Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ayşegül Köker etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Kendime ait “yarım gün!”

Sabah yapılacak görüşmeler-toplantılar iptal oldu ama diğerleri çoktan  sıraya girmiş: Bir de tamire verilecek ceket vardı, unutulan telefonla birlikte alır, pür telaş çıkarsın… Ankara’nın gözünü seveyim, terzisi, tuhafiyecisi, pazarcısı hep tanıdık, bildik ve dost… -Aloooo, Selçuuuuk, ceket getirsem bugüne yetiştirebilir misin? Kolları iki santim kısaltılacak -Abla getir, yetiştiririm -Ama park etmek zor senin orada? -Dert etme ben yol kenarında durup alırım ceketi senden -Aslansın ya Selçuk -Abla yalnız bugün Cuma! Öğlene kalma, Tunalı’da trafik işlemez, millet sokaklara taşıyor namaz için… (Tunalı Hilmi Caddesi Ankara’nın göbeğindedir, ticaretin de kalbi orada atar) Neyse, öğlene kalmadan ceket teslim edilir, sıra şimdi unutulan telefonda, istikamet Emek Mahallesi, basarsın gaza… -Aloooo… Canım ben geldim, aşağıdayım telefonu getirdim -Yukarı gelsene,kahve içelim Telefon verildi, görev tamam.    Şimdi istikamet Farabi, pastane… Bereket yakınında park yeri var, şanslıyı...

Dream around two stamps

Our life has been spent with  Ayşegül since we were little girls, as some friendships are said to be "sisterhood” , ours is even more than that... Once upon a time, ( was I in middle school? ) I was collecting stamps. ( Unfortunately, there are no stamps, letters, envelopes or even handwriting left in anyone's life anymore. ) So in those years, one day she came along: -Nursun, look what I brought you -Oh, gorgeous stamps, where did you get them? -My fathergave, take and put them in your stamp book As you can see in the picture, the stamps were both unique in shape and beauty. I would open my stamp book often as a child and watch them with admiration, moreover, they were both mint stamps. We  had a dreamed with Ayşegül: -Can you imagine? Maybe these stamps are valuable, their value will increase over time, so we will sell them years later and become millionaires. Those 50 years passed quickly, I had almost forgotten my stamp book. During the endless library ar...

Pul olan milyonlarımız!

Yaşamımız küçüklüklüğümüzden bu yana Ayşegül’le birlikte geçti, hani “kardeşten ileri” derler ya bazı dostluklara, bizimkisi ondan da öte… Bir ara, (ortaokulda mıydım?) pul koleksiyonu yapıyordum. (Ne yazık ki, artık kimsenin yaşamında değil pul, mektup, zarf hatta el yazısı filan kalmadı.)  İşte o yıllarda bir gün Ayşegül çıkageldi: - Nursun bak, sana ne getirdim -Aaaa, muhteşem pullar, nereden buldun? -Babam verdi, al, hemen pul defterine  yerleştir Resimde gördüğünüz gibi, pullar hem farklı hem o kadar güzeldi ki, pul defterimi ikide birde açar, onları hayranlıkla izlerdim, üstelik ikisi de damgasızdı yani kullanılmamıştı ve arkalarındaki zamk bile hala duruyordu.  Ayşegül’le sık sık konuşurduk: -Düşünebiliyor musun? Belki de bu pullar çok değerlidir, zamanla değerleri daha da artar, yıllar sonra satar, milyoner oluruz. Evet, o yıllar çabucak geçiverdi, pul defterimi çoktan unutmuştum, geçen gün Gaudi’nin Sagrada Familia’sı (*) gibi, bir türlü tamamlayamadığı...

Corona... Dünyanın sonu mu yoksa?

Yahu ne felaketmiş  şu eve tıkılıp kalmak? Zaman zaman; - “ Yok canım, bu bir kabus, bal gibi kabus, gerçek olamaz, nasılsa uyanırım yakında” Diyorum kendi kendime,  ama binlerce, milyonlarca insan, ya da  tüm dünyalılar aynı anda, aynı kabusun bir parçası olabilir mi? Düşünüyorum da, acaba bugüne kadar buna benzer bir durum yaşamış mıydık hiç? - Hımmm bir düşüneyim bakayım...  Bir kere nüfus sayımları vardı, o Pazar günü itirazsız sabahtan akşama değin sokağa çıkmak yasaktı. Ne saçma uygulamaydı, neyse ki sonunda vazgeçtiler. -Peki başka? -Bunun dışında galiba 12 Eylül Döneminin Sıkıyönetimlerce ilan edilen  sokağa çıkma yasakları vardı...  “İkinci bir emre kadar sokağa çıkılması yasaklanmıştır...”  anonsları filan.... Ama dur, bir dakika, onlar galiba hep gece 24.00 itibarıyla yürürlüğe giriyordu öyle  değil mi? Gençlik yıllarımızın en güzel günleriydi de çok takmazdık ama, şu ”mecbur olmak” var ya...   Diyelim ki arkadaşlarla bul...

KOCABEYOĞLU PASAJI

Geçenlerde yolum Kızılay 'a düştü... Uzun süredir uğramadığım Kocabeyoğlu Pasajını yeniden görmek, gezmek istedim... Kimi dükkanlar kapalı, kimisi tamiratta, pek çoğu da boştu... Üst katta azımsanmayacak bir müşteri kalabalığı vardı ama alt katta neredeyse in cin top oynuyordu... Nedense içimi bir hüzün kapladı. Oysa çocukluğumun pembe renkli, sıcacık anılarında unutulmaz yeri olan Pasaj böyle miydi ya? Annem işten döndüğünde, bazen halamla bana seslenmez miydi? - Kocabeyoğlu'na gidelim mi? Haydi hazırlanın bakalım... Kalemimi masaya hemen bırakır, ödev defterimi kapatıverirdim... Kocabeyoğlu demek, bana da alınacak bir şeyler demekti çünkü... Önce üst katta dolaşırdık. Annem, daracık aralıklardan birindeki küçük dükkana uğrar, sorardı: -Pertev krem var mı? Yağlı olsun... Bir de yağsız kremi vardı çünkü Pertev in... Satıcı, pembe desenli krem tüpünü sararken, annemin isteği üzerine kahverengi bir kaş kalemini ve Koleston Saç Boyası nı da eklerdi pakete. O dü...