Bu Blogda Ara

kadına şiddet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kadına şiddet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Kasım 26, 2024

ISLAK KIRMIZI KARANFİL



Suzie Miller’in yazdığı Prima Facie (İlk Bakışta) adlı oyunu dün akşam izlerken, böylesine etkileneceğimi doğrusu hiç düşünmemiştim. 

Tek kişilik oyunun kahramanı başarılı avukat Tessa, işini çok ciddiye alan, hukuk sisteminin açıklarını da iyi kavramış genç bir kadın. O kadar ki, erkek egemen sistemdeki boşlukları, delil yetersizliklerini kullanarak, mağdur üzerinde psikolojik üstünlük sağlayarak “cinsel saldırı” suçu işlemiş müvekkillerini tereyağından kıl çeker gibi beraat ettirebiliyor ve başarısıyla gururlanıyordu. Ancak Tessa, günün birinde üstelik de bir meslektaşının cinsel saldırısına uğradığında durum değişti. Kendisini aşağılanmış hissetmenin ötesinde, şikayette bulunup bulunmama tereddüdünü yaşayan Tessa, delil toplama aşamasından  yargılamaya kadar giden zincirleme süreçteki pek çok eksikliği farketti.

Oyun, Kadının Sosyal Hayatını Araştırma ve İnceleme Derneği (KASAİD)  tarafından  “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” dolayısıyla sahneye konulmuştu. Kadının dünyada uğradığı şiddet elbette önemli ama son 10 ayda Türkiye’de 343 kadının katledildiği, 207 kadının “kuşkulu ölüm” denilerek toprağa verildiği dikkate alınırsa Türk kadınının nasıl bir dehşet dengesi ile karşı karşıya kaldığı çok net ortada…


—-Beyaz pantolon——


“Kadına ve çocuğa şiddet” olaylarını bütün boyutlarıyla takip eden gazetecilerden biriyim.Yıllar önce TBMM’de kurulan “ensest olaylarını inceleyen” komisyonun çalışmalarını yakından takip etmiş, ülkenin belli bölgelerindeki inanılmaz vaka sayılarına inanamamış, kahrolmuştum. Bunu Batman’da genç kızların intiharları izledi…  Gazeteciler Cemiyetinde “Kadın ve Medya” başlıklı projeyi yürütürken, genellikle kocaları veya sevgilileri tarafından katledilen kadınlarla ilgili davaları büyüteç altına almıştık, avukatlar ve mağdur yakınlarıyla görüşüyorduk. Kadının beyaz pantolon giymiş oluşunu “ağır tahrik”, katilin kravat-takım elbiseyle duruşmaya gelişini “iyi halden hafifletici neden” sayan erkek egemen hukuk sisteminin kadın cinayetlerine adeta nasıl yol verdiğini gördük. 

Siyasette kadına şiddet yok muydu? Olmaz mı? Bülent Ecevit’in, “Şu hanıma haddini bildirelim” sözü unutulur mu? Ya Sema Pişkinsüt’ün parti kongresinde yediği tokat? Ya Demokrat Parti Kongresinde adaylığı bir oyunla düşürülen İlkay Aksoy?


——Karanlıkta yürümek——


Mithatpaşa Caddesindeki 75. Yıl Tiyatrosundan gece geç saatte çıktığımda bunları aklımdan geçiriyordum. Kızılay civarındaki oto park sorunu yıllardır çözülemedi. Bu yüzden  tiyatroya giderken arabamı 2 kilometre ötede, Sıhhıye’deki bir otoparka bırakmak zorunda kalmıştım. Hava çok soğuktu, sulu sepken yağan kar sert esen rüzgarla yüzüme iğneler batırıyordu, boynumu paltomun içine çekmiş, hızlı adımlarla Sıhhiye’ye varmaya çalışıyordum. 

Elimde KASAİD’in özel gün dolayısıyla armağanı bir kırmızı karanfil ile, oyunun programı vardı, tek kişilik oyunda avukat Tessa’yı canlandıran, kendisi de başarılı avukat-oyuncu Sezin Baytok’un resminin yer aldığı programa ara sıra göz atıyordum. 

Ankara’yı avucunun içi gibi bilen, burada doğmuş yaşamış biri olarak kestirmeden gitmek istedim, Mithatpaşa Caddesini Zafer Çarşısına bağlayan merdivenlerden inerek Sıhhiye’ye ulaşmak istiyordum. Işıklandırmanın zayıf olduğu o civarda kimseler görünmüyordu. Karla kaplanan merdivenlere ulaştığımda arkamda ayak sesleri duydum, basamakları hızla inmeye başladım, ışık zayıf olsa da, adımların sahibinin gölgesi önüme düştü, bal gibi biri vardı arkamda, iyiden iyiye korktum, bu kez merdivenleri koşar adım inerek, tahta perde ile derme çatma yapılmış aralıktan geçmeyi,  Zafer Meydanının aydınlığına ulaşmayı başarınca rahat bir nefes aldım… 


Neden rahatlamıştım?


-Biraz önce oyundan sonraki panelde söylenmemiş miydi? Türkiye’de on kadından dördünün yaşamının bir döneminde saldırıya uğradığı?

-İstanbul Sözleşmesinin bir gecede kaldırılmasından bu yana Türkiye’de  en az bin 219 kadın, erkekler tarafından öldürülmedi mi?  Bin 254 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulunmadı mı? 


Koşar adım Zafer Meydanını geride bıraktım, Orduevi Parkına ulaştım, solumdaki Divan Pastanesini, Ankara Barosunu geçtim, İzmir Caddesine çıktım, Amerikan Pazarından sonraki Elgün sokağa, otoparka ulaştım…Elimdeki kırmızı karanfil ve tiyatro oyunun programı yağan kardan sırılsıklamdı, onları arabamın üstüne bıraktım ama, çantamdaki anahtarı arıyor bulamıyordum:


-Ya otoparkçıda kaldıysa?

-Olamaz, -çünkü  ödemenizi yapın, anahtar sizde kalsın otoparkı birazdan kapatacağız- dememiş miydi?


Bir anda  aklımda geldi, anahtar paltomun cebindeydi, rahat bir nefes aldım, arabama binip yola çıktım, kapılar kilitlendiğinde aklımdan geçen şuydu:


-İstatistiklere göre, saldırıya uğramayan 6 kadından biriydim, şimdilik! şanslıydım, ya diğer dört kadın? Onları kurtaramaz mıydık? 


Cumartesi, Ocak 27, 2024

İhsan Raif Hanımın kurabiye tarifinin izinde…


İnsanın yaşam boyu peşinde koştuğu, özlem duyduğu “zaman kesitleri” yok mudur?

Hani mecburiyetlerden arınmış, tek başına oturup, düşünmeden bile! aylak aylak, karşıdaki saate gözünü dikersin… 

Tik tak, tik tak… 

Başını çevirmeye bile üşendiğin pencereye bir ara dönüp baktığında görürsün, belli belirsiz kar taneleri dökülüyor, çamlara değer değmez eriyor hepsi…

-Uyuşukluğundan sıyrıl, defteri bul, tarifleri gözden geçir, çay hazırla, kurabiye filan yap…

O tarif, şair İhsan Raif Hanımın (*)  notlarından derlenip, yıllar önce bir gazetede yer almıştır… Tarife baka baka yumurtaları kırdığın sırada aklından geçer;

-İyi ki şu naylon kullan-at eldivenler var, hamur nasıl da yapışkan… İhsan Raif Hanım o zarif ellerini hamur kalıntısından nasıl kurtarıyordu? Ben hamura biraz zencefil tozu, tarçın, kuru üzüm eklesem sanki daha iyi olacak…


İşte Ayşe Özgen Topuzlu’nun  takıldığı o “40 paralık karbonat”  ölçüsü ta İhsan Raif Hanımın kurabiye yaptığı zamanlardan kalma… Demek o zaman enflasyon belası yokmuş, karbonat ölçüsü hep -40 paralık- diye geçermiş… Hep 50 liralık benzin alanların kulakları çınlasın!


-İhsan Raif Hanım çayını mangalda mı, odun ateşiyle yanan kuzinede mi hazırlardı?

Bizimki kolay, kettleda -ısıtıcı mı demeli?- kaynayan suyla çay demlenir, elektrikli-doğalgazlı kombine fırında pembeleşen kurabiyeleri çıkarırsın…



Çayını keyifle yudumlarken aylaklığını sanal dünyaya taşımanın sırasıdır… (Wayback Machine İhsan Raif Hanıma kadar gider mi gerilere?) 

-Kadınlar ne çok çekmişler şu yaşamda… Çoğunun düşmanı, ya babası ya kocası olmuş… Ne acımasız adammış İhsan Raif’in babası… Sen tut, kızını henüz 14 yaşındayken asla sevmediği adamın birine ver, ömür boyu eziyet çeksin…

Kurabiyeler lezzetli… Üzümlere denk geldiğinde damağına yayılan tad nasıl nemli, hoş.

-İhsan Raif’i  yaşama bağlayan yazma tutkusu muydu? O evlilikten kaçıp kurtulduktan sonra iyi ki yazmış… İyi ki -çocukları mı sonraki eşleri mi?- Kimler ise, kayıt altına almış yazdıklarını…

Sevgili İhsan Hanım, sizi çok seviyorum… Hala bizimlesiniz, aramızda, oturma odamızdaki koltukta, mutfağımızda, fırının önündeki taburede oturuyorsunuz, isterseniz kitaplığa götüreyim sizi, buyrun işte kağıtlar, mürekkepli kalem, daktilo, klavye hangisini isterseniz sizindir… 

İyi ki  ellerinize yapışmasına aldırmadığınız kurabiye hamurunu bir kenara not etmişsiniz… 

Hele şu dörtlüklerinize bayıldım, sanki biraz önce kağıda yazıvermişsiniz de -aman Tayyip Bey duymasın- deyip katlayıp bir kenara koymuşsunuz gibi… Merak etmeyin, alçak sesle okuyacağım;

Rütbeyi artırdı fasülye bakla

Bulgur ve pirince attırdı takla

Sarı liran varsa durmayıp sakla

Altın bencileyin solmaz kuzum


Sen herşeyden evvel kendini kolla

Bakkala kasaba gel haber yolla

Bu koca kümeste bir kuru folla

Midenin şakası olmaz kuzum

(*) https://www.haberturk.com/ihsan-raif-13-yasinda-evlendirildi-2681056

Çarşamba, Mart 22, 2023

Koncalar koparılmasın! (2) Kadını koruyalım…





Konca yaşamdan koparılalı çok oldu, derdimiz şimdi yeni yeni açan goncaların, güllerin vahşice yok edilmemesi, kızlarımızın kadınlarımızın gülen yüzleriyle, aydınlıklara doğru yaşam sürdürebilmesi. 


Peki her yıl yüzlerce-binlercesi baskı altında tutulan, eğitimine engel olunan, küçücük yaşlarda evlendirilip eve kapatılan, bunlar da yetmediyse şiddete uğratılan, vahşice katledilen kadınımızın hakkını  kim koruyacak?


Kadını “erkeğin eşiti” kabul eden, onurlandıran, yücelten “medeni yasaların” geçmişi Cumhuriyet’le yaşıt, gelgelelim günümüzde kadını aşağılamayı hatta yok etmeyi hedefleyen vahşi çığlıklara niçin giderek artan boyutta tanık oluyoruz?


-Nedir bunun sebebi? 


-Cahiliye dönemine geri mi dönüyoruz?


-Ne yazık ki evet… 


Konca’yı yaşamdan koparıp atanlar,” kendileri eğitim almadıkları gibi, kadınının eğitilmesine bile dayanamayıp karşı çıkıyorlar. Sözde! “kurallarına göre yaşamak istedikleri Kur’an-ı Kerim”i bile, uygulamada eğip bükerek kendi kurallarını dayatmaya çalışıyorlar. İstanbul Sözleşmesini (*) bir gecede yürürlükten kaldırdılar, o yetmemiş olacak ki şimdi de 6284 sayılı yasayı dillerine doladılar. Neymiş onların karşı çıktığı yasa? Hangi maddesi sinirlerine dokunuyormuş da kaldırtma çabasındalarmış dersiniz? (**)


Buyrun, yasanın (***) girişine bir göz atalım:


“Bu Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.”


Amacı bu şekilde ifade edilen kanun metninin devamındaki maddelerinde yer alan iyileştirme ve koruma tedbirlerini okuduğunuzda kadın ve çocukların nasıl, ne şekilde şiddetten korunacağını detayları ile görüyorsunuz. 


-Peki kanun ülkede kadın ve çocuğa dönük şiddeti engelleyebilmiş mi?


-Yoo, ne gezer?


 İşte son şiddet ve istismar rakamları:


“1 Aralık 2022- 28 Şubat 2023 tarihleri arasında yaşanan vakaları incelediğimizde; ne yazık ki her geçen gün kadına yönelik şiddet artmakta ve bunun karşısında mevcut yasalar kadınları korumada yetersiz kalmaktadır. Derlenen tarihler arasında 79 kadın katledildi, 88 kadın ise şüpheli bir şekilde öldü. 175 kadın, şiddet ve yaralanmaya maruz kalırken 19 kadın tacize, 10 kadın tehdide, 7 kadın ise cinsel saldırıya maruz kaldı. Bunun yanı sıra 29 çocuk ise istismara maruz kaldı. Derlenen verilerle mağdurun kim tarafından şiddete maruz bırakıldığı ölçüldü. Cinayete maruz kalanların yüzde 35,4’ü “Eşi”, yüzde 12,7’si “Babası”nın kurbanı olmuş, yüzde 12,7’sinin faili bilinmemektedir. Ayrıca cinsel saldırıya maruz kalanların yüzde 14,3’ü “Baba”, %14,3’ü “Öğretmen”  mağduru olup 71,4 fail ise bilinmemektedir.” (****)

Görüyorsunuz değil mi kadını ve çocukları kimler şiddete, hatta dahası da var, istismara  maruz bırakmış? 

Ne yazık ki, “eş” ve “baba” ve ne yazık ki “öğretmen” bu tabloya göre şiddet uygulayıcısı, hele hele istismarcı değil mi? Henüz 6 yaşındayken evlendirilip, “tarikatçı babasının izniyle! Tarikatçı kocası tarafından” istismara uğratılan küçük kızımızı unuttuk mu? (*****)

Bütün bu şiddet ve istismar olayları, “kadın ve çocuğu koruyan” 6284 sayılı yasanın varlığı sırasında yaşanmıyor mu?

İşe şimdi kalkmış bir de diyorlar ki, “bu yasa kaldırılsın…” Siz bakmayın AKP’nin  “kadın” bakanlarına, “kadın” sözcülerine, Özlem Zengin’in filan “6284 kırmızı çizgimizdir” deyişlerine… 

Kadını korumayı hedefleyen en önemli yasal metinlerden biri olan İstanbul Sözleşmesi,  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından “bir gecede yürürlükten kaldırıldığında” sesleri çıktı mı? O zaman “kırmızı çizgi” filan yok muydu? Yoksa o çizgileri, “ananı da al git” diyenler kaldırınca, “şeriatın kestiği parmak acımaz” mantığıyla kendilerini teselli mi etmişlerdi?

Öyle ya, Özlem Zengin, 6284 Sayılı yasayı savunmaya kalktığı sırada, “tehditler aldım, yalnız kaldım, keşke bu konuları İslami bir ortamda tartışabilseydik” diyerek asıl fikrinin ne olduğunu açıklamış olmadı mı? (******)









(*) https://www.cumhuriyet.com.tr/galeri/istanbul-sozlesmesine-yakindan-bakalim-fesih-sonrasi-ne-oldu-1913731#%23photo-2

(**)https://dogruhaber.com.tr/mobil/haber/866219-6284-kaldirilsin-diye-basvurdular/

(***) https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.6284.pdf

(****) https://sahamerkezi.org/1-aralik-2022-28-subat-2023-tarihleri-arasinda-basina-yansiyan-kadina-siddet-vakalari-incelemesi/

(*****) https://www.odatv4.com/guncel/tarikat-liderinin-kizi-karanligi-anlatti-6-yasinda-imam-nikahi-ve-tecavuz-uzeri-nasil-ortuldu-260905

(******) https://m.t24.com.tr/haber/akp-li-ozlem-zengin-den-6284-aciklamasi-tartisilamaz-demedim-keske-daha-islami-bir-ortamda-tartisabilsek,1098909

Cumartesi, Nisan 17, 2021

Karanlık zihniyet!



Korkuyorum dostlar, bu karanlık zihniyetten çok korkuyorum, lafı dolandırmadan söyleyeyim:

-Ülkede kimi karanlık güçler, aydınlığı karartmak, bireyleri çağdaş yaşamdan alıp ortaçağa geri götürmek, hele hele kadınları düşünsel ve fiziki anlamda “köşelere kapatmak” istiyor, bunun için büyük çaba ve kaynak harcıyorlar.

İstanbul Sözleşmesinden bir kalemde çıkmak, kamuoyuna bu kararı, “ilerisini gerisini tartışmayın” diye dikte etmek başka türlü nasıl değerlendirilebilir?

Ramazan’ın ilk günü, ilahiyatçı Nihat Hatipoğlu televizyonda, “süslenmek, oje sürmek, makyaj yapmak orucu bozar mı?”  Konusunu işlemişti. Ben de bundan söz eden bir yazı paylaşmıştım. (*) Yazımda bir İslami (?) siteden imla hatalarını düzeltmeden! alıntıladığım şu paragraf yer almıştı:

“Güzelliğinizin, Cinselliğinizin, Dişiliğinizin, kullanım hakkı, sadece ve sadece kocanıza aittir,

Güzelliğinizi, Cinselliğinizi, Dişiliğinizi, Şıklık, Sosyal Hayat, Sosyal Yaşam, Çağdaş yaşam, Modern yaşam,

Özgür yaşam, gibi kavram Kargaşaları ile, Kocanızdan başka Erkeklere sergileyemez ve Teşhir edemezsiniz,

ve kullanamazsınız, Zira bu Özgürlük ve Özgürlüğünüz değildir, Zira Hiçbir Erkek Fıtratı bunu kabul etmez,

sonra Kadınlara karşı Şiddet ve Tecavüz nereden çıkıyor diye aramayın, hatta ve hatta sonu, Kıskançlık ve Namus Cinayetlerine kadar gider, Haberlerden izliyorsunuzdur, Fıtratınızda, Yaratılışınızda, Bedeninizde Sahibi olduğunuz Cinselliğinizin kullanım hakkının size ait olmadığını, Şimdi daha iyi anlayabildiniz mi ? 


Kadın ve Çocuk Cinsel Sapıklarının nasıl ortaya çıktıklarını,

Kadının ya da  Çocuğun Nasıl Irzınıza geçtiklerini, Cinsel Tacizlerin, Cinsel Tecavüzlerin nedenlerini,

Nasıl Canınızı Katlettiklerini şimdi daha iyi anlayabildiniz mi?”


Soruyorum size, “bu yazıda dile getirilenler, şiddet ve tecavüzü hatta ve hatta kadın cinayetlerini adeta mübah sayan, hatta teşvik eden! karanlık zihniyetin ürünü değil midir?” Açık konuşayım, ben bu yazıyı okuduğumda dehşete düştüm, tüylerim ürperdi, korktum... Hatta bu sitenin adını açıkça dile getirmekten bile ürktüm... Soruyorum şimdi:


-Boğaziçili öğrencileri, Amiralleri, Gezi’nin gençlerini perişan eden, süründüren devlet yetkililerimiz nerede?

-Bütçe pastasının en bol sıfırlı, en büyük dilimine kılıcıyla! konan Diyanet İşleri Başkanlığımız nerede? O bol şekerli-kremalı, semirten! pasta diliminin diğer ortağı Diyanet Vakfı nerede? Ahaliyi dini yönden aydınlatmak, yalandan, yanlıştan, hurafeden, sözde hacılardan hocalardan kurtarmak onların asli görevi değil mi? Ayasofya’da  kim bilir kimlere salladığınız kılıcı asıl bu karanlığı yok etmekte kullansanıza...


Kusura kalmayın sevgili dostlar, meslekte geride bıraktığımız onca yıldan süzülen bilgi ve deneyim kırıntısıyla bu blogda cürmüm kadar ateş yakmaya çalışırken sizlere seslenmemi çok görmeyin... Çünkü korkuyorum...

Neyse ki, yalnız değilmişim, bu gelişmelerden korkan ve bu konunun ciddiyetini gören “başkaları” da varmış... O yazıya gönderilen bir yorumu ve yanıtımı bu nedenle sizlerle paylaşıyorum:


Blogger zeynep dedi ki...

Merhaba,
Yazınızı pür dikkat okudum. Ne buyuruyor ilim irfan hocalarımız diye yazdığınız kısım hususi dikkatimi çekti. Alıntılanan bu kısımda kelime, dilbilgisi yanlışları bir yana içerik kısmının da asli kaynaklarla örtüşmeyen cinsten yanlışlarla ve çarptırmalarla dolu olduğunu gördüm. Çok merak ettim bu ilim irfan sahibi kişiyi fakat yazınızda ne yazık ki bir referans göremedim. Cümleleri topluca internette arattığımda bir siteye ulaştım. Bil fiil sizin alıntıladığınızla aynı şeyler yazıyor hakikaten. Site sahibine sitenin amacına ve hakkında yazılarına ulaşmak istedim. Siteden edindiğim bilgileri sizinle ve okurlarınızla paylaşmak isterim. Sitenin sizin alıntınızı barındıran adresi http://www.ilmihalim.com/Konu-Detay.asp?Id=28&DId=78

Site hakkında bilgi, 

"SİTEMİZ, HERHANGİBİR CEMAAT VEYA TARİKAT SİTESİ DEĞİLDİR,
ALLAH VE RASULUNUN SÖZLERİNDE, KENDİ YERİMİZİ BULACAĞIMIZ SİTEDİR" ve site sahibi/yazıları paylaşan kişi hakkında"1983 İstanbul Eyüp İmam Hatip Lisesi Mezunu
1987 Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi Mezunu
İslam Mektebi Öğrencisi
SERBEST MUHASEBECİ, FERHAT  
GAZİANTEP" şeklinde bilgilere ulaştım. Şöyle yorumladım, bu kişi dini içerikleri kendi yorumlarıyla yazdığı bir site kurmuş, altyapısı ilim irfan sahibi demek için bence yeterli görünmüyor siz ne dersiniz? İlahiyat dalında bir yüksek öğrenimi, uzmanlığı, doktorası vb şeklinde bilgiler göremedim. Muhasebeci olduğunu belirtmiş. Bu nedenle her ne kadar karşı da olsak bu tarz aslı olmayan bilgilerin yayılmasına ön ayak olmamamız gerektiğini düşünüyorum. Bu sebeple bu yorumu yazmak istedim. Toplumumuzun/halkımızın hep bu şekilde uç/itham olunduğu değerlerin temsili olmayan/ekstrem örnekler üzerinden kutuplaştırıldığını düşünüyorum. Bu sözüm her görüşün fanatik savunucularına ithafen, çünkü teyit etmeden bağlam hakkında bilgi sahibi olmadan sadece bir fotoğraf üzerinden işaret parmağını doğrultma eylemini benimseyen fanatizm çok doğru gelmiyor bana. 
Suya yazdınız, tam bamteline rast geldi. Ben de buraya birkaç şey yazmak istedim.

17 Nisan 2021 04:19

 Sil
Blogger Nursun Erel dedi ki...

Sayın Zeynep,

Yazımı okuduğunuz, zaman ayırıp, değerlendirdiğiniz ve bu çok değerli bilgileri içeren yorumu bıraktığınız için çok teşekkür ederim. Bir kaç nokta üzerinde yanıt vereyim...
-Bu yazıyı yazma gereğini Ramazan’ın “ilk günü” milyonlarca kişi tarafından izlenen Nihat Hatipoğlu programına denk geldikten sonra duydum. Toplumumuzun eğitim eksikliği dikkate alındığında içerik olarak ciddi yayınlara ağırlık verilmesi gerekirken, incir çekirdeğini doldurmayan bu konunun işlenmesi ve pek çok kişinin zoom yöntemiyle bağlanarak sorular yöneltmesi dikkatimi çekti ve çok üzüldüm.
-Kadının aile içindeki konumunu irdeleyen ve toplumu adeta ortaçağa geri götürmek isteyen sitedeki içerikleri fark ettiğimde üzüntüm daha da arttı, hele İstanbul Sözleşmesinin kaldırıldığı (?) atmosferde giderek bir kaosa sürüklendiğimizi hissettim.
-Aslında sizin kayda geçirdiğiniz siteyi ben de bütün yönleri ile inceleyip kayda geçirmiştim, fakat yazımda referans vermekten KORKTUM! Neden mi?
1-Bu gibi “sözde ilim irfan yayma” amaçlı sitelerin aslında “zehir” yaydığının herkes farkında! Yetkililer de! Ama ne yazık ki göz yumuyorlar. Çünkü toplumumuzun sürüklendiği karanlık, işlerine geliyor.
2-Benim gibi, sizin gibi “yaraya parmak basmak” niyetiyle bu “netameli konular”a el atanlar ise, bir anda hedef haline getirilip linç edilebiliyor. O kadar sahipsiz kaldık yani... İşte bu yüzden korktum. 
Ancak bu sabah, saat 06.00’da sizin yorumunuzu görmek, içimdeki umudu yeniden filizlendirdi. 
Teşekkür ederim
Ancak ben açık adımla bu blogda iyi kötü fikirlerimi ortaya koyuyorum. Sizin gibi nitelikli bir insandan da bunu beklerdim. Yanlış mı düşünüyorum?

En iyi dileklerle

17 Nisan 2021 06:51

 

(*)

 https://bennursunerel.blogspot.com/2021/04/suslenmek-orucu-bozar-m.html


 

Cumartesi, Nisan 10, 2021

Ayol şerbetli operetiniz yok mu?



-Ah keşke pandemi olmasaydı da şöyle güzel bir gece geçirseydik. 

Şıkır şıkır giyinir kuşanır, Başkentin göbeğindeki, eşsiz bir pırlantaya benzeyen Opera Binasında alırdık soluğu... Diyelim ki Yarasa Opereti sahneleniyormuş, bir iki saatliğine de olsa derdimizi tasamızı unutur, kontla güzel eşinin maceralarına dalar, o şaşaalı müzik ve renk şölenini hayranlıkla izler dururduk.

-Nerde o günler?

Neyse ki televizyon var... Geçenlerde TRT 2’de “Operet Gecesi “  yayınlanacaktı, Devlet Opera ve Balesinin seçkin solistleri ve orkestrası günlerce çalışıp hazırlanmıştı. Eserlerden biri de Johann Straus 2’nin ünlü Yarasa Operetiydi... Televizyonun karşısına kurulduk, çayımızı kahvemizi aldık, izlemeye başladık... Aaaa bir de ne görelim?  Onca emek verilmiş, çekim için sahnelenmiş eserler kesilip kuşa çevrilmiş... (*)

-Aaa nasıl olur? Neden?



-Biz de merak ettik, sorduk soruşturduk. Yarasa Operetinin sahnelerinde şarap, şampanya yer alıyor biliyorsun,  oyunun librettosunda da  tabii ki bu sözler geçiyor. Sansür heyeti almış eline makası, geçmiş  kayıtların başına... Onu kes, bunu kes... Sahnelenecek tüm eserleri kuşa çevir...

-Ayol dünyaca ünlü, bütün önemli opera sahnelerinde daima kapalı gişe oynayan  bu eserlere yazık değil mi? Ya sanatçılar? Onların emeğine hiç mi acımadınız?

-Ne yani? Operetin en ünlü sahnelerinin librettosundaki şampanya sözlerini değiştirip, solistlerin eline  “lohusa şerbeti” mi verilmeliydi sizce?



Düşünüyorum da, kaçıncı devirdeyiz yahu? Bu anlamsız yasaklarla nereye varacağınızı düşünüyorsunuz? Hani kimsenin yaşam biçimine karışmayacaktınız? O verdiğiniz sözlerin tamamında takiyye mi yapıyordunuz?

Yoksa sizin entellektüel düzeyiniz “orta çağ yaşam standartlarıyla” mı sınırlı? E, ne diyeyim yani? Eğitimde, kültürel ortamda, sanatta, özgürlüklerde geriye gitmedik mi? “Hanımınızdan ayrılmak yerine ikinci üçüncü hanımları alın, yaşamınız güzelleşsin” diyen doktoru unuttuk mu? Ahaliyi yalan dolandan ibaret öğretiler, merdiven altı kurslar, yurtlarla karanlığa sürükleyen tarikatlar, ortalığı baştan sona örümcek ağı gibi sarmadı mı? Yobaz söylemleriyle, kerameti kendinden menkul takım her gün TVlerde boy göstermiyor mu? Kadına şiddet adeta olağan hale gelmedi mi? Tacize uğrayan zavallı çocuk için hem de bir kadın (!) bakanınızın “bir kereden bir şey olmaz” dediğini unuttuk mu? 

Bu koşullarda İstanbul Sözleşmesinden bir kalemde çıkma kararınızı kendi yandaşlarınıza bile izah edemediniz öyle değil mi?

Üstelik bütün bunlar yaşanırken, mahkemelerden 24 saatte alınan kararlarla bütün bu hoşa gitmeyen haberlerin yayınına şak diye! engel getirilmiyor mu?

O zaman ben de şak diye! kumandaya basar, TRT ekranını kapatırım...

-Ne mi yapacağım?

YouTube açıp, Yarasa Operetinin eski kayıtlarını izleyeceğim...  

Ha, uzun zamandır  özel bir gün için diye buzdolabında soğuttuğumuz şampanyanın da tam zamanı bence... Datça’nın eşsiz  “ak bademleri” de yanında çoook güzel gider...

-ŞEREFE!!!

(*) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/trtden-konser-programina-sansur-iddiasi-1821131





2023 YILINDA BASIN SEKTÖRÜ

  Türk Basını , 2023 yılı boyunca  usulsüzlük ve yolsuzluk haberlerini büyüteç altına almakla birlikte, çoğu kez bu haberlere yayın yasağı g...