Bu Blogda Ara

Okluk Koyu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Okluk Koyu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Ağustos 24, 2021

Okluk’a yanaşana “vur emri”

 



Okluk Koyuna öyle elinizi kolunuzu sallayarak tekneyle, hatta yüzerek bile girmek yasak biliyorsunuz değil mi? Koyun girişini kapatan koskoca askeri gemi, hücumbotlar, bu yasağı kimseye deldirmemek amacıyla demir atmış durumda…


Derken, geçen haftalarda son süratle koya yanaşan bir tekne fark ediliyor… Hem de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın orada bulunduğu günlerde. Korumalar, güvenlikten sorumlu tüm kadro tabii ki “alarm” durumuna geçiyor. Bakıyorlar ki, tekne asla sürat kesmeden, o hızla koyu hedefe almış, suları yara yara geliyor… 


-Yapma yahu? Herkes biliyor Okluk’a tekne mekne sokulmadığını, kimmiş bu cengaver?


Diye soruyorsunuz değil mi?


Neyse işte, tekne son sürat koya yaklaşırken, sirenler çalıyor, korumalar, güvenlik elemanları zaten alarma geçmiş, telsizden gergin talimatlar, konuşmalar duyuluyor:


-Tekne uyarıya rağmen hız kesmezse, 100 metre kala vurun!


Herkeste bir panik bir panik…


Anlaşılan o ki, tekne koyun girişinde demirli bulunan askeri gemiden yapılan telsiz uyarısı ve hücumbotun devreye girmesi ile sinyali alıyor ve yavaşlıyor, iyice yavaşladıktan sonra hücumbot kılavuzluğunda, Cumhurbaşkanlığı konuklarının alındığı iskeleye demir atıyor… 


Konuklar tekneden çıkıyor, güvenlik görevlileri tarafından Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşecekleri kabul salonuna alınıyorlar.


İşte size Okluk Koyunda yaşanan, dakikalar süren bir panik öyküsü…


-İyi de, sürat teknesiyle son hızla Okluk’a yaklaşan bu densiz misafirler kimmiş? Az kalsın, usul erkan bilmedikleri için canlarından mı olacaklarmış?


Diye soruyorsunuz değil mi?


Evet, ben de çok merak ettim, sordum soruşturdum, ünlü misafirlerin Acun Ilıcalı ve iki kızı olduğunu öğrendim.


Hatta Ilıcalı’ya bu yaşanan paniği de sormak istedim, yazılı olarak sorumu yönelttim ama yanıt alamadım.


Köşk cenahına gelince… 


-Ayol Cumhurbaşkanına soru yöneltmek öyle kolay mı?


İşte, “Ne yapayım ne yapayım?”  derken, kendisine yakın bir kaynakla konuştum, şöyle dedi:


-Yahu ne var bunda? Bir de bunca yıllık gazeteci olacaksın. Turgut Özal döneminde de böyleydi, Süleyman Demirel döneminde de… Okluk Koyu yol geçen hanı mıdır ki, önüne gelen, hem de son hızla giden tekneyle girmeye kalkışsın? Bunu yapmak o zaman da “vur emri” verilmesine yol açardı. Şimdi de… Aynı durum Sayın Cumhurbaşkanı Dolmabahçe’de bulunduğu sırada da gerçekleşse, aynı süreç yaşanır. Bunda şaşıracak bir şey yok…


Ben de kendisine “-Turgut Özal zamanında da aynı şey olurdu- diyorsunuz ama, 8. Cumhurbaşkanı “vur emri” vermek şurada dursun, orada yüzen vatandaşlarla sohbet edip, balıkçıların teknesine bile misafir olmuyor muydu?” Diye soruyordum ki tam, uyandım…


Acaba diyorum, “Ben kabus mu gördüm? Yoksa birinci kaynaktan  “Okluk Koyunun güvenliği” ile ilgili bir şeyler duyar gibi oldum da, sizlerle paylaşmak için tarifsiz bir yazma isteğine mi kapıldım?


Siz siz olun, Okluk Koyu’na öyle izinsiz filan, hele de sürat teknesiyle son sürat girmeye sakın kalkışmayın tamam mı? 


-Efendim? Gülüyor musunuz? Gülersiniz tabii, yüzde 5’lik zam yapıldı ya maaşlarınıza… Ne demişler? -Nazar etme ne olur, çalış senin de olur…- Biraz tasarruf edin, gereksiz lambaları söndürün, porsiyonları küçültün, çarşıya elinizde liste ile ve tok karnına çıkın… Ne bileyim bir şeyler yapın artık…


Pazar, Mayıs 16, 2021

Oh be, mapuslukta son gün!


Günlerdir dört duvar arasında mapustayız, pandemi yüzünden “istisnai meslek sahipleri” dışında herkes evinde hapis... Neyse ki bugün kapanmanın son günü, yoksa durumumuz  aynen şarkıdaki gibi:

-Oynatmaya az kaldı, doktorum nerde?

Boğazımız sıkılıyormuş,  göğsümüze biri oturmuş da kalkmıyormuş gibi karanlıkta, bir kabusun içindeyiz de bir türlü uyanamıyoruz sanki...   

Hapistekileri bir kez daha ve çok iyi anladım. Hele bir de çoğunun “gözünün üstünde kaşın var!” Denilerek içeri atıldıklarını düşünürsek... 

-Ne yani? Yalan mı? Aksi taktirde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ne diye bunca kararında başvuru sahiplerini haklı bulsun? TC makamlarını mahkum etsin? Demirtaş’ı, Kavala’yı serbest bırakın diye ısrarcı olsun? Türkiye neden AHİM’de düşünce ve ifade özgürlüğü  ihlallerinde, Rusya’dan bile fazla mahkum edilerek rekor kırsın? (*)

Vallahi abartmıyorum, eğer yarın yasakların son günü olmasa çıldırmak işten bile değil.

Nasıl mı atlatmaya çalıştık?

Evde oyalanmak için herkes yeni yeni meşguliyetler icat etme çabasına girdi. Mesela bir gün baktım, bizim Mehmet almış eline makineyi, makası, babasına saç traşı yapıyor, ben de devreye girdim:

-Ne veriiim abime, çay mı kahve mi?

Yok yok, içimden kızdım aslında, “şimdi yerlere saçılan  saç sakal kırıntılarını kim temizleyecek? Ben oraları daha yeni süpürmüştüm!” Diye söylenerek.

Tabii ki mutfak bir numaralı çekim alanı...

-Bugün ne yiyeceğiz?

-Ne biliiiiim,  bıktık aynı şeylerden, acaba  pizza mı yapsak?

Hemen aç sanal yemek tariflerini... Aman o ne güzel manzara, İrlanda’da yeşillikler içindeki bir tepede adam pizzanın hamurunu hazırlamış, demir tavaya yaymış, şimdi de sos için gerekenleri sıralıyor:

-Önce 5-6 domatesi rendeleyeceğiz... Sonra 2 baş sarımsak dövülüp domates rendesine  karıştırılacak...

-Tuh yahu, bütün sarımsakları geçen gün  Şıveydiz (**)  yapalım dedik de tüketmedik mi?

-Neyse sarımsak da varsın bizim pizzada eksik olsun

İrlandalı, tarife devam ediyor,  peynirsiz pizza olmaz tabii ama, “yarım kilo mozzarella” dediğinde bizde şartel atıyor:

-Yahu mozzarella yok ki evde, şimdi nereden bulacağız bu yasaklarda? Zincir marketler hafta sonu kapalı, mahalle bakkalında mozzarella bulunmaz ki... Boşverelim biz pizzamızı Türk Usulü yapalım. Dil peyniri vardı şu kasede, sucuk da dilimleriz...

-Nursuuuuun, boşver şimdi pizzayı çabuk gel burayaaaaaaa

-Ne o yahu? Acil durum mu var?

-Yok yok, Sedat Peker’in dördüncü videosu çıkmış, koş yetiş, seyredelim...

-Aaaaaaa, ayol neler diyor bu adam? Bir zamanlar pek makbul kişiydi de hayret ediyorduk korumalarla dolaşmasına? Ne demek yahu 5 ton kokain gelecekmiş Mersin Limanına? Bunların kaydı kuydu yok mu? Kimmiş bu malın sahibi acaba? Herhalde yetkililer bi açıklama yapar...

Sahiden de, biraz sonra devletin tepesinden açıklamalar gelir, en üst yetkili, “eğer bunlar ispat edilirse, idama razıyım!” Diye yazılı açıklama yapar.

-Hahaha... İdam kaldı mı ki? Özal mı demişti bir zamanlar, “yengemin şeyi olsa, amcam olurdu” diye... Böyle resmi açıklama mı olur yahu? Vallahi şu kaybolan Damat Beyin dediği gibi, “at izi it izine karışmış” memlekette...

-Ayol meğer Sedat Peker kendini Hardy dö Pasavan’la eş tutmuş ha? Baksana Pardayanları daha sakalı bitmeden okumuşmuş...

-O ne yahu, “Oxford vardı da okumadık mı?” Lafı yerine, “Shakespeare okuyamadık, Pardayanlardan esinlendik” der gibi...

İşte, bizler ikibinyirmibir yılının güzelim mayıs ayının tam onbeş gününü dört duvar arasında bu oyalanmalar-debelenmelerle geçiriyoruz, merak ettim, sizde durum farklı mı? En çok özendiklerim de yasakları sahillerde geçirenler.  Ayyy ne güzel, sabah erkenden bir yürüyüş yapar, sonra terin soğumadan kendini serin sulara bırakırsın... 

-A, sen gerçekten oynattın galiba. Ayol denize girmek sadece turistlerin hakkı, Türk vatandaşlarına yasak, bunu  bilmiyor musun? Yoksa sen bizi, birisiyle karıştırıp  dörtyüz arabalık konvoyla Okluk Koyundaki saraya pardon, yazlığa geldik de çoluk çocuk, torun torba, eş dost denizlerde kulaç atıp keyif yapıyoruz mu sandın? Pes vallahi...

-Evet pes vallahi... Oynatmaya az kaldı, doktorum nerdeeeeeee?

 (*) https://www.amerikaninsesi.com/a/aihme-basvuru-sampiyonu-rusya-ve-turkiye/5755024.html


(**) https://www.hurriyet.com.tr/lezizz/siveydiz-yemegi-tarifi-41178427





Perşembe, Aralık 10, 2020

Küçük mutluluklar, rakı, votka...




Bu pandemi döneminde umutlar yerde sürünürken posta kutunuza düşen bir mesaj sizi mutluluktan havalara uçurabilir mi? Beni uçurdu valla, buyurun:

“Nursun hanım merhaba,

Ben bir Fransız tarihçiyim. Size yazmamın sebebi şu:

Süngerci Aykan'ı arıyorum. 1974 yılında Tunus'ta tanıştık. O zaman,  Aykan, Güven ve Yarkın isimli iki arkadaşıyla  birlikte Tunus körfezinde sünger avlıyordu. Ahbap olduk, dost olduk. Sonra, 1976-1979 yıllarında İstanbul'da oturduğum zaman ya İstanbul'da ya da Bodrum'da sık sık görüştük. En son 1984 baharında Bodrum'da buluştuk. Daha sonra da, arkadaşımız Yarkın'ı kaybettik, Güven ise oturduğu Normandiya'da birkaç yıl önce vefat etti. Çok sevdiğim bu "üçlüden" şimdi tek kalan Aykan. Ona, şu anda bitirmek üzere olduğum "Osmanlı'dan Cumhuriyet'e içki tarihi" başlıklı kitabımı ithaf etmek istiyorum. Internette ararken, onun üzerine bir röportaj yaptığınızı gördüm.Acaba nasıl temas kurabilirim?

Selamlarımla,

François Georgeon” (*)

Burada adı geçen Süngerci Aykan benim blogumda yer alan bir portre. (**) 

Gelelim Monsieur Georgeon’a... “Ben bir Fransız tarihçiyim” diyor ya, bakmayın bu kadar mütevazı olduğuna... Kitaplarına bir göz atalım mı? Üstelik bunlar sadece Türkçe kaleme aldıkları...


Ve Süngerci... Onu, beş yıl kadar önce tekneyle çıktığımız mavi yolculukta, Zafer Olcay sayesinde tanımıştım. Eski yaşamına bir çizik atmış, Küfre’de inzivaya çekilmiş, bir nevi “içsel yolculuk”taki bu insanın, maviliklere komşu, ıssızlığın ortasındaki o küçücük barakasındaki dev kitaplık beni çok etkilemişti. Onu sabah erken saatlerde ziyaret etmiş, çok sıcak karşılanmıştık.

-Buyrun size bir kadeh votka-tonik ikram edeyim. Burada buz yok, zaten buzdolabım da yok ama benim ham mandalinalı votkamı  beğenirsiniz. 

Kamuoyunda “Baraka Davası” diye bilinen olayı anlatmıştı, çok dertliydi... O söyleşimize bakmak isteyenler olursa diye aşağıda link vereyim. 

Bu yıl o taraflara tekrar yolumuz düştü. Tabii ki Aykan Beyi, namı diğer Papaz’ı görmek için delice bir istek duydum. 

-Acaba hala yaşıyor muydu? Onca içkiye karşın hala ayakta kalabilmiş miydi? 

Seyir defterimizin rotasında yer alan o güzelim koylar  beş yıl öncesine göre  çok değişmişti tabii... 

Cumhurbaşkanının “denize nazır köşkünün inşaatı”dolayısıyla heryer alt üst edilmiş. Bir kere artık Okluk Koyu’na giriş yasak, koyun ağzına  demirlemiş dev askeri gemi tekneleri engelliyor. Bir kere, askeri geminin orada ne işi var? Askerin görevi, Cumhurbaşkanının yazlık saray inşaatına gözcülük yapmak mıdır?

-Koya girilebilse acaba ne görülecek?

Diye soruyorsanız eğer, anlatayım. Bir zamanlar denize gölgesi düşen çam korulukları hunharca yok edilmiş, çevredeki pek çok arazi kamulaştırılmış, teknecilerin mola verdikleri iskeleler sökülüp, mavi yolculuk tutkunlarına  kucak açan küçük sevimli restoranlar kapatılmış. Bu haksızlık karşısında kahrından ölenler bile olmuş. Anlayacağınız unutulmaz gezginimiz Sadun Boro’nun kemikleri sızlıyor.  

Çin Seddi gibi metrelerce uzanıp,  köşkü gözlerden saklayan yüksek duvar, Okluk doğasına yabancı bir hançer gibi saplanmış... Bu durumu görüntülemek ise yasak. 

Neyse işte, biz de yasaklara toslayınca rotamızı Küfre’ye çevirdik, o şirin koya demirledik, karaya çıktık, aradık taradık bizim meşhur Papaz’ı, yani Süngerci Aykan’ı  bulduk sonunda... Üstelik hiç de korktuğumuz gibi değildi, içkiyi artık sadece “akşamdaaan akşama içiyor”muş, sigarayı ise keyif için tüttürüyormuş. İşte bize bunları anlattı... “Bu dünyaya ölmeye değil yaşamaya geldim” diyordu. (***)

Monsieur Georgeon bizim bu röportajı görmüş olacak ki bana yukarıdaki o notu yazmış. Ben tabii dostları seferber ettim, Süngerci’ye ulaşılacak telefonları buldum,  kendisine gönderdim. 

Bakalım Osmanlı’dan Cumhuriyete içki kültürü üzerine neler yazacak? Şimdi merakla onu bekliyorum... Keşke bir ek yapsa da diyorum... Pandemide hafta sonları marketlerde, “hangi kanuna yönetmenliğe dayalı olduğu açıklanmadan başlatılan” içki satış yasağına da bir değinse... 

Düşünsenize, Cuma serbest, Cumartesi, Pazar yasak... Şöyle konuşmalar da oluyor mudur halk arasında acaba?


-Beeeey, Cuma namazından dönerken rakını şarabını  unutma...70’lik al, Cumartesi Pazar dışarı çıkamaz, çıksan da bulamaz, kıvranırsın diye söylüyorum.

Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...