Geçenlerde yolum Kızılay'a düştü... Uzun süredir uğramadığım Kocabeyoğlu Pasajını yeniden görmek, gezmek istedim... Kimi dükkanlar kapalı, kimisi tamiratta, pek çoğu da boştu... Üst katta azımsanmayacak bir müşteri kalabalığı vardı ama alt katta neredeyse in cin top oynuyordu...
Nedense içimi bir hüzün kapladı. Oysa çocukluğumun pembe renkli, sıcacık anılarında unutulmaz yeri olan Pasaj böyle miydi ya?
Annem işten döndüğünde, bazen halamla bana seslenmez miydi?
-Kocabeyoğlu'na gidelim mi? Haydi hazırlanın bakalım...
Kalemimi masaya hemen bırakır, ödev defterimi kapatıverirdim... Kocabeyoğlu demek, bana da alınacak bir şeyler demekti çünkü... Önce üst katta dolaşırdık. Annem, daracık aralıklardan birindeki küçük dükkana uğrar, sorardı:
-Pertev krem var mı? Yağlı olsun...
Bir de yağsız kremi vardı çünkü Pertevin... Satıcı, pembe desenli krem tüpünü sararken, annemin isteği üzerine kahverengi bir kaş kalemini ve Koleston Saç Boyasını da eklerdi pakete. O dükkandan ayrılır, daracık aralıktaki bir başkasına girerdik... Ön tarafı boydan boya kaplayan iç çamaşırlarının arasından biraz sıkılganca, arkadaki tezgaha geçilir ve tezgahtara kısık sesle sorulurdu:
-Siyah kombinezon gösterir misiniz? Dantelli olsun...
Evet, o yıllarda bütün şehirli hanımlar, kombinezon kullanırlardı, iç giyimin bir unsuru olarak... Bu kadar zarif bir parça, sonradan gardroplardan niye yok oldu acaba? Bilmem ki...
Mevsim kış ise, bir başka dükkana yönelip halam için pazen gecelik bakardık... Sıcacık tutardı o güzelim pazen gecelikler, pijamalar... Mevsim yaz ise, pasajın ortalarında bir yerde bulunan Sümerbank Mağazasına uğranmasını dilerdim ben... Mağazanın tavanındaki dev vantilatörlerin aheste dönüşünü izlemek öyle hoşuma giderdi ki... Bir yandan da alışverişe kulak verirdim:
-Amerikan, beyaz patiska alacaktım... Beş metre... Pike kumaşlara da bir bakalım, şu küçük çiçekli topu indirir misiniz? Bir de şu mavi desenli basmayı uzatın...
Beyaz patiskaya acaba neden Amerikan denirdi bilmiyorum ama diğer adıyla beyaz patiskadan saten yorganlar için çarşaf ve nevresim biçilirdi... Pike kumaşla ya da basmayla Burda mecmuasından çıkarılan patronlarla elbise dikilir, patron çıkarılan mulaj kağıt, komşularda da paylaşılırdı.
Alışverişin sonunda, kimi zaman annemle tartışırdık:
-Anne, Cumartesi Ayşegül'ün doğum günü... Ona hediye almamız lazım... Şu fileli voleybol topunu alalım n'olur...
-Topu ne yapacak Ayşegül? Bak, "Çocuk Haftası"nın aylık cildi gelmiş onu alalım...
Alışveriş bittiğinde, elimizdeki paketlerle Pasajdan çıkıp evimizin yolunu tutardık, annem yorgun değilse halamla bana döner, "Üsküdar Pastanesinde birer limonata içelim mi?" diye sorardı... Ben buna çok sevindirdim, çünkü pastaneye girmek demek, "bir dilim piramit pasta"ya da iştahla konmak demekti...
Bütün bunlar geçti aklımdan Kocabeyoğlunu gezerken... Hatta bir Şeker Bayramında Ayşegül'le ikimize bir örnek alınan siyah rugan ayakkabılar gözümün önüne geldi... Sevim Teyzenin bir başka Bayram arefesinde apartmanın bütün çocuklarını götürüp pasajdan rengarenk mendiller seçtirmesini anımsadım... Ben “Küçük Lord” desenlisini seçmiştim, çünkü o kitabı çok sevmeştim.
Ah, Kocabeyoğlu neden bu kadar yıprandın? Soluklaştın? Eksildin sanki?
Yoksa bizim yaşamlarımız mı eksilip, soluklaşan?
Mürekkep kokan sayfalarda şimdilerde bize yer yokmuş, eh, ne yapalım? Açılsın bari hayali sayfalar... Oysa onlara yazmak tıpkı suya yazmak gibidir. Kayboluverir gider.
Bu Blogda Ara
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Ata’nın Kolibası
Geçenlerde yolum Söğütözü’ne düştü, pek çok bakanlığın, resmi kurumun, AKP ve CHP genel merkezinin hatta büyük alışveriş merkezlerinin bulun...
-
Son günlerde Bülent Eczacıbaşı’na atfedilen, aslında Yılmaz Özdil’in kaleme aldığı bir yazı (*) dolaşıyordu paylaşımlarda, nefis bir yaz...
-
Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi. Ancak başta ...
-
Geçenlerde İzmir’deydim, Asansör’ü hep duyar, merak ederdim, bir sabah erken yürüyüşe çıktım. İzmir Kız Lisesinin önünden geçerken Ankara’d...
Benim çocukluğum ve gençliğim İzmir’de geçti, ama yazdıklarınızı sadece yer isimlerini değiştirerek kendi hatıralarım gibi okudum, gözlerim doldu ve gülümsedim. 1991’de Ankara’ya taşındım, 24 sene boyunca Ankara Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yaptım. Sıhhiye’den Kızılay’a yürüyüp, Güven Park’taki dolmuş duraklarına giderken Kocabeyoğlu Pasajı’nın önünden geçtim hep.. İçine girdiğim, ufak tefek alışverişler yaptığım da oldu elbette. Krem Pertev’in kokusunu hiç unutmadım, Sümerbank mağazasının içine girince yüreğimi hoplatan kumaş kokusunu da, Anneciğim Burda Dergilerinden çıkardığı patronları kumaşlara iğneleyip biçki yaparken, koridor boyunca hızlı bir koşu tutturup - kolay gelsin çabuk bitsin- diye bağırdığımı da.. Ortak anıları farklı şehirlerde yaşamış olsak da, o günleri aynı özlemle yad eden ve harika bir üslupla kaleme alan çok eski ve kıymetbilir bir dostla karşılaşmış gibi hissettim. Varolun!
YanıtlaSil
SilNe kadar naziksiniz, günümüzde böyle zarif ve içtenlikle konuşan dostlara rastlamaz olmuştuk... Size okkalı bir kahve yapmalı, mor salkımların gölgelediği köşede ikram etmeliydim... Daha kimbilir neler neler konuşurduk gülümseyerek...
Mutlu bir gün dilerim.