Bu Blogda Ara

yolsuzluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yolsuzluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazartesi, Ekim 30, 2023

SALLA BAŞINI AL MAAŞINI


                                        

                                         


Bu laf dilimize bir güzel yerleşmiştir… 


-Nedir peki kastettiği? 


-Ne olacak? Bir iş bulup başını soktuysan, etliye sütlüye karışma, -gözümü kaparım, vazifemi yaparım- diyerek varlığını sürdür, maaşını al, sesini kes, otur…


Yıllar öncesi… 


Maliye Bakanı Sümer Oral’ın odasındayım, istifa metnimi kendisine sunmak üzere oradayım, tanıdığım en zarif, en düşünceli, insana en değer veren devlet adamlarından biri, kahve söyledi, beklerken:


-Nursun Hanım iyi düşündünüz mü? Üçlü kararname ile atandığınız önemli bir görevden, memuriyetten istifa ediyorsunuz?

-Düşündüm efendim, mesleğime dönme arzusundayım, Cüneyt Arcayürek’in teklifi üzerine Cumhuriyet Gazetesine geçeceğim…


Sümer Bey, “iyi düşündünüz mü?” Sorusunu bir kez daha dile getirdi ama baktı kararlıyım, üstelemedi, kahvelerimizi içtik, el sıkıştık, vedalaştık, Maliye Bakanlığından böylece ayrıldım…


Bu öykü ile ilgili birbirinden ilginç olayları, değerli meslektaşım Ali Bilge ile kaleme aldığımız Tansu Çiller’in Siyaset Romanı (*) satış rekoru kırarak defalarca basılan ortak kitabımızda bulmanız mümkün. 


Kısaca özetleyeyim, yaşamım boyunca tutkuyla bağlı olduğum mesleğimi  sürdürürken, muhabir olarak çalıştığım gazete zora girdi, batıyordu, aylarca ücret almadan çalıştık, işte o günlerde dönemin Maliye  Bakanı Adnan Kahveci’nin teklifi ile bakanlık danışmanı olarak atandım, “neden beni bu göreve düşündünüz?” Diye sorduğumda, “sen en zor metinleri bile hemen basitleştirip anlaşılır hale getirebiliyorsun, beraber iyi işler yapacağımıza inanıyorum” karşılığını verdi. Hatta Turgut Özal ona, “Ne gerek vardı  Nursun için üçlü kararnameye, düz bir atama yapabilirdin” diye sitem bile etmiş.


İşte üçlü kararname ile devlete atanmamın öyküsü budur…


Gerçekten de Adnan Kahveci ile iyi işler yaptık, sadece birini örnek vermem gerekirse, Türkiye’de bütün taşıtlarda  “emniyet kemeri uygulamasını” Adnan Kahveci zorunlu hale getirmiştir. Bu uygulamayı kabinedeki bakanların “oy kaybederiz” diye ısrarla karşı çıkmalarına rağmen Turgut Özal’ı ikna ederek yapabilmiş, TRT’de yayınlanacak “jinglellar”ı bile bana yazdırarak  bu işi gerçekleştirmiştir. O sayede, trafik kazalarında  kim bilir kaç yaşam kurtuldu ama, yazık ki Adnan Kahveci genç yaşta “kemeri takılı olmasına rağmen” kendi kullandığı arabada eşi ve kızı ile birlikte bir trafik kazası geçirerek öldü…


İşte benim devletteki görevim devam ederken seçimler yenilendi, iktidar Süleyman Demirel genel başkanlığındaki Doğru Yol Partisine geçti. Hem yeni Başbakan Süleyman Demirel hem de Maliye Bakanı olan Sümer Oral ile öteden beri iyi diyalog ve ilişkiler içindeydim, beni makamına davet eden Oral nazik sözlerle “sizi bakanlıkta gördüğüm için mutlu oldum, birlikte çalışmaya devam ederiz” dedi ancak ben gazeteciliği devlette çalışmaya yeğ tutacaktım. Evet, devlette çalışmak  bana adeta “doktora yapmış kadar” büyük deneyim kazandırmış, ekonomi muhabiri olarak yıllarca peşlerinde koşup, bir kelime olsun bilgi almaya çalıştığımız  IMF, Dünya Bankası heyetleri görüşmelerinde hazır bulunup, görüşme tutanaklarını hazırlamaktan  sonsuz keyif almıştım ama gazetecilik tutkumu asla kaybetmemiştim, bu nedenle mesleğime dönmek istedim.


-Nedir seni mesleğine bu kadar tutkuyla bağlayan?


Diye soruyorsanız, ooo, anlatmakla bitmez…


Yaptığımız manşetlerin olay yaratıp gündem değiştirmesini mi, yolsuzluk haberlerimizin TBMM’de “gensoru konusu” olup istifalara yol açmasını mı anlatayım? Bizim liderlerle gazetelerde, dünya liderleri ile ekranlarda yayınlanan röportajlardan duyduğum kıvancın, kazandığım ödüllerin bedeli olur mu? Hele hele, meslekte onca insanla görüşürken, siyasetçilerin dışarıya gösterdiği yüz ile benim gördüğüm gerçek yüz arasındaki farkı görmekle insan sarrafı oluşumuzu mu dile getireyim? 


Ha, bir de mesleğim sayesinde neredeyse bütün dünyayı gezip dolaşmanın keyfine ne dersiniz?


-İnsan sarraflığını filan boşver şimdi, para kazandın mı para?


Diye soruyorsanız, bizim meslek “iyi yaşatsa da!” pek para kazandırmaz, iyi yaşamaktan kastım ise  “bir eli yağda bir eli balda” olmak değildir, olayları ilk duyan siz olur,  gelişmelerin perde arkasını ilk siz dile getirirsiniz, halk adına çalıştığınızın verdiği güvenle yüksek sesle soru sorar, gerçeği didik didik sorğular, bu olağanüstü mesleki tatminle de geceleri huzurla uyursunuz.


E, siz söyleyin şimdi? 


“Salla başını al maaşını” diyenlerden olmaktansa bu daha iyi değil mi?

(*) https://www.simurgkitabevi.com/tansu-cillerin-siyaset-romani-1994








-

Cuma, Ekim 27, 2023

Kitaplar arasında… Kartal İmam Hatipliler-Serdar Akinan-Hayri Demir





Gazeteci Kitaplarını okumayı sürdürüyorum… 


-“Okudukça hayretten hayrete sürükleniyorum.” 


Dememi bekliyorsanız yanılıyorsunuz, “-balık baştan! kokar- sözü meğer ne kadar doğruymuş” diye gülümseyerek sayfaları çevirirken atalarımıza rahmet diliyorum. 


Şimdi sıra, Serdar Akinan- Hayri Demir ikilisi tarafından kaleme alınan “Kartal İmam Hatipliler-Harika İşler Şatosu” başlıklı kitapta… Dil Derneğinin her yıl sevgili hocamız Emin Özdemir anısına verdiği ödül jürisindeki görevim nedeniyle bu kitap okuma maratonunu sürdürdüğümü sizlere anlatmıştım. Geçenlerde bir meslektaşım aradı:


-Yahu Nursun, sen niye bu kitapları okuyup, detaylı paylaşımlar yapıyorsun? Yazık değil mi yazarlarına? Sen kendini Blinkist (*) mi sanıyorsun?


Demesin mi?


Ben şaşkınlıkla dinlerken sözlerini sürdürdü:


-Kimilerinin senin bu detaylı notlarını okuyup geçeceği, belki de kitapları almaktan vazgeçip, -a, ben okumuştum- diyebilecekleri aklına gelmiyor mu?


Doğrusu ben konuya hiç böyle bakmamıştım, meslektaşlarımın Türkiye tablosunu, yolsuzluk ve usulsüzlükleri  detaylarıyla kaleme aldıkları kitapları içime sindire sindire okuyup, önemli bulduğum satırların altını çizerek okuma maratonunu keyifle sürdürüyordum, tabi sizlerle paylaşacağım sayfalara notlar koymayı da unutmadan…


Arkadaşımın bu sözleri üzerine kitapları, kalemimi, klavyemi  bir kenara koyup, “acaba bana neden Blinkist dedi?” Sorusunun yanıtını aramaya giriştim, meğer şuymuş:


“Blinkist programını bilgisayarınıza yükleyip, dünyada yayınlanmış bilmem kaç bin kitaptan istediğinizi seçiyormuşsunuz ve bu mucizevi  program, kitabın özetini, hatta sesli versiyonunu 15 dakikada bitireceğiniz şekilde  önünüze seriyormuş. Böylece siz kitap kurdu entellektüel arkadaşlarınızın yanında küçük düşmekten kurtulup, “ay ben onu okumuştum” diyerek “hava atma” şansına sahip olabiliyormuşsunuz…”


Haydi bakalım, hodri meydan, Tolstoy’un Anna Kareninası’nı Blinkist’ten bir okuyalım, pardon bir dinleyelim de görelim, 836 sayfalık romanın sayfalarını çevirirken aldığımız lezzeti, o kuru özetten alabilmek mümkün olacak mı? (Söz, ben Blinkist deneyimimi de sizinle paylaşacağım günün birinde!)


Eh, bu muhabbetten sonra şimdi sıra, Kartal İmam Hatipliler’in sayfalarını çevirmeye geldi…

 

Ekleriyle birlikte 214 sayfadan oluşan kitapta (**) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın iki oğlundan biri olan Bilal Erdoğan, Kartal İmam Hatip’ten sınıf ve okul arkadaşlarına Türk bürokrasisinde meğer hangi kapıları, hangi kadroları şak! Diye açmış? O isimler, devlet bürokrasisindeki en kritik kadrolara “ani sıçrayışlarla” nasıl tırmanıvermişler? 


İşte tüm bunlar, Harika İşler Şatosunda bir bir, bütün detaylarıyla dile getirilmiş. Ancak Bilal Erdoğan devlette görev almayı nedense kendisi için cazip bulmamış, devlet kadrolarındaki arkadaşlarını kollamakla yetinirken,  babasının 1996 yılında kurduğu TÜRGEV’le ilgilenmeyi ve vakfın “ayni ve nakdi varlığı”nı artırmakla uğraşmış… 


Kitabın 122. Sayfasında kamudan TÜRGEV’e tahsislerin “sadece bir kısmı” şöyle sıralanıyor:


“Gaziantep Şahinbey-Şehitkamil ilçe belediye başkanlarının 24 bin 500 metrekare arazi tahsisi, Fatih’te Hayırlıoğlu Vakfına ait 27 dönüm arazi, Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesinin kullandığı Milli Emlak Arazisi,Tokat Gazi Osman Paşa Üniversitesinde kamuya ait arazi,Üsküdar İlçesi Ünalan mevkisinde bulunan TCDD’e ait arazi, İstanbul Ataşehir’de TMSF’ye ait arazi, Otel yapmak için İstanbul Fatih Şehzadebaşı arazisi, Esenyurt Örnek Mahallesi, Ahmet Arif Caddesinde 6 bin 200 metrekarelik taşınmaz, Zeytinburnu’nda yarısı hazineye ait arazi, Bursa’da Milli Emlak’a ait arazi,Kütahya’da Enerji Bakanlığına ait 50 dönüm arazi ve 209 dairenin alınması için talep, Adıyaman Gölbaşında Milli  Emlak ile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına tahsisli arazi, Samsun Atakum’da 2 öğrenci yurdu, Kartal Belediyesinin Uğur Mumcu Mahallesindeki Park arazisi, İBB’ye ait 165 milyon TL değerindeki 5 arazi,  Zeytinburnu’nda geçici olarak kullanılan kaymakamlık binası, Tuzla’daki Formula 1 pisti yanındaki 167 dönümlük arazi, Sakarya Üniversitesi Esentepe Kampüs alanındaki 14 bin 666 metrekarelik arazi, Konya İl Özel İdaresine ait bir bina…”


Kitapta  bu arazi tahsislerinin yıllar içinde giderek arttığı vurgulandıktan sonra vakfa yapılan bol sıfırlı! parasal bağışlar da dile getiriliyor. Bunlardan biri sanıyorum hepimizin hala hafızasında… CHP Sözcüsü Haluk Koç’un açıkladığı:


-“Bilal Erdoğan’ın 26 Nisan 2012 günü Vakıflar Bankasındaki hesabına Suudi Arabistan kaynaklı Royal Protocol isimli yapıdan 99 milyon 999 bin 990 doların beş dakika içinde havale edilmesi”


Olayı…


-Başka  kimler TÜRGEV’e bağış yapmıştı?


Diye sormadınız, çünkü bal gibi tahmin ediyorsunuz, ben yine de TÜRGEV’e milyon milyon liralarla bağış yapanların bazılarını kitaptan aktarayım:


“Rıza Sarraf (Zafer Çağlayan aracılığıyla), Ciner Grubu adına Fatih Saraç, Kalyon İnşaat, Cengiz İnşaat, Ali Ağaoğlu, Taşyapı,MAPA İnşaat, Sinpaş GYO, Mehmet Ali Aydınlar, İspa İnşaat, Turgut İnşaat, OBP İletişim ve Medya, İlbak Yapı ve Medya,BBM Büyük Baskı Merkezi Matbaası, PC İletişim ve Medya, 3. Mecra Reklam ve Turizm Aş, Haluk Ahmet Aksüs, Özel Arnavutköy Hastanesi…”


-Ayol, bu şirketler ve başındakiler meğer ne kadar iyiliksever insanlarmış da TÜRGEV’e bu arazileri bağışlayıp, o paraları göndermişler. Peki bu bağışlar nasıl bu kadar kolay yapılabiliyor?


Diye soracak olursanız anımsatalım, TÜRGEV 2018 yılından bu yana İçişleri Bakanlığına bağlı Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğünün, “İzin Almadan Yardım Toplama Hakkına Sahip Kuruluşlar” listesinde yer alıyor, yani o listedeki 37 kuruluştan biri olarak (ENSAR vakfı da içlerinde)  herhangi bir izne tabi olmadan yardım toplayabiliyor…


Biliyorum, bu satırları okuyanların çoğu, “yahu biz asgari ücretle,emekli maaşımızla kiramızı bile zor denkleştirirken bu devletin malı deniz mi?” Diye söyleniyor… Onlara kendimce ve bu kitaptan aldığım ışıkla bir tavsiyede bulunayım:


-Bi Vakıf kurun, başına da Kartal İmam Hatiplilerden birini getirin gitsin…


Cumartesi, Nisan 22, 2023

Erdoğan demokrasi tramvayından indi mi?




AKP’yi ilk terkedenlerden Abdullatif Şener “neye, niye itiraz etti?”




Cumhurbaşkanı Erdoğan, “yıllardır kadınların desteğini fazlasıyla gördüğü iktidarında, son dönemde neden kadın karşıtı uygulamalara yer açtı?” İstanbul Sözleşmesini bir gecede yürürlükten kaldırması yetmiyormuş gibi, kadın haklarını koruyan yasalara karşı çıkan Hüda-Par’ı, Yeniden Refah Partisi’ni Cumhur İttifakına buyur edişi ne anlama geliyor? 


Yoksa Erdoğan’ın yıllar önce söylediği “demokrasi bizim için araçtır, gerekirse bu tramvaydan ineriz” şeklindeki sözler şimdi gerçekleşiyor mu? 


—-Neye niye itiraz etti—-


“Milli görüşün aydınlık yüzü” kabul edilen Abdullatif Şener, AKP’yi ilk terkedenlerden… 


AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan ile ters düşerek bıraktığı AKP yönetimi ile yıllarca sürdürdüğü siyasi mücadeleyi, “Neye, Kime İtiraz ettim” başlıklı kitabında anlatıyor. Şener’in bana da imzaladığı kitabı bir gecede okudum ve uykum kaçtı… 


21 yıldır “kesintisiz süren” AKP icraatının perde arkasında meğer neler neler yaşanmış…Hele de özelleştirmeler yoluyla eş dosta peşkeş çekilen kamu varlıkları ülkeyi nasıl “sıfırı tüketme” noktasına getirmiş… 


Bu acı gerçekler karşısında uyumak ne mümkün?  


İşte, İmam Hatip birincisi olup, Mülkiye’den dereceyle mezun olan, “Her Mülkiyeli biraz komünisttir” sözünü çekinmeden söyleyen Abdüllatif Şener ile geçen gün karşılaştık, soracaklarım vardı, “ayaküstü de olsa” yolundan alıkoydum:


-Abdüllatif Bey, neler yaşanıyor böyle? Tayyip Beyin İstanbul Sözleşmesini bir gecede kaldırışından sonra şimdi de Cumhur İttifakında 6284 Sayılı Yasa tartışılır oldu. Hüda Par’ın, Yeniden Refah Partisinin buyur edildiği ittifakta kadınları koruyan cumhuriyet kazanımlarından vazgeçilmesi anlamına gelen bu adımları nasıl değerlendiriyorsunuz? Tayyip Bey sizin bulunduğunuz kabinelerde böyle miydi? Değişti mi?


-Siz öyle mi görüyordunuz? Unutmayın ki o yıllarda siyaseten yasaklıydı, hatta AK Partinin seçilip hükümeti devraldığı dönemde de Başbakan değildi, kabine dışındaydı. O yıllarda Avrupa Birliği ne derse onu yapmak, AB’ye sempatik görünmek çabasındaydı. Adeta -hele bir göreve geleyim- şeklinde bir tutum izliyordu, dolayısıyla uyum yasalarına hiç itiraz etmedi, hepsi böylece tek tek yürürlüğe girmiş oldu.


Abdüllatif Şener bunları anlatınca, “Erdoğan’ın  bir zamanlar Nilgün Cerrahoğlu’na söylediği, -demokrasi bizim için bir araçtır gerekirse tramvaydan ineriz- sözü bunca yıl sonra şimdi mi gerçekleşmiş oluyor?” Diye düşündüm ama Erdoğan yönetimindeki AK Parti eğer bir tramvaya benzetilirse ilk inen Abüllatif Şener olmamış mıydı? 


Yıllarca  Erdoğan’a ve AK Partiye korkmadan çekinmeden yönelttiği muhalif tutumu son yıllarda CHP’de milletvekili olarak sürdürmedi mi? Peki şimdi neden milletvekilliği için aday gösterilmedi?  Bunu da öğrenmek istedim ama  Şener’in yanıtı “Bilmiyorum, ben de sormadım”dan ibaret kaldı, yorum yapmadı.

 

—-Kemal Bey kazanır—-


Abdüllatif Şener’in herkesin merak ettiği 14 Mayıs seçimi üzerindeki tahmini ise, “Kemal Bey kazanır” şeklindeydi. Ya yaşanan provokasyonlara ne diyordu? Kimilerinin ısrarla ileri sürdüğü gibi, bu provokasyonlar devam eder, ortalık karışır da Erdoğan ve AKP yönetimi çekilmemekte direnirse ne olurdu? 


Bunu sorunca Şener sükuneti bir kenara bırakıp sesini yükseltti:


-Ne demek? Bir yönetim meşruiyetini kaybetmişse nasıl kalabilir? Demokrasilerde meşruiyetin en önemli göstergesi seçim sandığıdır, sandık ne diyorsa o olur… Siz kulak asmayın bu söylentilere.


—Eş dost ilişkileri—


Şener’in kitabını bir gecede okumak uykumu kaçırdı demiştim ya, sadece özelleştirme uygulamalarına ilişkin bir paragrafı paylaşayım, siz ne düşüneceksiniz?


“Dünya ekonomisindeki küreselleşme özelleştirmeleri zorunlu hale getiriyordu. Ancak özelleştirmelerin ülke ekonomisinin küresel rekabet gücünü artırmak, ileri teknoloji üretiminin ve iş süreçlerinin gelişimini sağlamak hedefiyle yapılması gerekirken, rant hesapları baskın çıkmıştır. Çoğu fabrika kapanmış, gayrimenkulleri üzerinden rant elde edilmiştir. Eş dost ilişkisiyle, kişisel zenginleşme sağlamaya yönelik kombinezonlarla elden çıkarılmıştır…” 



Abdüllatif Şener’in “Neye Niye İtiraz ettim” kitabını bence hemen alın okuyun, özellikle Telekom ve Galataport örneklerinde yaşananları görünce bundan sonra rahat uyuyabilecek misiniz bakalım… Uyuyamazsanız da Şener’e ya da bana kızmayın, 21 yıllık toplu uykumuza sayın gitsin…


(*) 14 Temmuz 1996 Milliyet Gazetesi

 







 

Salı, Eylül 20, 2022

Pretoria notları (1) N’olcek bu Güney Afrikalıların hali?






Güney Afrikalılar da bizim gibi yolsuzluklardan, adaletsizlikten, hayat pahalılığından şikayet edip, “ne olacak bizim halimiz?” Diye sora dursun, bugün başkent  Pretoria’da (*) beyaz azınlığının yaşadığı mahalleleri biraz arşınladım. Her yere sessizlik hakimdi. Sabahın erken saatlerindeki sessizliği, rastladığım “hadida kuşları” (**)  cırlak ötüşleriyle bozdu.


Aman aman aman, o ne lüks, o nasıl bir ihtişam. Evlerin her biri küçük birer saray yavrusu maaşallah. Ne var ki, resimlerde de görüldüğü gibi, “saraycıklar”ın hepsi yüksek duvarlarla çevrili birer hapishaneyi çağrıştırıyor. Duvarların tamamını kaplayan dikenli tellere elektrik verildiği, bunun çok tehlikeli olduğu da uyarılarda belirtiliyor. Saraycıkların önündeki silahlı nöbetçi kulübeleri de cabası. Kimi sokaklara giriş yasak, ancak orada oturanların otomobille girişine izin veriliyor. 




-Demek beyaz ahali bu derece güvenlik endişesi duyuyor, can korkusu yaşıyor, o yüzden sokaklarda in-cin top oynuyor, köpek gezdiren bile yok.


Diye düşündüm. Kim bilir? Yüzyıllardır sürdürdükleri sömürgeciliğin ardından, belki de beyazlar ektiklerini biçiyor.


-Nasıl yani? Zenginler  kendilerini altın kafeslere mi kapatmış?

-Aynen öyle… Güney Afrika nüfusunun sadece yüzde 9’unu oluşturan beyazların toplam milli gelirden aslan payını  (yüzde 80-90) aldıkları  dikkate alınırsa, eğitimsiz, işsiz, fakir halk üzerinde  yarattıkları öfkeyi-nefreti tahmin etmek güç değil.

-Peki, yüksek duvarların üstünü kaplayan dikenli tellere verilen elektrik beyazları ne kadar koruyabilir? 


Onu ben de bilmiyorum, fakat dün bindiğim Uber’in “beyaz!” Şoförü bana şunu söyledi:


-Artık burada yaşamak giderek zorlaşıyor. Her yıl ülkeyi beyaz nüfustan yüzlerce insan terk ediyor, üstelik bunlar eğitimli, mesleği olan insanlar. Genellikle Kanada, ABD tercih ediliyor. Biz de yakında Kanada’ya göç etmeyi planlıyoruz. Kalanlar ise genellikle eğitimsiz, niteliksiz olanlar. Zaten siyah nüfusun eğitim düzeyi çok düşük. Ülke yönetimi onların eline geçtiğinden bu yana ne doğru dürüst yatırım yapabildiler, ne var olanı koruyabildiler. Sonucu siz de fark etmişsinizdir, 8-10 saatlik elektrik kesintileri yapılıyor. Böyle bir ortamda sanayi, üretim mümkün mü?


Genç şoför karamsar bir ifadeyle bunları anlatırken 1 ABD Dolarının 10 yıl kadar önce 1 Afrika randına eşit olduğunu, şimdi 18-20 rand düzeyine fırladığını, yabancı yatırımların ülkeyi terk ettiğini de sözlerine ekledi. Arabadan inerken bana son sözü şu oldu:


-Sakın herhangi bir taksiye binmeyin, mutlaka Uber tercih edin, çünkü Uber sadece sabıkası  olmayanlara faaliyet izni veriyor. 


—-Mandela boşuna mı yattı?—


Bütün bu tablo karşısında 15. Yüzyıldan bu yana süren “sömürge sistemi”nin ülkeyi ve halkını silindir gibi ezip geçtiğini, yıllarca uygulanan ırkçı politikalar (apartheid) yüzünden eziyet çeken aydınların ve hatta 30 yıl hapis yatan efsanevi lider Mandela’nın “boşa mı kürek çektiğini” sorguluyor insan.


Gel gelelim siyahi çoğunluk yaşanan ortamdan pek rahatsız olmasa gerek ki, 2024 yılında yapılacak seçimde de mevcut yönetimin devamı için oy kullanacakmış, anketler ANC yönetiminin yüzde 50’den fazla oyu olduğunu gösteriyormuş. (***)



Lüks mahallelerde bunları düşünerek ilerlerken şaşırtıcı bir manzara ile karşılaştım. Üstü başı dökülen bir siyahi kadınla erkek, çimenlere uzanmış dikkatle beni izliyordu, “belki eski eşya-elbise-ayakkabı veren olur” diye gelmişler, neyse ki silahlı korumalar, tepki göstermeyip, orada bir kaç saat bulunmalarına izin vermiş. Aynı dili konuşup anlaşamadık, eğer mümkün olsa soracaktım:


-İşlerin giderek daha kötüye gittiği bir ortamda aynı lidere oy vermenin mantığı ne?”


Gazetelerden birinde yer alan lidere hitap eden “açık çağrı”  ise çok dikkatimi çekti: Lider Cyril Ramaphosa’ya seslenen işadamı Mark Barnes, “Kabineni değiştir, altyapı yatırımlarına ağırlık ver, yabancı sermayeyi teşvik et, sosyal kalkınmaya kaynak tahsis et”  (****) diyordu.


Sözün kısası, buralarda işler hiç iyi gitmiyor.  Rüşvetten yolsuzluktan yargılanan ama mahkemeye çıkmayı reddeden bir önceki lider Jacob Zuma biliyorsunuz sadece 2 ay hapis yattıktan sonra  “sağlık nedenleriyle” evine gönderildi. 


Bu durumu protesto eden göstericiler, yolsuzluk karşıtı pankartlarla  adaletsizlikten şikayet ediyordu. Kim bilir? Belki adalet mekanizması da Zuma’nın 23 çocuğundan biri! olan oğlu Edward’ın, “Babamı benim cesedimi çiğnemeden hapse atamazlar, yoksa çok kan akıtırım” tehdidinden çekinmişti.


(*) https://www.britannica.com/place/Pretoria

(**) https://en.m.wikipedia.org/wiki/Hadada_ibis

 (***) https://businesstech.co.za/news/government/620503/poll-data-reveals-anc-could-get-50-in-next-elections/

(****) https://www.dailymaverick.co.za/article/2022-09-18-an-open-letter-to-the-president-cyril-ramaphosa/


Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...