Bu Blogda Ara

Aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cuma, Nisan 29, 2011

Gizli kalmış”, hazin bir aşk öyküsü



\

Bakın, şimdi Mehveş Hanımla ilgili olarak size anlatacaklarım tam olarak doğru değil, bunu itiraf etmeliyim, nasıl söylesem? Aslında yarı fantastik bir anlatı... Ama aynı zamanda o kadar gerçek ki...
Hele bir de sizinle karşı karşıya olabilseydik misafir odamda... Dantellerim pek güzeldir, çoğu sevgili halamın eseri. Ha, o mu? O küçük ceviz etajer de annemden kalmadır. Onun sevdiği “şeyler”i orada saklarım. Üstündeki şişeyi mi sordunuz? Reve D’or... (*) Bitmesin diye gözünün içine bakıyorum, çünkü annem öte dünyaya göçeli bir kaç yıl oldu, çok severdi bu kokuyu, sadece misafirliklerde kullanırdı, işte bunlar artakalan son damlalar. Korkarım artık üretilmiyor...
Aslında, “hem çayımızı yudumlayalım, hem de şu benim macbook'dan youtube'u açıp görüntü eşliğinde sohbet edelim” diyecektim ama, malum, Türk halkı olarak cezalıyız(****)... Onun için büyükbabamın gramofonunu çalıştırayım önce, hemen geliyorum yanınıza...
Aaaa sormadım da, çayınızı nasıl içerdiniz? Neyse canım, tam tavşankanı işte, açık da değil fazla koyu da... Bakın, bu bademli kurabiyeleri de bu sabah yaptım, taptaze, buyrun buyrun, afiyet olsun...
Aaa, aşkolsun başta söyledim ya, Mehveş Hanım... Yani Mehveş Dolay’dır bu muhteşem ezginin ve sözlerin sahibesi... Notalarına bir bakın, eğer müzikle haşır neşirseniz, hele hele bir enstrüman da çalıyorsanız hafiften tıngırdatsanız ne hoş olurdu... Nihavendin bütün batılı özelliklerini taşır bu şarkı... Durun bakayım, siz çalarken ben de biraz mırıldanayım mı?
“Kaçsam bırakıp, senden uzak yollara gitsem,

Kalbim yanıyor, ismini her kimden işitsem.
Derdimle ufuklarda sönen gün gibi bitsem,

Kalbim yanıyor, ismini her kimden işitsem”
Tabii makamının nihavend, usulünün semai oluşu (**) ve muhteşem ezgisi nedeniyle cazcılar da bu besteye gönül vermiştir...  Önder Focan’ın “Kaçsam Bırakıp” yorumu da muhteşemdir.
Eveeet, ne diyorduk... “Kaçsam Bırakıp”ın Bestecisi Mehveş Hanımdan bahsediyorduk değil mi? Bir kere son derece dikkat çekici olan, İzmirli Mehveş Hanımın yaşamında sadece ve sadece tek bir beste yapmış oluşu... TEK BİR BESTE! Düşünebiliyor musunuz? Böyle muhteşem yeteneğe sahip olup da bunu yaşamda sadece bir kez kullanmanın ne demek olduğunu? Acaba buna duyduğu aşk ve düş kırıklığı mı neden oldu?
Neyse ki, Mehveş Hanım 20-25 yaşlarındayken yaptığı bu şahane besteyi İstanbul’a götürüyor ve Columbia Plak Şirketinde kayıt (***) ettiriyor, beste ilk kez Deniz Kızı Eftelya Hanım tarafından plağa okunuyor. Ama ne yazık ki, Mehveş Hanımın adı plakta yok... Onun yerine bir Ermeni ve de erkek besteci ismi var plakta... Neden mi? O yıllarda bir kadının bırakın müzik eğitimi almasını, bunu yayması, kendi adıyla plağa dönüştürmesi filan imkansız, hoş karşılanmıyor, ondan. Bu yüzden takma isim kullanıyor.
Zaten ondan sonra da Mehveş Hanım kayıplara karışıyor, kendisinden yeni besteler şurada dursun en ufak bir haber bile alınamıyor.

Ne “kaçış” ama değil mi? Tam bestesinde dile getirdiği gibi... Şarkının devamı da şöyle:
"Gönlüm o kadar aşkınla yanmış ki ezelden

Bir lahza unutmak seni bak gelmiyor elden
N'olurdu ölüm zehrini içseydim ecelden

Kalbim yanıyor ismini her kimden işitsem"
Pekiii, sizce bu muhteşem beste kime yapıldı?
Hımmmm, söyleyeyim mi söylemeyeyim mi diye düşünüyorum. Çünkü bundan emin değilim, hatta daha açık konuşmak gerekirse bunu ben düpe düz kafamdan uydurdum. Bence bu beste, tam o yıllarda ortalığı kasıp kavuran ve tüm gençkızların kalbini yakan ama sonunda 29 Ocak 1923 günü İzmir’de Latife Hanımla evlenen Mustafa Kemal’e yapılıyor...
\

Üstelik sonraki yıllarda öğreniyoruz ki, “Kaçsam Bırakıp” Mustafa Kemal’in de sevdiği bestelerden biri.
Aah ah, ne dersiniz? Bir akşamüstü, güneş batarken, balkondaki masamızda biraz leblebi, biraz beyaz peynir, bir dilim kavun eşliğinde, buğulu rakı kadehimizi karşılıklı kaldırsak, onların şerefine yudum yudum içsek ve “Kaçsam Bırakıp”ı dinlesek?
Olmaz mı?

LİNK 
------------------------------------------------------
(*)Reve D’or (Altın Rüya) L.T. Piver tarafından ilk kez 1886’da Paris’te üretilmiş parfüm.
(**)http://odtuktmt.com/7-nazariyat.html
(***)Git Zaman Gel Zaman Fonograf-Gramofon-Taş Plak-Cemal Ünlü
(****) Youtube'un Türkiye'de yasaklı olduğu günlerde kaleme alınmıştı.

Pazar, Eylül 05, 2010

MASUMİYET MÜZESİNDE AŞK



Kitap Kulübümüzde önerildi Orhan Pamuk’un son kitabı, “Masumiyet Müzesi.” Ooo, o kadar sevindim ki bu kitabın seçilmesine. Günlerdir haftalardır duyuyor, izliyorduk kitabı içeren haberleri, yayınları.

Çünkü Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi'ni yayınlamadan önce başarılı bir tanıtım taktiği uyguladı, güncel basına (ve nedense magazin sayfalarına bile!) verdiği çok sayıda söyleşi ile kitabını okuyucuya fena halde merak ettirdi.

Merak edilmez mi?

Aşk...

Yaşayan herkes için, aslında (beş duyusuyla tam anlamıyla yaşayan herkes) demek daha doğru olur, aşk bir varoluş sebebi (raison d'être) öyle değil mi?

Hele Orhan Pamuk, verdiği bütün söyleşilerde eğer “aşkın anlamı tam olarak nedir? Kitabımda buna yanıt aradım” demeye getirdiyse (*) herkesin kitapçılara koşup raflara dizi dizi sıralanmış olan kitaptan birer tane edinmesi gerekmez miydi sizce de? Hele benim gibiler, bir tane ile de kalmadılar, geçmiş olsun ziyaretlerinden, Büyükada buluşmalarına, ev hayırlamalarına, bayram beraberliklerine kadar pek çok vesileyle de arkadaşlarına kitabı ya götürdüler ya edindirdiler.

Kitap, aşkı yaşamış şanslılar, ya da yaşamakta olanlar için aslında tam bir 'sağlama" niteliğindeydi bence, çünkü hüzünün, ya da daha doğru deyimiyle, kısacık mutlulukların peşinde çekilen eziyetin bir başka anlatımıydı. Hani, “insan insanın zehirini alır" derler ya...Bu kitap bir anlamda pek çok aşık için böyle bir işlevi de üstlenebilir diye düşünmek mümkün.

Ama kitap üzerinde hala kafama takılan pek çok soru var.

Örneğin, bakirelik kavramı gerçekten o yıllarda hele Istanbul'da sosyal yaşama bu kadar damga vurmuş muydu? Ben buna pek inanamadım doğrusu. Orhan Pamuk'un çok sevdiği ve hepsi de çoktaaaan ölmüş yazarların (**) romanlarında anlatılan aşklar çok mu istisnai durumları içeriyordu yani? (Bir örnek, Metres-Hüseyin Rahmi Gürpınar )

Ayrıca Orhan Pamuk aşkı ve erotizmi anlattığını söyleşilerinde sıkca ifade etmiş ya... Bence kitapta erotizm ne yazık ki yok...Tamam, eziyetli bir aşk var, duygular var, hayaller var, eziyet var ama erotizm bence yok...Bazıları belki pornografiye düşmenin bir yazar için bıçak sırtında olmakla eşdeğer olduğunu düşünüyordur ama bence çağımızda aşkı erotizmden uzak saymak mümkün değil ve çok sevdiğim yazarlar olan Orhan Pamuk ve Selim İleri erotizmi kitaplarında ne yazık ki hiç veremiyorlar.

Daldan dala atlayacağım belki ama, bu kitabın 592 sayfa olması gerekiyor muydu? Erendiz Atasü’nün dediği gibi, “iyi bir editör elinde acaba kitap yarı yarıya eksilmez miydi?”  Ha, editör demişken kitabın giriş paragrafının ikinci cümlesi acaba Türkçe bakımından tam doğru muydu? 

"Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi?" (Masumiyet Müzesi, Sayfa 11)

Orhan Pamuk pek çok kitabında yaptığı gibi bu kitabında da kendisini roman kişilerinden biri durumuna sokmuş yine ama bu sanki biraz çalakalem olmamış mı? Hele Masumiyet Müzesinin fiziki olarak yer aldığı harita ve müzeye giriş bileti, deyim yerindeyse hiç hınzırca olmadığı gibi epey amatörce olmamış mı?

Kitabın kapağı acaba 592 sayfayı kaldıracak bir kapak mı yoksa 24 YTL ödenen yani hiç de ucuz olmayan bir kitap için biraz hafif kaçmamış mı? Acaba hardback olması imkansız mıydı?

Sorular böylece uzar gider...Ama kafamdaki en önemli soru şu, bu aşk Orhan Pamuk'un yaşamadığı bir aşk olsaydı böylesine yaşamışcasına anlatabilir miydi? 

Kendisi “hayır” dese de ben aksine inanıyorum.

(*) "Anna Karenina, Tolstoy'un en iyi romanıdır. Evlilik, aşk, bağlılık gibi konuları büyük bir toplumsal çerçeve içinde değerlendirmiştir. Yani Tolstoy kendi zamanına ne yaptıysa ben de çağıma onu yaptım, diyebilirim..." Orhan Pamuk (Sabah Gazetesi-Şirin Sever'le söyleşi.)
(**) "Derin bir roman parçası beni her şeyden daha çok mutlu eder ve hayata bağlar. Yazarının ölü olmasını da tercih ederim." Orhan Pamuk-Öteki Renkler.

Nursun Erel 7 Ekim 2009

Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...