İstanbul’un en kalabalık caddesinde (Büyükdere), üstelik de günün en civcivli zamanında, farkına bile varmadan cüzdan kaybetseniz, dakikalar sonra “altın kalpli insanlar” tarafından bulunan cüzdan size teslim edilse “bu ne şans?” Demez misiniz?
Dün başıma gelen olayı sizinle paylaşayım:
24 saatliğine İstanbul’a gitmiştim, bir yakınımın cenaze törenine katılacak, ardından meslektaşlarımla buluşacaktım. Cenaze töreni Büyükdere Caddesindeki camide, davetli olduğum yer ise 1.5 km ötedeydi. Akşamüstü adeta kilitlenen trafikte ne taksi bulmak mümkündü, ne de bulsam bile kim bilir oraya kaç saatte varacaktım? Yürüyerek gitmek en mantıklısıydı, elimde telefon, verilen adresi arıyordum, 15 dakika sonra telefonum çaldı:
-Nursun Hanım?
-Benim?
-İsmim Uğur Derviş, cüzdanınızı kaybettiniz sanırım, kızımla birlikte bulduk, siz neredeyseniz getirelim…
Tam deyimiyle şok geçirdim, çünkü henüz, cüzdanımı düşürdüğümden haberim bile yoktu, telefonumdaki sistemle adres ararken telefonumu çantama bir koyup bir çıkardığım sırada cüzdanım düşmüş olacaktı, içinde bütün kimliklerim, kredi kartlarım, ehliyetim biraz da param vardı.
Böyle durumlarda hızlı düşünüyor insan:
-İyi de, cüzdanımı bulanlar benim telefonuma nasıl ulaşmış?Aman aman, ya bu işin içinde bir iş varsa?
Telefonum tekrar çaldı, bu kez öfkeli bir sesle konuşuyordu arayan:
-Nursun Hanım biz hırsız olsak size cüzdanınızı vermeye kalkışır mıyız? Güvenlikçiler buradan ayrılmamıza izin vermiyor, cüzdanı size teslim etmemiz için polisin gelmesi gerekiyormuş…Siz buraya gelemez misiniz?
-Geleyim ama siz neredesiniz?
-Terkedilmiş durumda iki siyah gökdelen var, Tatlıcı Binaları. Onların girişindeki merdivenlerde bekliyoruz.
Tam o sırada yağmur başladı, telaşla koşar adım yürürken “bir bu eksikti” dedim, neyse ki oğlumdan ödünç aldığım şemsiye çantamdaydı, çıkarıp açtım, birer hayalet gibi göğe yükselen simsiyah kulelere ulaştım, baba-kız, binanın güvenlik görevlisiyle birlikte oradaydı, selamlaştık, isimlerini öğrendim, “nasıl oldu, cüzdanımı nerede buldunuz?” Diye sordum, Uğur Bey anlattı:
-Kızımı okuluna götürüyordum, baktım yerde yeşil bir şey, önce kumaş parçası sandım, elime alınca cüzdan olduğunu farkettim. Kızımla içine baktık, kartvizitinizdeki telefon numarasını görünce sizi aradık. Fakat o sırada binadan çıkıp yanımıza gelen bir başka güvenlikçi, “Sen Suriyeli misin? O cüzdanı ne yapacaktın?” Diye bağırarak sormasın mı? Adeta beni hırsızlıkla suçladı, işte o sırada sizi tekrar aradım. Cüzdanı ancak polis ekibinin tanıklığında teslim edebileceğimi söylediler, ekibi çağırdılar, bekliyoruz…
Nasıl teşekkür edeceğimi bilemedim. Benim için “yaşamsal önem taşıyan” kimlikleri, ehliyeti, kredi kartını yeniden çıkartmak kim bilir ne kadar zor olacaktı. Üstelik İstanbul gibi yerde, akşam saatlerinde cebimde 5 kuruş para ve kimlik olmadan ne yapabilirdim?
Bekleyiş 15-20 dakika sürdü, sonra polisler geldi, kimliğimi görmek istediler, olayın detaylarını öğrendiler ve “cüzdanınıza bir bakın eksik var mı?” Diye sordular… Hayır, her şey tamamdı. Uğur Beyin kızına okul için bir şeyler alsın diye küçük bir harçlık vermek istedim, kesin bir dille reddetti.
O anda onların boynuna sevinçle, minnet duygularıyla sarılabilirdim ama kendimi tuttum, ne de olsa pandemi ortamındaydık, art arda teşekkürler ettim. Benim için onca zahmete girmişler, üstelik hırsızlık suçlamasıyla bile karşılaşmışlardı. Güvenlikçiye tartışmaları ve gidecekleri yere geç kalmaları da cabasıydı…
Ne mutlu, insanlık ölmemiş daha değil mi?
Bazen durup düşünüyorum, “dünyanın şanslı kuluymuşum” diyorum kendi kendime… Dün bir kez daha bunu yaşamış oldum.
Ha, unutmadan söyleyeyim, meslektaşlarımla sohbet sonrası eve metroyla döneyim dedim, çünkü trafik hala kilitlenmiş durumdaydı. O sırada yağmur yeniden başladı, metroya binip bir kaç istasyon sonra indim, yağmur iyice şiddetlenmişti, “nasılsa şemsiyem var” diye seviniyordum, çantama baktım ama yoktu… Sanırım onu da metroda unutmuştum…
Ne olacak yahu benim bu halim?