Bu Blogda Ara

yolsuzluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yolsuzluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Perşembe, Ekim 10, 2024

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”




Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgin yeniden seçildi. 


Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var. 


Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım: 


1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum. 

2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazeteciler Cemiyetinde, acaba  32 yıldır devam ettirdiği bu göreve layık başka bir arkadaşımız yok muydu? Neden asla kimseye (her türlü yolu kullanarak) geçit vermedi?

3-Evrakta Sahtecilik ve Görevi Kötüye kullanma suçları nedeniyle 2015 yılında kendisi hakkında hapis ve para cezası verilmedi mi?


-Cezası 5 yıllığına ertelenince bu durumu herkesten  gizli tutarak, tam 11 gün sonra apar topar kongreye gitmedi mi? 

-Bu suçları işlediğini bilmeyen üyeler tarafından yeniden başkanlığa seçilmedi mi?


KONGREYE GİDİŞ SÜRECİ 


1- İki dönemdir sürdürdüğüm yönetim kurulu üyeliğim sırasında her türlü yanlışa, usulsüzlüğe hatta yolsuzluğa karşı çıktım. Görüşlerimi yönetim kurulu toplantılarında açıkça ifade ettim. Başkana defalarca raporlar, görüşler, belgeler sundum, bunların tamamı kayıt altındadır, ayrıca toplantıların tamamı, kendisinin Kaş’ta,  Y.K. Üyesi Ümit Gürtuna’nın  İstanbul’da ikameti nedeniyle zoom üzerinden yapılmıştır ve bu görüntüler de kayıtlardadır. 

-EED’den (European Endowment For Democracy) temin edilen 140 bin euro’luk hibe kredisi ile, teklif alınmadan, ikinci el ve Cizre 6. Noterliğine kayıtlı  olarak satın alınan arabanın Cemiyeti uğrattığı 700-800 bin TL’lik zarar

-EED’den gönderilen ağır ifadelerle Cemiyetimizin tutumunu eleştiren mektup,

-Cemiyette bir ihalenin usulsüz olarak yapılmış oluşu nedeniyle Avrupa Birliğinden Cemiyete 20 bin euro tutarında haciz konması,

-İmzamın, AB ile yazışmalarda  bir kaç kez taklit edilmesi girişimleri, benim sorumluluğumda yürütülen bir iş gereği benden gizli olarak satın alınan 3 adet Macinthos-Apple bilgisayar,

-Bu alım sırasında kendisine -Nursun Erel’in bu konuyu bilmesi gerekir, kendisini bilgilendirelim- diye yazılı ısrarda bulunulmasına karşılık, hayır cevabı vermesi



Usulsüzlükler ile ilgili olarak Karar Defterine şerh koyma isteğim, engellenmiştir. Bu konuda yönetim kuruluna sunduğum belgeler yok sayılmış, deftere, “Nursun Erel, bazı eleştirilerini yönetim kurulunda dile getirmiştir” ibaresi yazılmakla yetinilmiştir. 


Başkan beni bir Y.K. Toplantısı öncesi çağırarak, “Bunları yargıya götürme, tanık bulamazsın, bu adam senden özür dilesin iş kapansın” demiştir, ben ise, -Siz Kol Kırılır Yen İçinde- diyorsunuz, bu usulsüzlükleri yapan adamdan niye hesap sormuyorsunuz?- Diye sormuşumdur. Adam dediği şahıs, o günkü toplantıda özür dilemiş, ama Cemiyet Denetim Kurulu,  Y.K üyelerinin gözleri önünde cereyan eden bu olayları  soruşturma konusu yapmamıştır. 

2-Bir toplantıda, Y.K defteri önüme getirilmiş, bir avukata 5 bin euro ödeme yapılmasının karara bağlandığı -benim de  toplantıda bulunduğum belirtilerek- imzalamam istenmiş, ben “Benim bulunduğum toplantıda böyle bir karar alınmadı, Cemiyetin 4-5 avukatı varken bu avukata neden 5 bin euro ödeme yapılıyor?” Diyerek imzalamayı reddetmişimdir. 


Katıldığım son toplantıda ibra için el kaldırmadım ve Cemiyet harcamalarının detayını istedim. Buz gibi bir hava esti, başkan yanıt vermedi, bunun üzerine “Şimdi ben bahçeye iniyorum, bir çay içeceğim, harcamaların dökümünü getirsinler defteri imzalayayım” dedim ve aşağı indim. Muhasebe İşlerini yürüten yönetim kurulu üyesi  Ali Topcu yanıma geldi, “Başkan bunları paylaşmama izin vermiyor” dedi, o anda istifa kararı aldım ve noter kanalıyla istifamı Cemiyet Başkanlığına gönderdim. 


Beyaz Sayfa adıyla kongreden 2 ay kadar önce başlattığımız kadro hareketi, sonunda benim adaylığım üzerinde ısrarcı olunca düşünmek için süre istedim ve kararım kesinleşince istifa ederek, üye listesini başkandan almak üzere ertesi gün Cemiyete gittim. 


Yarın: LİSTE YERİNE HAKARET

Pazartesi, Ekim 30, 2023

SALLA BAŞINI AL MAAŞINI


                                        

                                         


Bu laf dilimize bir güzel yerleşmiştir… 


-Nedir peki kastettiği? 


-Ne olacak? Bir iş bulup başını soktuysan, etliye sütlüye karışma, -gözümü kaparım, vazifemi yaparım- diyerek varlığını sürdür, maaşını al, sesini kes, otur…


Yıllar öncesi… 


Maliye Bakanı Sümer Oral’ın odasındayım, istifa metnimi kendisine sunmak üzere oradayım, tanıdığım en zarif, en düşünceli, insana en değer veren devlet adamlarından biri, kahve söyledi, beklerken:


-Nursun Hanım iyi düşündünüz mü? Üçlü kararname ile atandığınız önemli bir görevden, memuriyetten istifa ediyorsunuz?

-Düşündüm efendim, mesleğime dönme arzusundayım, Cüneyt Arcayürek’in teklifi üzerine Cumhuriyet Gazetesine geçeceğim…


Sümer Bey, “iyi düşündünüz mü?” Sorusunu bir kez daha dile getirdi ama baktı kararlıyım, üstelemedi, kahvelerimizi içtik, el sıkıştık, vedalaştık, Maliye Bakanlığından böylece ayrıldım…


Bu öykü ile ilgili birbirinden ilginç olayları, değerli meslektaşım Ali Bilge ile kaleme aldığımız Tansu Çiller’in Siyaset Romanı (*) satış rekoru kırarak defalarca basılan ortak kitabımızda bulmanız mümkün. 


Kısaca özetleyeyim, yaşamım boyunca tutkuyla bağlı olduğum mesleğimi  sürdürürken, muhabir olarak çalıştığım gazete zora girdi, batıyordu, aylarca ücret almadan çalıştık, işte o günlerde dönemin Maliye  Bakanı Adnan Kahveci’nin teklifi ile bakanlık danışmanı olarak atandım, “neden beni bu göreve düşündünüz?” Diye sorduğumda, “sen en zor metinleri bile hemen basitleştirip anlaşılır hale getirebiliyorsun, beraber iyi işler yapacağımıza inanıyorum” karşılığını verdi. Hatta Turgut Özal ona, “Ne gerek vardı  Nursun için üçlü kararnameye, düz bir atama yapabilirdin” diye sitem bile etmiş.


İşte üçlü kararname ile devlete atanmamın öyküsü budur…


Gerçekten de Adnan Kahveci ile iyi işler yaptık, sadece birini örnek vermem gerekirse, Türkiye’de bütün taşıtlarda  “emniyet kemeri uygulamasını” Adnan Kahveci zorunlu hale getirmiştir. Bu uygulamayı kabinedeki bakanların “oy kaybederiz” diye ısrarla karşı çıkmalarına rağmen Turgut Özal’ı ikna ederek yapabilmiş, TRT’de yayınlanacak “jinglellar”ı bile bana yazdırarak  bu işi gerçekleştirmiştir. O sayede, trafik kazalarında  kim bilir kaç yaşam kurtuldu ama, yazık ki Adnan Kahveci genç yaşta “kemeri takılı olmasına rağmen” kendi kullandığı arabada eşi ve kızı ile birlikte bir trafik kazası geçirerek öldü…


İşte benim devletteki görevim devam ederken seçimler yenilendi, iktidar Süleyman Demirel genel başkanlığındaki Doğru Yol Partisine geçti. Hem yeni Başbakan Süleyman Demirel hem de Maliye Bakanı olan Sümer Oral ile öteden beri iyi diyalog ve ilişkiler içindeydim, beni makamına davet eden Oral nazik sözlerle “sizi bakanlıkta gördüğüm için mutlu oldum, birlikte çalışmaya devam ederiz” dedi ancak ben gazeteciliği devlette çalışmaya yeğ tutacaktım. Evet, devlette çalışmak  bana adeta “doktora yapmış kadar” büyük deneyim kazandırmış, ekonomi muhabiri olarak yıllarca peşlerinde koşup, bir kelime olsun bilgi almaya çalıştığımız  IMF, Dünya Bankası heyetleri görüşmelerinde hazır bulunup, görüşme tutanaklarını hazırlamaktan  sonsuz keyif almıştım ama gazetecilik tutkumu asla kaybetmemiştim, bu nedenle mesleğime dönmek istedim.


-Nedir seni mesleğine bu kadar tutkuyla bağlayan?


Diye soruyorsanız, ooo, anlatmakla bitmez…


Yaptığımız manşetlerin olay yaratıp gündem değiştirmesini mi, yolsuzluk haberlerimizin TBMM’de “gensoru konusu” olup istifalara yol açmasını mı anlatayım? Bizim liderlerle gazetelerde, dünya liderleri ile ekranlarda yayınlanan röportajlardan duyduğum kıvancın, kazandığım ödüllerin bedeli olur mu? Hele hele, meslekte onca insanla görüşürken, siyasetçilerin dışarıya gösterdiği yüz ile benim gördüğüm gerçek yüz arasındaki farkı görmekle insan sarrafı oluşumuzu mu dile getireyim? 


Ha, bir de mesleğim sayesinde neredeyse bütün dünyayı gezip dolaşmanın keyfine ne dersiniz?


-İnsan sarraflığını filan boşver şimdi, para kazandın mı para?


Diye soruyorsanız, bizim meslek “iyi yaşatsa da!” pek para kazandırmaz, iyi yaşamaktan kastım ise  “bir eli yağda bir eli balda” olmak değildir, olayları ilk duyan siz olur,  gelişmelerin perde arkasını ilk siz dile getirirsiniz, halk adına çalıştığınızın verdiği güvenle yüksek sesle soru sorar, gerçeği didik didik sorğular, bu olağanüstü mesleki tatminle de geceleri huzurla uyursunuz.


E, siz söyleyin şimdi? 


“Salla başını al maaşını” diyenlerden olmaktansa bu daha iyi değil mi?

(*) https://www.simurgkitabevi.com/tansu-cillerin-siyaset-romani-1994








-

Cuma, Ekim 27, 2023

Kitaplar arasında… Kartal İmam Hatipliler-Serdar Akinan-Hayri Demir





Gazeteci Kitaplarını okumayı sürdürüyorum… 


-“Okudukça hayretten hayrete sürükleniyorum.” 


Dememi bekliyorsanız yanılıyorsunuz, “-balık baştan! kokar- sözü meğer ne kadar doğruymuş” diye gülümseyerek sayfaları çevirirken atalarımıza rahmet diliyorum. 


Şimdi sıra, Serdar Akinan- Hayri Demir ikilisi tarafından kaleme alınan “Kartal İmam Hatipliler-Harika İşler Şatosu” başlıklı kitapta… Dil Derneğinin her yıl sevgili hocamız Emin Özdemir anısına verdiği ödül jürisindeki görevim nedeniyle bu kitap okuma maratonunu sürdürdüğümü sizlere anlatmıştım. Geçenlerde bir meslektaşım aradı:


-Yahu Nursun, sen niye bu kitapları okuyup, detaylı paylaşımlar yapıyorsun? Yazık değil mi yazarlarına? Sen kendini Blinkist (*) mi sanıyorsun?


Demesin mi?


Ben şaşkınlıkla dinlerken sözlerini sürdürdü:


-Kimilerinin senin bu detaylı notlarını okuyup geçeceği, belki de kitapları almaktan vazgeçip, -a, ben okumuştum- diyebilecekleri aklına gelmiyor mu?


Doğrusu ben konuya hiç böyle bakmamıştım, meslektaşlarımın Türkiye tablosunu, yolsuzluk ve usulsüzlükleri  detaylarıyla kaleme aldıkları kitapları içime sindire sindire okuyup, önemli bulduğum satırların altını çizerek okuma maratonunu keyifle sürdürüyordum, tabi sizlerle paylaşacağım sayfalara notlar koymayı da unutmadan…


Arkadaşımın bu sözleri üzerine kitapları, kalemimi, klavyemi  bir kenara koyup, “acaba bana neden Blinkist dedi?” Sorusunun yanıtını aramaya giriştim, meğer şuymuş:


“Blinkist programını bilgisayarınıza yükleyip, dünyada yayınlanmış bilmem kaç bin kitaptan istediğinizi seçiyormuşsunuz ve bu mucizevi  program, kitabın özetini, hatta sesli versiyonunu 15 dakikada bitireceğiniz şekilde  önünüze seriyormuş. Böylece siz kitap kurdu entellektüel arkadaşlarınızın yanında küçük düşmekten kurtulup, “ay ben onu okumuştum” diyerek “hava atma” şansına sahip olabiliyormuşsunuz…”


Haydi bakalım, hodri meydan, Tolstoy’un Anna Kareninası’nı Blinkist’ten bir okuyalım, pardon bir dinleyelim de görelim, 836 sayfalık romanın sayfalarını çevirirken aldığımız lezzeti, o kuru özetten alabilmek mümkün olacak mı? (Söz, ben Blinkist deneyimimi de sizinle paylaşacağım günün birinde!)


Eh, bu muhabbetten sonra şimdi sıra, Kartal İmam Hatipliler’in sayfalarını çevirmeye geldi…

 

Ekleriyle birlikte 214 sayfadan oluşan kitapta (**) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın iki oğlundan biri olan Bilal Erdoğan, Kartal İmam Hatip’ten sınıf ve okul arkadaşlarına Türk bürokrasisinde meğer hangi kapıları, hangi kadroları şak! Diye açmış? O isimler, devlet bürokrasisindeki en kritik kadrolara “ani sıçrayışlarla” nasıl tırmanıvermişler? 


İşte tüm bunlar, Harika İşler Şatosunda bir bir, bütün detaylarıyla dile getirilmiş. Ancak Bilal Erdoğan devlette görev almayı nedense kendisi için cazip bulmamış, devlet kadrolarındaki arkadaşlarını kollamakla yetinirken,  babasının 1996 yılında kurduğu TÜRGEV’le ilgilenmeyi ve vakfın “ayni ve nakdi varlığı”nı artırmakla uğraşmış… 


Kitabın 122. Sayfasında kamudan TÜRGEV’e tahsislerin “sadece bir kısmı” şöyle sıralanıyor:


“Gaziantep Şahinbey-Şehitkamil ilçe belediye başkanlarının 24 bin 500 metrekare arazi tahsisi, Fatih’te Hayırlıoğlu Vakfına ait 27 dönüm arazi, Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesinin kullandığı Milli Emlak Arazisi,Tokat Gazi Osman Paşa Üniversitesinde kamuya ait arazi,Üsküdar İlçesi Ünalan mevkisinde bulunan TCDD’e ait arazi, İstanbul Ataşehir’de TMSF’ye ait arazi, Otel yapmak için İstanbul Fatih Şehzadebaşı arazisi, Esenyurt Örnek Mahallesi, Ahmet Arif Caddesinde 6 bin 200 metrekarelik taşınmaz, Zeytinburnu’nda yarısı hazineye ait arazi, Bursa’da Milli Emlak’a ait arazi,Kütahya’da Enerji Bakanlığına ait 50 dönüm arazi ve 209 dairenin alınması için talep, Adıyaman Gölbaşında Milli  Emlak ile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına tahsisli arazi, Samsun Atakum’da 2 öğrenci yurdu, Kartal Belediyesinin Uğur Mumcu Mahallesindeki Park arazisi, İBB’ye ait 165 milyon TL değerindeki 5 arazi,  Zeytinburnu’nda geçici olarak kullanılan kaymakamlık binası, Tuzla’daki Formula 1 pisti yanındaki 167 dönümlük arazi, Sakarya Üniversitesi Esentepe Kampüs alanındaki 14 bin 666 metrekarelik arazi, Konya İl Özel İdaresine ait bir bina…”


Kitapta  bu arazi tahsislerinin yıllar içinde giderek arttığı vurgulandıktan sonra vakfa yapılan bol sıfırlı! parasal bağışlar da dile getiriliyor. Bunlardan biri sanıyorum hepimizin hala hafızasında… CHP Sözcüsü Haluk Koç’un açıkladığı:


-“Bilal Erdoğan’ın 26 Nisan 2012 günü Vakıflar Bankasındaki hesabına Suudi Arabistan kaynaklı Royal Protocol isimli yapıdan 99 milyon 999 bin 990 doların beş dakika içinde havale edilmesi”


Olayı…


-Başka  kimler TÜRGEV’e bağış yapmıştı?


Diye sormadınız, çünkü bal gibi tahmin ediyorsunuz, ben yine de TÜRGEV’e milyon milyon liralarla bağış yapanların bazılarını kitaptan aktarayım:


“Rıza Sarraf (Zafer Çağlayan aracılığıyla), Ciner Grubu adına Fatih Saraç, Kalyon İnşaat, Cengiz İnşaat, Ali Ağaoğlu, Taşyapı,MAPA İnşaat, Sinpaş GYO, Mehmet Ali Aydınlar, İspa İnşaat, Turgut İnşaat, OBP İletişim ve Medya, İlbak Yapı ve Medya,BBM Büyük Baskı Merkezi Matbaası, PC İletişim ve Medya, 3. Mecra Reklam ve Turizm Aş, Haluk Ahmet Aksüs, Özel Arnavutköy Hastanesi…”


-Ayol, bu şirketler ve başındakiler meğer ne kadar iyiliksever insanlarmış da TÜRGEV’e bu arazileri bağışlayıp, o paraları göndermişler. Peki bu bağışlar nasıl bu kadar kolay yapılabiliyor?


Diye soracak olursanız anımsatalım, TÜRGEV 2018 yılından bu yana İçişleri Bakanlığına bağlı Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğünün, “İzin Almadan Yardım Toplama Hakkına Sahip Kuruluşlar” listesinde yer alıyor, yani o listedeki 37 kuruluştan biri olarak (ENSAR vakfı da içlerinde)  herhangi bir izne tabi olmadan yardım toplayabiliyor…


Biliyorum, bu satırları okuyanların çoğu, “yahu biz asgari ücretle,emekli maaşımızla kiramızı bile zor denkleştirirken bu devletin malı deniz mi?” Diye söyleniyor… Onlara kendimce ve bu kitaptan aldığım ışıkla bir tavsiyede bulunayım:


-Bi Vakıf kurun, başına da Kartal İmam Hatiplilerden birini getirin gitsin…


Cumartesi, Nisan 22, 2023

Erdoğan demokrasi tramvayından indi mi?




AKP’yi ilk terkedenlerden Abdullatif Şener “neye, niye itiraz etti?”


Cumhurbaşkanı Erdoğan, “yıllardır kadınların desteğini fazlasıyla gördüğü iktidarında, son dönemde neden kadın karşıtı uygulamalara yer açtı?” İstanbul Sözleşmesini bir gecede yürürlükten kaldırması yetmiyormuş gibi, kadın haklarını koruyan yasalara karşı çıkan Hüda-Par’ı, Yeniden Refah Partisi’ni Cumhur İttifakına buyur edişi ne anlama geliyor? 


Yoksa Erdoğan’ın yıllar önce söylediği “demokrasi bizim için araçtır, gerekirse bu tramvaydan ineriz” şeklindeki sözler şimdi gerçekleşiyor mu? 


—-Neye niye itiraz etti—-


“Milli görüşün aydınlık yüzü” kabul edilen Abdullatif Şener, AKP’yi ilk terkedenlerden… 


AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan ile ters düşerek bıraktığı AKP yönetimi ile yıllarca sürdürdüğü siyasi mücadeleyi, “Neye, Kime İtiraz ettim” başlıklı kitabında anlatıyor. Şener’in bana da imzaladığı kitabı bir gecede okudum ve uykum kaçtı… 


21 yıldır “kesintisiz süren” AKP icraatının perde arkasında meğer neler neler yaşanmış…Hele de özelleştirmeler yoluyla eş dosta peşkeş çekilen kamu varlıkları ülkeyi nasıl “sıfırı tüketme” noktasına getirmiş… 


Bu acı gerçekler karşısında uyumak ne mümkün?  


İşte, İmam Hatip birincisi olup, Mülkiye’den dereceyle mezun olan, “Her Mülkiyeli biraz komünisttir” sözünü çekinmeden söyleyen Abdüllatif Şener ile geçen gün karşılaştık, soracaklarım vardı, “ayaküstü de olsa” yolundan alıkoydum:


-Abdüllatif Bey, neler yaşanıyor böyle? Tayyip Beyin İstanbul Sözleşmesini bir gecede kaldırışından sonra şimdi de Cumhur İttifakında 6284 Sayılı Yasa tartışılır oldu. Hüda Par’ın, Yeniden Refah Partisinin buyur edildiği ittifakta kadınları koruyan cumhuriyet kazanımlarından vazgeçilmesi anlamına gelen bu adımları nasıl değerlendiriyorsunuz? Tayyip Bey sizin bulunduğunuz kabinelerde böyle miydi? Değişti mi?


-Siz öyle mi görüyordunuz? Unutmayın ki o yıllarda siyaseten yasaklıydı, hatta AK Partinin seçilip hükümeti devraldığı dönemde de Başbakan değildi, kabine dışındaydı. O yıllarda Avrupa Birliği ne derse onu yapmak, AB’ye sempatik görünmek çabasındaydı. Adeta -hele bir göreve geleyim- şeklinde bir tutum izliyordu, dolayısıyla uyum yasalarına hiç itiraz etmedi, hepsi böylece tek tek yürürlüğe girmiş oldu.


Abdüllatif Şener bunları anlatınca, “Erdoğan’ın  bir zamanlar Nilgün Cerrahoğlu’na söylediği, -demokrasi bizim için bir araçtır gerekirse tramvaydan ineriz- sözü bunca yıl sonra şimdi mi gerçekleşmiş oluyor?” Diye düşündüm ama Erdoğan yönetimindeki AK Parti eğer bir tramvaya benzetilirse ilk inen Abüllatif Şener olmamış mıydı? 


Yıllarca  Erdoğan’a ve AK Partiye korkmadan çekinmeden yönelttiği muhalif tutumu son yıllarda CHP’de milletvekili olarak sürdürmedi mi? Peki şimdi neden milletvekilliği için aday gösterilmedi?  Bunu da öğrenmek istedim ama  Şener’in yanıtı “Bilmiyorum, ben de sormadım”dan ibaret kaldı, yorum yapmadı.

 

—-Kemal Bey kazanır—-


Abdüllatif Şener’in herkesin merak ettiği 14 Mayıs seçimi üzerindeki tahmini ise, “Kemal Bey kazanır” şeklindeydi. Ya yaşanan provokasyonlara ne diyordu? Kimilerinin ısrarla ileri sürdüğü gibi, bu provokasyonlar devam eder, ortalık karışır da Erdoğan ve AKP yönetimi çekilmemekte direnirse ne olurdu? 


Bunu sorunca Şener sükuneti bir kenara bırakıp sesini yükseltti:


-Ne demek? Bir yönetim meşruiyetini kaybetmişse nasıl kalabilir? Demokrasilerde meşruiyetin en önemli göstergesi seçim sandığıdır, sandık ne diyorsa o olur… Siz kulak asmayın bu söylentilere.


—Eş dost ilişkileri—


Şener’in kitabını bir gecede okumak uykumu kaçırdı demiştim ya, sadece özelleştirme uygulamalarına ilişkin bir paragrafı paylaşayım, siz ne düşüneceksiniz?


“Dünya ekonomisindeki küreselleşme özelleştirmeleri zorunlu hale getiriyordu. Ancak özelleştirmelerin ülke ekonomisinin küresel rekabet gücünü artırmak, ileri teknoloji üretiminin ve iş süreçlerinin gelişimini sağlamak hedefiyle yapılması gerekirken, rant hesapları baskın çıkmıştır. Çoğu fabrika kapanmış, gayrimenkulleri üzerinden rant elde edilmiştir. Eş dost ilişkisiyle, kişisel zenginleşme sağlamaya yönelik kombinezonlarla elden çıkarılmıştır…” 



Abdüllatif Şener’in “Neye Niye İtiraz ettim” kitabını bence hemen alın okuyun, özellikle Telekom ve Galataport örneklerinde yaşananları görünce bundan sonra rahat uyuyabilecek misiniz bakalım… Uyuyamazsanız da Şener’e ya da bana kızmayın, 21 yıllık toplu uykumuza sayın gitsin…


(*) 14 Temmuz 1996 Milliyet Gazetesi

 







 

2023 YILINDA BASIN SEKTÖRÜ

  Türk Basını , 2023 yılı boyunca  usulsüzlük ve yolsuzluk haberlerini büyüteç altına almakla birlikte, çoğu kez bu haberlere yayın yasağı g...