Bu Blogda Ara

Semra Özal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Semra Özal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cuma, Ocak 05, 2024

Can Pulak’a onur ödülü





Gazeteciler Cemiyetinin “onur ödülü” (*) bu yıl değerli gazeteci, meslek büyüğümüz sevgili Can Pulak’a veriliyor, şimdiden kutluyorum. Doğrusu Can Pulak’la ilgili o kadar “mutluluk ve sevgi dolu” anekdotlar var ki aklımda, paylaşmasam olmaz…

Bir yılbaşı arefesinde kapımız çalındı, baktık kargodan kocaman bir sandık gelmiş, heyecanla açtık, tepeleme mandalina var içinde. Harika, hem de ünlü “Bodrum Mandalinası.” Bir de kart iliştirmiş Can Pulak, “En iyi dileklerimle yeni yılınızı kutluyorum” diyor. 



Biraz şaşırıyorum ama durur muyuz? Hemen birer mandalinanın kabuğunu soyup ağzımıza atıyoruz, enfes rayihayla mest olmuşken elimdeki kartın arkasını çevirip bakıyorum ki, aslında farklı bir isme gönderilmiş mandalinalar, yani nasıl olduysa -belki de sekreterin hatalı tutumuyla- bize gelmişler…


-Tuh diyorum içimden, hemen telefona sarılıyorum:


-Aloo, Can Bey?

-A, Nursuncum sen misin?

-Evet Can Bey, yeni yılınızı kutlamak için aradım

-Canım senin de kutlu olsun

-Yalnız Can Bey, bana sizin yeni yıl kutlaması kartınızla birlikte kocaman bir mandalina sandığı ulaştı. Kargo adresi ve isim benim ama içindeki kartta başka birisinin ismi var. Eğer adresi bana söylerseniz ben o arkadaşınıza sandığı göndereyim…


Can Bey kahkahalarla gülüyor:


-Aman Nursuncum isabet olmuş, ne güzel işte, mandalinalar tam da yerini bulmuş, eşinle birlikte afiyetle tüketin…


Can Pulak’ın cömert ve esprili tutumu karşısında sevinmedim desem yalan olur, mandalinaları günler boyu afiyetle tükettik, hatta mandalina kabuklarını kurutup çayımıza kattım, reçel bile yaptım…

Bodrum’da sabah yürüyüşleri



—-Can Pulak’tan ilk jest—-



Telefon konuşmamız sırasında sadece mandalinalar için teşekkür etmekle kalmadım, Can Pulak’a epeyce eskilerde  kalmış bir başka jesti için de teşekkür ettim, onu da anlatayım. 


Yıl 1985, Tercüman gazetesinde çalışıyorum, Başbakan Turgut Özal İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher’in resmi konuğu olarak Londra’ya gidecek, gazetem geziyi benim izlememi istiyor… Çok heyecanlıyım, çünkü 12 Eylül Darbesi sonrasında batı dünyasının sırt çevirdiği Türkiye bu resmi ziyaretle belki Avrupa tarafından yeniden “demokratik ülkeler ligi”ne kabul edilecek.


Uzatmayayım, haber takibinde uykusuz, gece gündüz  çalışarak geziyi izliyorum, ardından Özal ve resmi heyetle birlikte aynı uçakla Ankara’ya dönüyoruz.


O yıllarda sevgili Can Pulak Başbakan Özal’ın Basın danışmanı, uçağa binmeden önce kendisinden rica ediyorum, 


-Can Bey acaba Sayın Başbakandan kısa bir değerlendirme alsam izin verir mi acaba? Siz yardımcı olabilir misiniz?


Can Bey yanıt vermiyor, Özal’a yakın bir koltuğa geçiyor. Uçağın motorları çalışıyor, pist başı yapılıyor ve Heathrow’dan kalkıyoruz…


Aslında uçakta biz gazetecilerin deyimiyle “deve dişi” gibi meslek büyükleri var, Türkiye gazetesinin sahibi merhum Enver Ören’i çok net hatırlıyorum, o yıllarda elinde küçük bir bilgisayar var ve çevresindekilere onu gösterip, marifetlerini anlatıyor. Cumhuriyet adına sevgili dostum Sedat Ergin de var gezide, hatta bir ara ikimiz Özal ve ekibinin kaldığı otele sızıp, Savunma Bakanımızla görüşüp “atlatma” bilgi ediniyoruz. 


Neyse işte, havadayız artık, kemerlerimizi çözüyoruz, ben elimde teybim, not defterim “hazır ol” konumundayım, sürekli Can Pulak’a bakıyorum, bir kaç dakika sonra bana eliyle işaret ediyor, “gelebilirsin” diye, heyecanla koşup Özal’a teybimi uzatıyorum, Thatcher görüşmesinin bazı detaylarını, yeni dönemde Türkiye’de uygulanacak özelleştirme planını anlatıyor, Thatcher’in bu konuya çok olumlu baktığını söylüyor. Türkiye o yıllarda liberal ekonomiye geçiş aşamasında. Thatcher-Özal diyalogu ise söylenenlere göre çok sıcak. Hatta Thatcher’in aslında Özal’dan etkilendiği bile konuşuluyor. ” (**)



İşte böyle, o günlerde bir genç gazeteci için bundan büyük mutluluk olur mu? Üstelik Semra Hanım, “gel şöyle otur bir resmimiz de birlikte olsun” demesin mi? 



Özallar’a teşekkür edip yerime dönüyorum, sıra bandı çözüp haberi hazırlamakta…  

Sevinçten içim içime sığmıyor, kolay mı? Ertesi günün manşetini kurtarmışız… Can Pulak’a teşekkür üstüne teşekkür ediyorum…


İyi ki varsınız sevgili Can Pulak, onur ödülü size çok yakışır, sizi çok seviyoruz. 


(*) https://gc-tr.org/gazeteciler-cemiyeti-2023-yili-meslek-onur-odulu-can-pulaka-verildi/


(**) https://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/04/130410_thatcher_ozal


Perşembe, Nisan 29, 2021

Turgut Özal ile “pijamalı bayram söyleşisi”



Anadolu Ajansında mesleğe yeni başlamıştım, hevesle çalışıyor, ekonomi alanında ilerlemek istiyordum. Turgut Özal, 12 Eylül Darbesi  sonrası Milli Güvenlik Konseyi tarafından Başbakan Yardımcısı olarak görevlendirilmişti, misyonu “Türkiye Ekonomisi fotoğrafını içeride ve dışarıda düzeltmek”ti . Bu nedenle bir grup genç gazeteci olarak deyim yerindeyse  Özal’ın “peşinden ayrılmaz” olmuştuk.  

AA’nın o yıllardaki güçlü kadrosunun önde gelen isimlerinden biri de, benim gazeteciliğine hayranlık duyduğum  deneyimli gazeteci Barış Kaşıkçı idi. Özal’ı yakın takipte olduğumuz için Başbakanlıktaki danışmanı Adnan Kahveci ile de sık görüşüyorduk. AA’nın  gece gündüz tıkır tıkır çalışan teleks bülteninden BK ve NRS paraflarıyla (imza kullanılmazdı) dökülen haberlerimiz, ertesi gün bütün gazetelerin manşetlerinde yer alır olmuştu. 


Bir Ramazan Bayramı öncesinde Turgut Özal’dan randevu istedik, ekonomi gündeminde önemli yer işgal eden konuları konuşmak istiyorduk. Özal, “yarın, öğlene doğru gelsinler” demiş... Bayramın ilk günü, heyecanla hazırlandık, teybimizi kontrol ederken, Barış:


-Yahu gazeteci milleti ne teypler edinmiş, küçücük gömlek ceplerine bile sığıyor... Bizimkini gören, bavulla evrak taşıdığımızı sanacak


Diye güldü... Foto Muhabirimiz Kadir Şengün’ü de alıp, yola koyulduk, istikamet Özalların Farabi Sokaktaki “üç oda bir salon” kira eviydi. 1. Kattaki dairenin kapısını çaldık, biraz bekledik, kapıyı pembe sabahlığı ile açan Semra Özal bizi içeri buyur etti:


-A, çocuklar erken mi geldiniz? Turguuuuut bak, gazeteciler...


Salona geçtik, Turgut Bey üstünde lacivert eşofmanıyla yanımıza geldi:


-Yahu bu kadar erken mi geldiniz? (Saat öğlen 12.00) Neyse buyrun, hoşgeldiniz, konuşmamızı yapalım da fotoğrafı sonra çektirelim olur mu? Böyle pijamalı resim yakışık almaz. Sizin fotoğrafçı  biraz dışarıda gezsin dolaşsın iki saat sonra gelsin. 


Kadir’i, “yakınlarda, istersen Kuğulu Park’ta filan dolaş 2 saat sonra gel” diye evden gönderdik. 


Teybi çalıştıracakken, Özal:


-Bakın isterseniz mutfağa geçelim, tam kahvaltı ediyordum, siz geldiniz, oradaki masada daha rahat çalışırsınız.


Küçük mutfağa geçtiğimizde baktım, ocaktaki harlı ateşte fokur fokur kaynayan çaydanlıktan etrafa sular saçılıyor, not defterimi kalemimi masaya bırakıp, ocağın düğmesini kıstım, çayı demledim, sonra üstündeki tabaklarda bir kaç parça zeytin, peynir hatta bir iki dilim kızartılmış sucuk bulunan masaya geçip teybin düğmesine bastım:


Barış Kaşıkçı ile sorularımızı art arda sormaya başladık :


-Türkiye ekonomisi adeta moratoryum noktasında, bunu siz de defalarca ifade ettiniz. Şimdi sizin koordinasyonunuzda bir kemer sıkma paketi hazırlanıyormuş, en önemli ayaklarından birini de sıkı para politikası oluşturacakmış. İş camiasının bu önlemlere nasıl bir karşılık vereceğini düşünüyorsunuz?


Özal bir an düşünüp konuşmaya başladı. Ekonominin nasıl darboğazda olduğunu, yıllarca ihmal edilen önlemler, modası geçmiş Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanununa dayanan uygulamalar, ve sabit kur nedeniyle üretim, ihracat ve istihdamın  köşeye sıkışıp kaldığını anlattı. Son cümlesini ise, “Yani anlayacağınız özel sektörde hiçkimse  kusura bakmasın, ya yaparlar...” derken susup,  yarım bıraktı.


Barış:


-“Ya giderler, öyle mi Sayın Özal?”  Deyince, Özal sözünü, “evet ya yaparlar ya giderler” diye tamamladı. 


Barış’la birbirimize baktık, ertesi günün gazete manşetleri çıkmıştı işte... Bu arada foto muhabirimiz Kadir Şengün de “dışarıdaki iki saatlik hava alma molasını” tamamlayıp, yanımıza dönmüş, makinasını hazırlamıştı.


Söyleşi tamamlanınca, Özal yanımızdan ayrıldı, biraz sonra Semra Hanımla birlikte iki dirhem bir çekirdek giyinmiş olarak yanımıza geldiler. İşte bu tarihi fotoğraf bizim için o unutulmaz günü kayda geçiren fotoğraftır. 


Özal’la Türkiye ekonomisinin direksiyonunda bulunduğu yıllara dair pek çok anımız var, “moratoryum sözü” nedense bugünü çağrıştırdı da paylaşmak istedim... Acaba diyorum, bugünlerde ekonominin direksiyonunda kim var? Ben uzaktan seçemiyorum, gözlüğümü evde unutmuşum... Siz görüyorsanız bana söyler misiniz? 



 


Salı, Haziran 23, 2020

NERDESİN CÜNEYT AĞABEY?

Son yaşananları, Sedat Peker imzalı oyunu (*) izlerken ne düşünüyorsunuz? Tam bir kara komedi değil mi sizce? Mafya üyeleri başrolde, koca koca devlet adamları, siyasetçiler ikinci rollerde, gazeteciler ise birer figüran. Oyuncular sahnede bir anda birbirine giriyor, küfürün tehdidin bini bir para... Perde hala açık, koltuklarda seyirci  şaşkın... “Burada bir yanlışlık var” diyorum, “gazeteci figüran olmamalıydı” diye düşünüyorum ve aklıma Cüneyt Ağabey geliyor. 


Cüneyt Arcayürek, meslekte büyük hayranlık duyduğum bir gazeteciydi... “Haber”, onun kıblesiydi, daha iyi nasıl söylesem  bilmiyorum ama haber, damarlarında dolaşan kan gibiydi. Hayranlığım bundandı, çünkü ben de hep öyle hissetmiş, öyle yaşamaya çalışmıştım...

Uzun yıllar aynı ortamda, başkentteydik. Onu ilk tanıdığımda, 12 Eylül sonrasında, Milli Güvenlik Konseyinin bir eğitim bakanının basın toplantısındaydık. Bizim gibi “çömezleri” gönderirlerdi bu türden rutin toplantılara ama koskoca Cüneyt Arcayürek de katılmıştı aramıza. O gün öyle sert söylemlerde bulundu ki, bakana soruları adeta kurşun gibiydi, cüretine hem şaşırmış hem hayranlık duymuştum.
Sonraki yıllarda siyasette Turgut Özal rüzgarı esti, kurduğu ANAP (Anavatan Partisi) ilk başta halk tarafından çok tutuldu, dört eğilimi birleştiriyor, ekonomide cesur çözümler öneriyordu. Demokrasiye dönüş sürecindeki ilk seçimden ANAP herkesi şaşırtarak (çünkü MGK yönetimi kendi kurdurduğu partiyi desteklemişti)  zaferle çıktı. Bu başarıyı haberleştirmek ve müstakbel Başbakan Turgut Özal’ın ilk demecini alabilmek için evinin önündeydik, Cüneyt Arcayürek de aramızdaydı. Saatlerce bekledik, sonunda Özallar lütfedip! hepimizi öğlene doğru evin salonuna kabul ettiler... Olağanüstü bir gün olmasına karşın, Semra Özal da “şeffaf sayılabilecek pembe bir gecelikle” salondaydı, buna hepimiz şaşırdık, hatta Cüneyt Bey pek çok yazısında ve yakın siyasi tarihe ışık tutan kitaplarında bu durumu hicvederek dile getirdi ama, Semra Özal’ın tarihe geçen sözleri, artık başka bir döneme geçildiğini anlatıyordu:

-Alışırlar, alışırlar...

Sonraları ayyuka çıkan yolsuzluk söylemleri ve Özal’ın “Anayasayı bir kere delmekle birşey olmaz” gibi konuşmaları, hatta Yetim Hüsnü’den (akrabası Hüsnü Doğan’ı tarım bakanı yapmıştı)  karısı Semra Özal’a (partisinin İstanbul il başkanı yapmak istemişti) uzanan akraba, eş dost kayırmacı siyaseti halkta düş kırıklığı yarattı. 

O sırada ara seçim gündemdeydi, Özaleğer oyumuz şu oranın altına düşerse istifa ederim” kozunu tekrarlayıp durmuştu, ANAP’ın oyu gerçekten geriledi fakat seçimi kıl payı, ANAP adayları kazandı. 

Ertesi gün Turgut Özal’ın basın toplantısına gittiğimizde en arkada baktım, Cüneyt Arcayürek ve Uğur Mumcu oturuyor. Sorularıyla Özal’ı sıkıştırıp durdular ama ANAP lideri, söylediklerini unutmuş, istifa sözünü yutmuş görünüyordu. Salondan çıkarken, Cüneyt Bey, Özal’ın da duyacağı sesle:

-Yahu, bizim hanıma ben bunun onda biri kadar yalan söylesem be gün kapının önüne koyar...

Bir kahkaha kopmuştu salonda...

Mesleğin pek çok aşamasında Cüneyt Beyle karşılaşıp durduk, hatta bir keresinde bir yazısına alınıp kendisine mektup bile göndermiştim,

Sonra bir gün telefonum çaldı:

-Nursun Hanım?
-Buyrun?

Arayan Cüneyt Arcayürek’ti, Cumhuriyet Gazetesinde çalışmaya davet ediyordu, “havalara uçarak” kabul ettim. Cumhuriyet’in Sakarya Caddesindeki Ankara Bürosunda onun şefliğinde 3 yıl geçirdim... Siyasi açıdan fırtınalı yıllardı, Cumhurbaşkanı Turgut Özal aniden ölmüş, Süleyman Demirel bundan böyle arkama bakmam” diyerek Çankaya Köşküne çıkmış, DYP’de meydanı Tansu Çiller’e bırakmıştı.

Cumhuriyet Ankara Bürosunda ne kadar yazık ki Uğur Mumcu’nun katledilişi de dahil, o kadar çok olayı birlikte yaşadık, takip ettik ve habere dönüştürdük ki yazmaya kalksam sayfalara sığmaz... Hayranlık duyduğum gazeteci Cüneyt Arcayürek’in bürodaki adil, basiretli ve son derece enerjik yönetim tarzı bende hep hayranlık uyandırdı desem özetlemiş olurum... 

Ruhu şad olsun. 

Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...