Bu Blogda Ara

Barış Terkoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Barış Terkoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi, Ekim 21, 2023

Kitaplar arasında… SS-Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu

 



Gazeteci kitaplarını okumayı sürdürüyorum (*) tabii ki sizlerle notlarımı paylaşmayı da… 


Şimdi sırada iki Barış (Pehlivan-Terkoğlu)  tarafından kaleme alınan SS var… 


Kitabı ilk yayınlandığı günlerde okumuştum ama bugünlerde yeniden elime alıp, okuduğum sayfalara geri döndüm, kimi sayfaları okurken, “bu kadar da olmaz” diyerek kapağını küüüt diye kapattım, sonra tekrar o sayfalara geri dönüp, altını çizdiğim satırları yeniden okudum…


Aslında “okudum ve eziyet çektim” desem yeridir.


-Neden?


Diye soruyorsanız… 


-“Hepimiz için artık aşk öyküleri, masallar, çizgi romanlar filan çoook gerilerde kalmadı mı? Ülke gündemi size umut veriyor mu? Bu değerli kalemler bu kitapları boşuna mı yazıyor?” 


Diye kıvranıp durdum da ondan. 


SS başlıklı, ekleriyle 256 sayfalık kitap, Süleyman Soylu’yu siyasete atılıp Demokrat Parti’nin başına geçtiği günlerden alıyor, Tayyip Erdoğan’a küfürler ederek seslendiği dönemi dile getirip, AKP’ye transfer olur olmaz söylemlerini tersine çevirdiği İçişleri Bakanlığı yıllarına kadar “tüm icraatıyla” olaylara, tanıklıklara, belgelere dayanarak anlatıyor. 


İşte önsözünden bir alıntı:


“…SS bu dönemin sopasıydı. Cumhuriyetin yıkılışına hayır diyenlerin başına vurulan tokmaktı.

Eşitlik diyenlerin ağzına bastırılan pamuktu. Kimi zaman kapıya dikilen, kimi zaman yakaya asılandı. Cebren kabul ettirilen düzenin silahıydı…”


“-Kırmızı Kedi yayınlarından çıkan kitabı Türkiye’de yaşayan herkes okusa acaba ülkenin kaderi değişir mi?”


Diye düşündüğüm çok oldu. O yüzden çok önemli bulduğum Sinan Ateş cinayeti ile ilgili bir alıntıyı buraya taşıyıp, sizleri SS ile baş başa bırakmak istiyorum:


“…Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş, 30 Aralık 2022’de Ankara’nın ortasında, güpegündüz öldürüldü… Ateş siyasi bir cinayete kurban gitti. MHP içinde bir ekip tarafından hain ilan edilmiş, hedefe konmuştu… Olayın soruşturulması olağan seyrinin dışına çıktı. Soruşturmayı başlatan savcı, dosyayı MHP’ye yakın bir savcıya bıraktı. Olay günü gözaltına alınmak istenen Tolgahan Demirbaş, MHP milletvekili Olcay Kılavuz’un evinden çıktı…Tetikçiyi İstanbul’dan Ankara’ya iki özel harekat polisinin getirdiği belirlendi…Açıkça görüldüğü gibi MHP içindeki ekip çatışmalarında devletin imkanları kullanılıyor. Polislerin torbacı katillere eskortluk yapması, katillerin himaye görmesinin ötesinde…Sadece devlet imkanlarıyla yapılabilecek olan, insanların konumlarının telefon üzerinden belirlenmesi, cinayet için kullanılıyor. Kişilerin telefon konuşmalarını, MOBESE kayıtlarını, mahrem bilgilerini, sabıka kayıtlarını açıklayan İçişleri Bakanı -bu işlerde devletin imkanları nasıl seferber edilir?- diye sormuyor, peşine düşmüyor…”


Güpe gündüz, herkesin gözleri önünde cereyan eden bu korkunç cinayete bizlerin dehşet içinde tanıklık edişini bir kenara bırakırsak, devlet yetkililerinden hele hele MHP liderinden, İçişleri Bakanından, Cumhurbaşkanından filan bir tepki geldi mi? Suskunluğun nedeni neydi? Buna ne dersiniz?


Sizce bu işi yürütmesi, katilleri ve arkasındakileri kollamak şurada dursun adalet teslim etmesi  gereken kimdi? SS değil mi?


Eğer hala okumadıysanız, şimdilerde bir kitapçıya girin, SS’i isteyin ve  “içindekiler” bölümünü bir gözden geçirin. 


Bir genç kıza bürosunda tecavüz eden işadamının kimlerle dost olup hakkındaki suçlamaları nasıl kapattırdığından, ilerici gazetecilere maaşla saldırtılan  trollere, Pensilvanya ziyaretlerine, telefonla aranıp intiharına yol açılan polislere, “iltisaklı” lafıyla topun ağzına getirilen aydınlara, Adnan Oktar’ın kediciklerinin kimlerden medet umduklarına  kadar öyle dosya başlıklarıyla  karşılaşacaksınız ki ağzınız açık kalacak.


Unutmadan söyleyeyim… “Herkes bu kitabı okusa ülkenin kaderi acaba değişir mi?” diye soruyordum ya… Kitapta bizim o naif düşüncemize de bizzat Süleyman Soylu’nun  8 Ocak 2009 tarihinde söyledikleriyle yanıt var:


-AKP Türkiye’yi uyutma ve uyuşturma projesidir 


(*) Bu okuma maratonuna Dil Derneği’nin her yıl Emin Özdemir anısına verdiği ödül jürisindeki görevim yol açtı. Bu yıl, değerli meslektaşlarımız Merdan Yanardağ, Timur Soykan, Barış Pehlivan-Barış Terkoğlu, Serdar Akinan-Hayri Demir, Murat Ağırel tarafından kaleme alınan beş kitap sözkonusuydu…

Perşembe, Ekim 19, 2023

Kitaplar arasında… İSLAMO FAŞİZM-Merdan Yanardağ





Gazeteci kitaplarını okumakta olduğumu söylemiştim, sıra geldi sizlerle notlarımı paylaşmaya. Aslında bu okuma maratonuna Dil Derneği’nin her yıl Emin Özdemir anısına verdiği ödül jürisindeki görevim (*) yol açtı. Bu yıl, değerli meslektaşlarımız Merdan Yanardağ, Timur Soykan, Barış Pehlivan-Barış Terkoğlu, Serdar Akinan-Hayri Demir, Murat Ağırel tarafından kaleme alınan beş kitap sözkonusuydu, ben elime ilk Merdan Yanardağ’ın kitabını alıp okudum. 


Aslında “okudum ve aydınlandım” desem yeridir.


-Neden?


Diye soruyorsanız anlatayım, o bomboş! iddianamelerle Yanardağ’ın onca zaman içeride tutulmasına bir türlü akıl erdiremiyordum, sonunda anladım ki, Yanardağ’ı hapse götüren süreç tümüyle bu kitaptan kaynaklanıyor. Başımızdakiler, çeşitli kılıflar uydurup, çeşitli kılıklara bürünerek savundukları son 20 yıllık “karanlık” iktidar sürecinin, o kılıflar ve kılıklardan arındırılıp, çırılçıplak gözler önüne serilmesinden çok rahatsız oluyor, bu gerçeğin halk kitlelerine bu kadar açık anlatılmasını varlıklarına bir tehdit olarak görüyor ve çareyi Merdan Yanardağ’ı susturmakta arıyor.


O kadar ki, sözde hepimiz yıllardır bu ülkede ve olayların ta içinde yaşıyoruz ama kendi düşüncelerimizde bu kadar net bir analiz ortaya koyabildik mi? İtiraf edeyim ki, kendi adıma konuşacak olursam doğrusu ben bunu başaramamıştım. Merdan Yanardağ, Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu durumu, yani AKP hegemonyası altında geçen son çeyrek yüzyılı olaylar bazında inceleyerek ortaya koyuyor.


“Şu sırada Gazze’de yaşanan katliama, insanlık ayıbına Arap dünyası, müslüman ülkeler neden yeterince tepki gösteremiyor?” Sorusuna bile, Gazze’deki katliamdan çok önce kaleme alınmış olmasına karşın bu kitapta bir yaklaşım bulmak mümkün:


“…Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada İslamcılar, Filistin halkıyla değil, Filistinli dincilerle dayanışma halindedir. İslamcılar, laik ve sola açık diye gördükleri Filistin Kurtuluş Örgütünün (FKÖ) 60’lı ve 70’li yıllarda sürdürdüğü büyük mücadeleyi değil desteklemek, tam tersine hep ona karşı oldular… İslamcılar Filistin’le gerçek anlamda bir dayanışma içinde olmadılar…”


İsterseniz kitaptan kimi alıntılarla sizi Merdan Yanardağ’ın saptamalarıyla baş başa bırakayım, gerisi sizin kitabı okumanıza ve kendi yorumlarınıza  kalsın… 


“…Cumhuriyet İttifakı, modern tarihimizin en gerici ve faşist nitelikli oluşumudur.Tipik bir İslamo-faşist bloktur. En tehlikeli yanı iktidarı, kamu gücünü elinde tutmasıdır. Mevcut iktidar bloku, Cumhuriyet’ten geriye ne kaldıysa bütünüyle tasfiye ederek, düşük yoğunluklu da olsa şeriatçı-faşist bir rejim kurabilmek için 14 Mayıs seçimlerini son fırsat olarak görüyor…

…İslamcı iktidar, giderek siyasal ve felsefi bir iflasa dönüşen beceriksizliğini ve başarısızlıklarının faturasını -dış güçler- denilen neredeyse soyut ve mistik bir düşmanın üzerine yıkarak toplumsal tepkiyi savuşturmaya çalışıyor…

…Bir ABD projesi olarak kurulup iktidara taşınan AKP, her zaman olduğu gibi kendi niteliğini ve kusurunu karşısındakilere, rakiplerine yüklemeye çalışıyor…

…İslamcı hareket, hiçbir zaman insanlık için ortak, gelişkin ve demokratik bir gelecek projesi sunamadı… 21. Yüzyıl dünyasında utanç verici bir bozguna uğrayarak iflas etti… Bu zinciri kıran Türkiye gibi ülkeler ise hem emperyalizmin hem de küresel gericiliğin hedefi haline geldi…

…Türkiye dışında Ortaçağı aşan tek bir müslüman ülkenin bile olmaması nasıl açıklanabilir? İslam dünyasının neredeyse tek istisnası olan Cumhuriyet Türkiyesi ise uğradığı büyük ihanetin bedelini ödedi, ödüyor. Cumhuriyet devrimi kendi kurucu unsurlarının bir bölümünü ihanetine uğradı ve bütünüyle tarihten silinmenin eşiğine kadar geldi…

…Soğuk Savaş sonrasında emperyalist güç merkezlerinin müslüman dünyayı yenide yapılandırma, Batı ile uyumlu bir İslam anlayışını teşvik ederek, radikal İslamcılığın önünü kesme doktrininin gereği olarak Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) geliştirildi. Asıl amaç,Türk devrimini  bir model gibi izleyen, İslam dünyasının ulusal duyarlılıkları yüksek, laik ya da yarı laik rejimlerini yıkmaktı. Neo-Con (Yeni Muhafazakar) hareket tarafından geliştirilen Yeni Amerikan Yüzyılı Projesinin temelini bu yaklaşım oluşturuyordu. Hedef, ABD ve Batılı ortaklarının küresel hegemonya siyasetine direnebilecek ulusal devletleri etkisizleştirmekti. Böylece sadece Türkiyenin değil, Doğu’nun bütün birinci cumhuriyetlerini yıkma girişimi başlatılacaktı. Büyük Ortadoğu Projesinin ana hedefi buydu…

…AKP deyim uygunsa, milletin değerleri ile kavga halindedir eleştirdiği konuma düşmüş, milli olmayan tek büyük siyasal güç haline gelmiştir…

…Giderek derinleşen bir meşruiyet krizi yaşayan iktidar, kumpas, hile, siyasal sahtekarlık ve örtülü darbe ile başladığı rejimi değiştirme ısrarını sürdürüyor. İslamcı hareket, zaten 70 yıldır içi boşaltılmış olan Cumhuriyeti bütünüyle tasfiye demek ve dinci faşizan bir rejim kurmak için bütün şartları zorluyor… Modern Türkiye, yolun sonuna gelmiş durumda, ya gericiliğe bütünüyle teslim olacak, ya da tarihsel ilerleme kanalına dönecek. Türkiye yoluna böyle devam edemez…”


Tabii bu tablo karşısında insan Merdan Yanardağ gibi, “Nasıl oluyor da Cumhuriyetin bütün değerleriyle kavgalı, üstelik Maraş Depremiyle beceriksizlik, ayrımcılık, koordinasyonsuzluk ve büyük başarısızlığı” kanıtlanmış bir iktidar bunca yıl ayakta kalabiliyor?” Diye soruyor değil mi? Yanardağ’ın açıklaması şu:


“…AKP iktidarı sadece, servetten daha çok pay almaya çalıyan aç gözlü ve yağmacı yeni bir tacir sınıfı ile çeşitli yollarla oyunu aldığı ve her an bu tercihini değiştirebilecek seçmen çevresinin desteğine dayanıyor…”


Peki Yanardağ bütün bu saptamaların ardından geleceği, yani “sonumuzu” acaba nasıl görüyor?


“…Eğer toplumun ilerici güçleri gereğini yapmazsa, ülke daha uzun sürecek bir totaliter rejimin ardından felakete sürüklenecektir…


…Erdoğan-AKP iktidarının tarihsel ömrünü uzatacak tek şey, sağı ve soluyla muhalefetin, özellikle CHP’nin hataları ve beceriksizlikleri olacaktır…”


İşte Merdan Yanardağ’ın Türkiye’nin AKP yönetimindeki son çeyrek yüzyılını ve şu anda içinde bulunduğu durumu dile getiren kitabından kimi alıntılar böyle…


-Peki sen kitabı nasıl değerlendirdin?


Diye soruyorsanız, kitabın bence tek eksiği var diyorum, ülkeyi laik çizgisinden çıkarıp ümmete dönüştürme çabasındaki AKP-MHP ortaklığının bu yoldaki en önemli adımı olan milyonlarca Suriyeli-Afgan göçmeni sorgusuz sualsiz bu topraklara sürüklemesinden tek sözcükle bile bahsetmemiş olması…




(*) http://www.dildernegi.org.tr/TR,1098/emin-ozdemir-odulu-katilim-kosullari-2023.html

Pazartesi, Ocak 11, 2021

Çileli meslek gazetecilik



Hava çok soğuk, hele gecenin bu saatinde...

Çalışma odam sıcacık, ne kadar değerli...Gazeteciler Cemiyetinin 75. Kuruluş yıldönümü yaklaşıyor, bir söyleşiye  hazırlanıyorum. Kimlerle konuşacağım? 

Müyesser Yıldız, Murat Ağırel, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu... Uğur Mumcu’nun deyimiyle “sakıncalı piyade” dördü de...Ortaya koydukları yürekli gazetecilik, onları yıldızlaştırdı ama ağır bedel ödediler. Art arda açılan davalarla defalarca gözaltına alındılar, tutuklandılar, Silivri’de, Sincan’da buz gibi hücrelerde, sert ranzalarda onca eziyet çektiler, üstelik çileleri hala dolmadı.

Sanal ortamı geziyorum, oooo neler neler yaşamışlar. Haklarında sahte delil mi üretilmemiş? Çocuklarıyla eşleriyle doğru dürüst vedalaşamadan nasıl apar topar hapse götürülmüşler? Müyesser “çıplak aramalara bile tanık olduk” diyor... Bir kendini bilmez hapishaneye girişinde Barış Pehlivan’ı darp ediyor. Barış Terkoğlu’nun küçücük oğluna söylenmemiş  babasının hapiste olduğu... Kim bilir nasıl sayıklamıştır “babam nerede?” Diye... Murat Ağırel’in 8 yaşındak kızı Ada ise acılara merhem olsun diye sanki,  bir şiir yazıp gönderiyor “Sen Benim Kahramanımsın” diye seslendiği babasına...

-Yahu bu insanlar ne yaptılar size? Suçları neydi?

-Terör örgütü üyeliği, Cumhurbaşkanına Hakaret, Halkı Kin ve Düşmanlığa sevk, Özel Hayatın Gizliliğini İhlal, Devletin Gizli Belgelerini Yayınlamak... 

-Bu insanlar suç makinesi miymiş? Bütün bu dehşet suçları nasıl, neyle işlemişler?

-Ellerindeki kalemle...

Biliyorum aklınızdan neler geçtiğini... Neden sustuğunuzu da...

Çünkü 2021 Türkiye’sinde gazetecilik hala tehlikeli ve çileli meslek.

İşte bizim cemiyetimizin  başkanları... Neredeyse hepsi hapislerde süründürülmüş. Altan Öymen, Ecvet Güresin, Cüneyt Arcayürek...

Bizim dönemimizde de benzer olaylar yaşandı. 

Cumhuriyet ve Milliyet  Gazetelerinde çalıştığım yıllarda dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in mal varlığı sorgulanıyordu. Bu konudaki bir istihbarat için İstanbul’da Çiller’in “annemin yastık altık altında buldum” dediği 7.5 milyon dolarla ilgili araştırma yapıyordum. Annesi Muazzez Hanımın 7.5 milyon dolar şurada dursun, kira evinde oturduğu, hatta kirasını geciktirdiği için hacze uğradığını ortaya çıkarmıştım. Gazetenin genel yayın müdürü Derya Sazak’ı aradığımda öyle bir azar işittim ki:

-Sen beni böyle kritik bir konu için neden telefonla arıyorsun?

-Şu anda Muazzez Hanımın evindeyim. Kapıcısıyla, ev sahibiyle görüştüm, haciz olayını doğruladılar. Foto muhabiri isteyecektim.

-Hayır tamam, sen ayrıl oradan. İstersek biz  sonra foto muhabiri göndeririz.

“Haber ne oldu peki?” Diye sormayın, çünkü  onca emek harcadığım haber, patron Aydın Doğan’ın çıkarlarına halel gelir diye mi? Yoksa Derya Sazak’ın kendi inisiyatifi ile mi bilmiyorum, yayınlanmadı...

Sonra o kira evinin sahibi arayıp bana dert yandı:

-Yahu Nursun Hanım, beni de topun ağzına getirdiniz...

-Neden? Haberim yayınlanmadı ki...

-Aman aman, iyi ki yayınlanmadı, buna rağmen öyle bir gürültü kopardı, bana öyle baskılar yapıldı, tehditler savruldu ki... Ya bir de yayınlansaydı? Kim bilir ortalık nasıl birbirine girecekti?

TBMM’de Tansu Çiller’in mal varlığını sorgulayan soruşturma komisyonu da konunun üstüne gitmiş ve bu icra meselesini sorgulamıştı. Ancak sonradan bütün liderlerin mal varlıkları soruşturma kapsamına alınınca, iş sulanmış, Çiller’e can simidi atılmıştı. Tabii Başbakanlığının son günü, ‘örtülü ödenekten” bir özel bankadaki hesaba aktarılan 500 bin TL de, hiçbir zaman sorgulanmadı...

-Canım sen durumu hafif atlatmışsın, hapse mapse de girmemişsin...

Diyorsunuz ama epey macera geçti başımızdan. Mesela benim telefon defterim üç kez kayboldu... düşünsenize, gazetede, çalışma masamın üstünde duran bir telefon defteri nasıl kaybolabilir? Artık bilemiyorum o defterler nasıl uçup gitti masamdan? Belli ki hangi kaynaklarla görüşerek bu haberleri derlediğimizi öğrenmeye çalışıyorlardı... İkide birde genel yayın müdürünü, gazetenin sahibini arayıp beni şikayet etmeleri, haberleri yayından kaldırtma çabasına girmeleri tuz biberiydi yaşadıklarımızın.

O sıralarda şehirden uzak bir semtte oturuyorduk Eryaman’da... Yılın ilk karı düşerken camdan sokağı seyrediyordum, eşim seyahatteydi, çocuklar uyumuştu, telefonum çaldı:

-Alo, Nursun Hanım?

Bir kadındı arayan.

-Buyrun?

-Beni tanımazsınız, İstanbul’dan geldim, fazla vaktim yok, sizinle görüşmek istiyorum. Önemli bilgiler belgeler vermek istiyorum. Buluşabilir miyiz?

Çok tuhaf göründü bu telefon, dedim ki,”Ben bu saatte evden çıkamam, çocuklar küçük, onları yalnız bırakamam...” ama ismini vermeyeceğim kadın, “o halde ben size geleyim” diye ısrarcı oldu, “benim evim çok uzak, hem kar yağışı da hızlandı” diye karşı çıksam da olmadı...Gazetecilik merakı ağır basınca reddedemedim, adresimi verdim. 

Dışarıda tipiye dönüşen karı camdan izlerken, geceyarısını biraz geçe, bir taksi geldi, yavaşladı ve evimizin önünde durdu. Taksiden inen kadın apartmana girdi, zilimizi çalınca buyur ettim.

Çay yaptım, iki saate yakın konuştuk, neler neler anlattı. Çantasından çıkarttığı bazı  fotoğrafları, belgeleri paylaştı:

-Bakın bunları ilk kez siz görüyorsunuz.…

Gece bir türlü uyuyamadım, sağa sola dönüp durdum. Özel yaşama ilişkindi konuğumun anlattıkları. Düşünüp taşındım, o saatte birlikte kitap kaleme aldığımız yakın arkadaşım, meslektaşım Ali Bilge’yi aradım, ertesi gün buluşup konuştuk:

-“Aaaa demek doğruymuş söylentiler “dedi. Fakat biz o bilgileri kullanmamaya karar verdik. Çünkü özel yaşama dair bilgilerin bizim kitapta yeri olmamalıydı.


Üzerimizdeki baskı bununla da bitmedi. Detayına girmek istemediğim bu baskılardan eşim ve kimi aile fertlerimiz bile nasiplerini aldılar.

-Yahu hep kötü olaylar mı yaşadın? Diye soruyorsanız, iyileri de başıma geldi ama ben enayiliğimden (!) fırsatı değerlendiremedim... Merkez Bankası Başkanlarından biri arayıp bir gün beni Ulus’taki çalışma ofisine davet etti, “önemli bir haber için olsa gerek” diye koşarak gittim... Bir sade kahve söyledi, sonra konuyu açtı:

-Yahu Nursun, sen ne diye uğraşıp duruyorsun bu çetrefilli işlerle? Bak sana ne diyeceğim, boşver gazeteciliği, gel bizim basın danışmanımız ol. Hem iyi maaş alırsın, hem gelecek güvencen olur ne dersin?

Güldüm, dedim ki, “Bu teklifi bana sizin durup dururken getirmediğinizi tahmin ediyorum... Teşekkür ederim, mesleğimden memnunum”  diyerek yanından ayrıldım. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ile de pek çok sohbetimiz oldu… Başka bir sefere anlatırım…

Ya, işte böyle dostlar, çileli meslektir gazetecilik. 










Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...