nedense bir türlü hatırlayamıyordu o son okuduğu kitabı, tam 40 saniye süren bir “Eeeeeeeee” nidası çıkmıştı dudaklarının arasından… Haber öyle bitiyordu…


İki dakikalık haberin 40 saniyesi böyle geçince patron katında tabii kıyamet kopmuştu! 


Metin’in suyu böyle böyle ısınmaya başladı.


Köprülerin altından işte böyle çok sular geçti, ben önce Milliyet’e sonra Kanal D’ye transfer oldum, masalarımız yan yanaydı, birbirimize “komşum” deyişimiz bundandı… 


Ortaklaşa pek çok işler yaptık. Sayfa başında, time-code alırken, kurguda görüntü seçerken filan ikide birde, kahkahalara boğulurduk. 


Soğuk bir kış günüydü, Metin büroya erken gelmiş, çay ocağında salep kaynatırken, cezveyi taşırmış, ocağı batırmıştı… Bizim çaycı kriz geçirip, üstüne yürüyünce Metin’i elinden zor kurtarmıştık… Ertesi sabah bürodaki ortak haberleşme panomuza bir baktık, hınzır Metin,  çaycımızla aynı ismi taşıyan PKK elebaşıyla ilgili bir haber kesiği koymuş:



Unutmadığım ortak haberlerimizden biri Tansu Çiller’in mal varlığı soruşturmasıyla ilgiliydi. 


TBMM’de kurulan komisyonda DYP Genel Başkanının mal varlığı sorgulanıyor, ABD dahil, pek çok yerdeki sayısız tapuları, masalara yayılmış, tartışılıyordu. Çiller’e, bir de tespit edilen milyonlarca dolarlık “nakdi varlığı” üzerinde, “nereden buldun?” sorusu yöneltilmesin mi? Tansu Hanım, 7.5 milyon dolarlık parayı izah ederken, “annem ölünce yastık altından çıktı” demesin mi? O açıklamaları sırasında paranın bir kısmını da oğullarına sünnetlerinde  takılan altınlara bağlamasın mı?


Ben işin bu ciddi tarafını kotarırken, Tansu Hanımın annesinin,  ölmeden  önce kirada oturduğu Mecidiyeköy’deki dairenin kapıcısı ve ev sahibiyle konuşmuş, ödenmeyen kira borcu nedeniyle icraya uğradığını haberleştirmiştim.


Metin ise, haberi çok daha çarpıcı bir açıdan ele aldı, mikrofonu kaptığı gibi  Çıkrıkçılar Yokuşuna koştu, esnafla yaptığı röportajlarla kurguladı haberini… Dükkanlara girip çıkıp, tezgah arkasındaki adamlara yönelttiği sorulara aldığı cevaplar, akşam bülteninde reyting rekoru kırdı… 


-Size sünnet düğününüzde kaç milyon dolarlık altın taktılar? 


Diye soruyor, adamlar gülerek yanıtlıyordu:


-Ne altını birader, eniştem kendi yaptığı tahta oyuncak arabayı getirip koydu başucuma


-Babam kendi kolundaki Nacar marka saatini bana taktıydı, kayışı bol gelmişti de tornavidayla delik açıp benim cılız bileğime uydurmuştu.


-O zamanlar bi naylon gömlek modası çıktıydı, bana da Sıhhıye’deki Amerikan pazarından bi tane almışlardı. Pek gururlanırdım o gömleğimle, rüzgarda sırtımda balon varmış gibi şişerdi de sokakta dalya filan oynarken koşar, sırılsıklam ter içinde kalırdım. 


Metin o unutulmaz haberiyle TBMM’de aylarca devam edip, sonunda sulandırılıp, kapatılan mal varlığı soruşturmasını yerden yere vurmayı başarmıştı. 


Gün geldi patron katına şikayetler arttı, Metin’i gündüz bültenine kaydırdılar, orada da yasaklanan “İ” harfini ikide birde Ankara’nın Belediye Başkanlığına yapışıp kalan Melih Gökçek isminin başına getirince, bileti kesildi, kovuldu kanaldan… O sırada ben de benzer nedenlerle işten çıkarılmıştım, arada buluşup dertleşiyorduk, bir gün TBMM’ye, birlikte ortak aldığımız bir randevuya yetişecektik, onu Aşağı Ayrancı’daki evinden arabayla aldım, meclise geldik o kadar çok lafa dalmış, öylesine kahkahalarla dolu bir sohbete girişmiştik ki, tam basın bölümünün karşısında bir taksiyle kafa kafaya çarpıştık, biz Metin’le şok içinde apışıp kalmışken, birisi koşup “olay mahalline” geldi:


-Bir şey yok, bir şey yok, inin inin, bakın, taksi de az hasarlı… Aranızda anlaşıverin… 


Bir baktık, gelip bize bu sözleri söyleyen adam, dönemin Ulaştırma Bakanı Ömer Barutçu…

 

Biz şaşkınlık içinde durumu toparlamaya  çalışırken Ömer Bey kahkahayı patlattı :


-İyi iyi, tam yerinde yaptınız kazayı, bana da Ulaştırma Bakanı olarak müdahale edip iş yapma fırsatı doğdu… N’apiyim ya bana da son okuduğum kitabı sorsaydın?


Metin hicivden pes etmedi, başka kanallarda hazırladığı sabah programları, parodiler hele de “Pasaparola” yarışmasıyla ününe ün kattı, bu arada bir de “ampul şeklinde” kitap çıkarıp hiciv nasıl yapılırmış herkese onu kanıtlamasın mı? 


AKP yönetiminin hedefine ilk oturan gazeteci olmayı böylece başardı.


Ama işlerinden “kovulmak” asında Metin Uca’yı yok etmek şurada dursun, bereket kapılarını ona ardına kadar  açtı.


Metin’in parlak zekasından, hiciv yeteneğinden hiç hazzetmeyen AKP’nin sansürcübaşıları, yasaklamalarla, engellemelerle önüne türlü türlü manialar çıkarttılar. Yıllarını bu mücadelelerle geçirdi.


İşte bu zorluklar içinde debeleniyordu sevgili komşum, 5 Eylül’de Bodrum’da üst üste bir kaç gün bize ziyarete geldi, kah balkonda, kah kumsalda  saatler süren sohbetlerde yine kahkahalarla güldük, bir kaç resim gösterdi:


-Bak komşum, yeni oyuncağım. 


Resimler nedense bana tekne gibi görünmüştü, “oooo, yat sahibi de oldun hayırlı olsun” dedim, “yok yahu, dikkatli baksana karavan, tatilleri, turneleri artık ucuza getireceğim” dedi… Çok keyifliydi…


Bir ara “ufak tefek sağlık sorunları” olduğundan dem vurdu:


-Ameliyat filan dedi doktorlar ama ben istemedim, o by-passlar filan ağır işler, kimse bana baksın istemem doğrusu…


Ah sevgili komşum, canım kardeşim, değerli unutulmayacak meslektaşım, sana veda etmek ne kadar zor…



Sabah Yasemin (Mıstıkoğlu)  aradı, ağlıyordu, rengarenk gömlekleri  çok seversin ya, sana Cape Town’dan bir tişört getirmiş, üstünde gergedan resmi varmış…Bilirsin, “paragöz avcılar, 10 bin dolar uğruna, bulup vurmasın”  diye hayvanseverler  gergedanın yerini gizli tutar… Keşke seni de ecelden saklayabilseydik…


Söz bitti sustum…


Senin için bu akşam o tuhaf isimli şaraptan bir kaç kadeh içeceğim…

————————————-

Cenaze töreni https://youtu.be/G7WbYbvRvIY?si=WTbVQxWv6Ub2AX2U


 

Pazartesi, Eylül 11, 2023

95. Yaş Hatırası, Eski Maliye Bakanı Kaya Erdem: “Emin Çölaşan’a kırgın değilim…”






Eski Maliye Bakanı Kaya Erdem’in 95. Yaş kutlamasına, bürokrasi temsilcileri, siyaset adamları, ABD’de yaşayan kızı ve torunları ile çok sayıda dostu katıldı. Bodrum’da, bir restoranda gerçekleşen kutlamada Erdem, “Yaş 95 olunca -artık kutlama yapmasak mı?- Diyorum, yoksa 100. Yıl kutlamasında mı tekrar buluşsak”  diye sorunca 40’ı aşkın davetli alkışlarla ve “iyi ki doğdun Kaya” şarkısıyla yanıt verdi. Kaya Erdem, pastasındaki tek mumu üfleyip, bıçakla keserken de konuklarına “Sizler de en az benim kadar, hatta 120’ye kadar filan yaşayın” dedi.




Deniz kıyısındaki kutlamanın davetlilerinden biri de bendim, dalgalar kıyıya vururken, genç bir muhabir olarak Kaya Erdem’i izlediğim yıllar bir bir aklımdan geçti. 12 Eylül 1980 Darbesi sonrasıydı, Süleyman Demirel’in deyimiyle “70 cente muhtaç” durumdaki Türk halkı, askeri hükümetin Başbakan Yardımcısı olarak atadığı Turgut Özal ile henüz tanışmış, IMF’nin şekillendirdiği “sıkı para politikası” ile dişini ve kemerini sıkmaya başlamıştı. Özal ekonominin direksiyonuna geçince  bürokrasiden ve Dünya Bankası yıllarından tanıdığı isimleri de yanına aldı, hedef, ekonomiyi sabit kur ve Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu cenderesinden çıkarıp, liberalleştirmekti. Özal, Avrupa’daki finans çevrelerine ve ABD’ye art arda ziyaretlerde bulunuyor, ekonomiye taze kaynak arayışını sürdürüyordu, finansörlerin, “borç verelim vermesine de, geri alacağımızın garantisi var mı?” Sorusuna, Özal, Nasreddin Hoca fıkrasıyla yanıt vermişti. Hani Hoca borç istediği komşusundan “nasıl ödeyeceksin?” sorusu gelince, “merada güttüğü koyunların çitlerden geçerken tellere takılacak yünlerini satarak borçları geri ödeme” taahhüdünde bulunur ya… O fıkrayı anlatıyordu işte… Ama belli ki fıkra tutmuş, belki de dış finansörler “24 Ocak Kararlarının” (*)  ciddiyetle uygulanacağına inanmıştı…


İşte tam o sırada, yüzde 100’leri bulan enflasyonla mücadele eden Türkiye’de bir de “banker furyası” yaşandı.  “Bir masa bir kasa”dan ibaret bankerler, “ayda yüzde 10 faiz” vaadiyle halktan para toplamaya başladılar.  Kolay kazanç herkesin gözünü bir anda kör etmişti, her gün yüzlerce insan emekli ikramiyesini, sattığı evin, tarlanın parasını bu “Saadet Zinciri”ne yatırmaya başladı, ilkokul mezunu bile olmayan bu sözde! bankerlere devlet uzun süre ses çıkarmadıysa da kaçınılmaz son yakındaydı ve zincir koptu, bankerler art arda iflas bayrağını açtı. 


O günlere damgasını vuran haber Milliyet gazetesinde Maliye Bakanı Kaya Erdem’in, “Halkımız kumar oynamıştır” (**) manşetiydi ve Emin Çölaşan imzasını taşıyordu. Oysa aynı gün Erdem bana da demeç vermiş ve benzer bir anlatımla, “Halk parasını böylesine büyük bir riske atıyorsa biz ne yapalım?” Demişti ama “kumar”  sözcüğü benim haberimde yer almadığı için sadece Çölaşan’ın haberi ortalığı kasıp kavuruyordu.


Kaya Erdem’e, tam da 95. doğum gününü kutladığı akşam bu konuyu açmak belki hoş olmayacaktı ama kendimi tutamayıp sordum:


-Efendim, banker krizi ile ilgili Emin Çölaşan’ın haberine o günlerde epey kızmıştınız, o kızgınlığınız hala devam ediyor mu?


-Yok, yok, ben kırgınlıkları kızgınlıkları sürdüren bir insan değilim, geldi geçti, gerçi Çölaşan bana kumar lafını kendisi söyletmiş oldu ama…


Erdem bu kadarını söylemekle yetindi ama yanında oturan eski Maliye müsteşarı Ertuğrul Kumcuoğlu devamını getirdi:


-Bizim devlet olarak bu bankerler meselesinde, mevzuatta geç kaldığımız doğrudur, bu bizim hatamızdı, ancak dönem 12 Eylül dönemi, askeri hükümet var, biz bakanlar kurulunun dikkatine bu konuyu sık sık getiriyor ama bir türlü karar çıkarttırmıyoruz, o batış bundan kaynaklandı. 



Kaya Erdem’in doğum günü kutlaması neredeyse bir “kabine toplantısı” gibiydi, davetliler arasında eski Başbakan Mesut Yılmaz’ın eşi Berna Yılmaz’dan, eski bakanlar İmren Aykut, Lütfullah Kayalar, Şinasi Altıner’e, dönemin Toplu Konut İdaresi Başkanı Vahit Erdem’den Maliye Bakanlığı müsteşarı Ertuğrul Kumcuoğlu’na kadar pek çok isim yer alıyordu. Erdem’in ABD’de yerleşik kızı, torunları hatta torununun minik kızı Riva da kutlamadaydı. Erdem’in ABD’de yaşayan torunu Kaya Erdem bir ara bana, “Gazeteci olduğunuza göre, belki de büyükbabamla ilgili olumsuz yazılar da yazmışsınızdır” deyince, güldüm, “o yıllarda bugünkünden çok daha demokratik bir ortam vardı” demekle yetindim.


Kaya Erdem enerjisinden, hafızasından ve Türkiye meselelerine ilgisinden hiçbir şey kaybetmemiş biçimde herkesle ayrı ayrı sohbet ederek masaları dolaştı, bir ara 14 şeker fabrikasının kapatılması olayını değerlendirdi:


“Bundan büyük bir hata yapılamaz, o 14 fabrikayı satmaları o kadar önemli sorunlara yol açtı ki, sadece fabrika çalışanlarını değil, pancar ekicisini hatta pancar tarlaları hep nadasa bırakılır o yüzden halkın neredeyse tamamını da mağdur etti, yani bütün Türkiye kaybetti.” 



Gece boyu masalarda eski bürokrat ve siyasetçiler arasındaki  sohbetlerde hep “ekonomi” ile yaklaşan “mahalli seçimler” konuşuldu, genel izlenim “muhalefet toparlanamazsa İstanbul, İzmir bile kaybedilebilir” şeklindeydi, sohbetlerde İyi Parti  lideri Meral Akşener de bolca eleştiriliyordu.

Tayyip Erdoğan’ın A takımı, Mehmet Şimşek ve arkadaşlarının açıkladığı “orta vadeli ekonomi program” ise hiç gerçekçi bulunmamıştı. 


Tayyip Erdoğan tarafından “ısrarla davet edildiği” AKP’de bir dönem milletvekilliği yapan ancak aslında Turgut Özal’a yakınlığı ile bilinen ve ekonomide yıllarca önemli kararlara imza Vahit Erdem son sözü söyledi:


-Orta Vadeli Program böyle mi olur? Bir vaatler dizisine, hatta bir masala benziyor, -şunları şunları yapacağız- demekle yetinmişler, bütün bunların -ne şekilde, hangi yöntemlerle, hangi zaman dilimlerinde yapılacağı- ise açıklanan metinlerde tek satır olarak bile yer almamış…


 (*) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/24_Ocak_kararlar%C4%B1

 

(**) https://bennursunerel.blogspot.com/2021_04_24_archive.html


Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...