Bu Blogda Ara

Kemal Kılıçdaroğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kemal Kılıçdaroğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cuma, Mart 26, 2021

Ecevit’i son görüş... Son röportaj!

Bülent Ecevit ile olan randevumuzu öylesine, 
olağan bir notmuş gibi  çiziktirivermişim ajandama! Oysa eski Başbakanla “son röportaj” bana aittir. Mesleğimin unutulmazlarındandır... 

Önce, 2006 yılının 17 Mayıs sabahına gidelim... 

Yeğenim Begüm’le birlikte  “önemli bir aile kutlaması” için yarım gün izinliydim, bir kaç saat sonra, Ecevit röportajı için gazeteye dönüp hazırlanacaktım, İzmir Caddesindeki terzimize gidiyorduk, orada bulunan (Şimdi yerinde YSK var) Danıştay Binasının önünde çok sayıda canlı yayın aracını ve meslektaşlarımı görünce anladım ki, bir şeyler oluyor... Meğer Danıştay baskına uğramış, hatta bir hakim öldürülmüş... (*) Aceleyle, büyük telaş içinde gazeteye döndüm, benim randevumun saati yaklaşmıştı, teybimi, not defterimi hazırladım, foto muhabirim Tarık Bakıcı ile yola çıktık. 

O günler bilmem aklınızda mı? 

Ecevit, giderek bozulan sağlığına, hatta düşünme ve karar alma yetisindeki gerilemeye karşın Başbakanlığı bırakmamakta diretmiş, sonunda, tam da yanındakilerin! bir “operasyonu” ile koltuğunu terketmek zorunda kalmıştı. Oysa Ecevit, hepimizin pek çok özelliğiyle inandığı ve güvendiği bir isimdi, yanlışta ısrarcı tutumu ne yazık ki bu büyük devlet adamının kusursuz ismini zedeledi...

O sıralarda İngilizce  yayınlanan günlük The New Anatolian gazetesi için haftalık söyleşiler yapıyordum, saat 15.00’e doğru, Ecevit’lerin Or-an sitesindeki mütevazı evinin kapısını çaldım, Rahşan Hanım, gri elbisesini giymiş, saçlarını özenle taramış, gülümseyerek bana “hoşgeldiniz” dedi, salonda gazete okuyan Bülent Bey, beni görünce her zamanki nezaketiyle ayağa kalktı, el sıkıştık. Her ikisinin “her an” ve “herkese” sergilediği incelik ve saygı karşısında biraz da ezilerek selam verdim. 

Ecevit, Danıştay’da olanları duymuş, detaylarını öğrenmişti... Bunun üzerinde konuştuk önce, çok üzgündü, art arda çalan telefonlarda hep bu soruluyordu, çareyi telefonu “Nursun Hanımla söyleşimizi bölmesinler” diye Rahşan Hanıma teslim etmekte buldu. 

Danıştay Saldırısı başta olmak üzere pek çok siyasi konu vardı ama, benim için o anda yöntem öne geçmişti, Bülent Beye rica ettim:

-Efendim  gazeteci olarak da çok iyi bildiğiniz gibi ben bu görüşmemizi kaydedeceğim, büroya dönüp deşifre edip, kaleme alacağım . Sonrasında, İngilizceye tercüme edeceğim, ardından da  röportajı bizim Amerikalı editörümüz Marc (Chenault)  gözden geçirip düzelterek basıma hazır hale getirecek...

-Evet  sizin gazeteyi ve On The Record’u (benim söyleşilerim bu başlıkla yayınlanıyordu)  sürekli okuyor ve beğeniyorum. 

-Ama efendim sizin o kusursuz İngilizceniz varken niye böyle dolambaçlı bir yol kullanalım? Benim içime sinmiyor, açıkçası sizin söylediklerinizi düzeltmek ne benim ne de Marc’ın haddi olmamalı.

-Aman efendim, rica ederim, peki ne yapalım istiyorsunuz?

-Efendim söyleşimiz madem İngilizce yayınlanacak, siz görüşlerinizi İngilizce ifade edin, olmaz mı?

Bülent Beynasıl isterseniz” deyince, sevinçten uçtum çünkü 1 saat sürecek röportajın  deşifresi şurada dursun, İngilizceye çevrilmesi de dikkate alındığında,  saatler sürecek bir iş yükünün yarısı böylece sırtımdan kalkmış olacaktı... Rahşan Hanımın getirdiği susamlı krik kraklar ve demli çay eşliğinde sohbetimize başladık. İşte Ecevit’in komaya girmeden önce AKP hükümetine “Derhal çekilmelidir!” Çağrısı yaptığı, ses kaydını hala sakladığım röportaj böyle ortaya çıktı...

İlişikte tam metni yer alan*** yıllar önceki röportajın girişi (Türkçesi) şöyle:

“Ecevitler'in Or-An sitesindeki evlerinin kapısını çaldığımda akşamüstüydü, kapıyı açan Rahşan Ecevit, beni foto muhabirim Tarık Bakıcı ile birlikte sıcak biçimde karşıladı ve içeriye buyur etti. Bülent Ecevit, salonda oturduğu koltuktan güçlükle ayağa kalkarak elimizi sıktı. Hareket etmekte zorlanıyor, sesi güç duyuluyordu, açıkladı:

 

-'Yeni bir soğukalgınlığı atlattım'


Sonra oturup, sıcak gündemi konuşmaya başladık. Randevumuz Danıştay saldırısının sonrasına denk gelmişti, önce bana saldırıyla ilgili detayları sordu. Hafta sonunda Kuzey Irak'ta, Süleymaniye'de olduğumu da biliyordu, izlenimlerimi  öğrenmek istedi.

Sonra teybimin mikrofonunu Bülent Beyin gömleğine  taktım, ama hemen düştü. Ara verdik. Bu kez mikrofonu gömleğinin yakasına iliştirdim. Biraz sonra ise Rahşan Hanımın sevimli kedisi gelip teybimin mikrofonu ile oynamaya başladı. Bu da bir kez daha ara vermemize yol açtı, söyleşinin yarısında ise elektrikler kesildi. Ecevit bu sorunu son zamanlarda çok sık yaşamaya başladıklarından şikayet etti. Eski başbakan, söyleşide İngilizce konuşmayı tercih etti, kimi zaman durakladı, kelime bulmakta zorlandı kimi zaman ise araya Türkçe sözcükler koydu...”


Röportaj sonrası Ecevitler’e veda edip, büroya döndüm, hazırlayacağım röportajın yayınına daha bir kaç gün vardı... Ertesi gün ailemiz için önemliydi, yakınlarımızla buluşacağımız kutlama yemeği için koşturacaktım... Dolayısıyla Bülent Ecevit’le röportaj bandını ve notlarımı bir kenara koydum...

Aile yemeğimiz geç saatlerde bitti, eve dönüp kendimi yorgun argın yatağa attım... Gecenin bir saatinde, gazetenin o sıralardaki genel yayın yönetmeni Mete Belovacıklı’nın telefonuyla sıçradım:

-Nursun, biliyorum çok geç bir saat, fakat önemli olduğu için aradım

Ben gecenin sersemliği üzerimde:

-Ne oldu? Birisine  bir şey mi oldu?

-Bülent Ecevit beyin kanaması geçirdi, hastaneye kaldırıldı, komada... Dolayısıyla senin röportaj artık büyük önem taşıyor... Pazartesi gününü beklemeden hemen yayınlayalım... Sen sabah ilk iş gazeteye gel...(**)

Tabii  o andan itibaren bende uyku muyku kalmadı, gözlerim faltaşı gibi açıldı, erkenden kalkıp gazeteye gittim... İşte bu notlar,  tarihe not düşen o röportajın öyküsüdür.

Yalnız aradan geçen yılların  ardından yüreğimi sızım sızım sızlatan tek bir  pişmanlık var:

-Neden İngilizce yaptık? Bülent Ecevit’in sözleri keşke kayıtlara Türkçe olarak geçseydi... Öyle ya, bu sözlerle dünyaya değil, Türk kamuoyuna sesleniyordu... 

(*) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Dan%C4%B1%C5%9Ftay_sald%C4%B1r%C4%B1s%C4%B1

(**)https://www.hurriyet.com.tr/gundem/bulent-ecevit-beyin-kanamasi-gecirdi-4438260










Salı, Mart 09, 2021

Geçmişimizle yüzleşebilsek parti kapatma huyundan vazgeçer miyiz?

Bilmem kaçıncı kez bir partinin kapatılması gündemde... HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş çoktandır hapiste, partinin pek çok yöneticisi ve seçilmiş belediye başkanı da... Hapse giren başkanlar yerine hooop bir kayyım atanıyor tamam...


Kürt lider Seyit Rıza’nın idamının yıldönümünde de  Dersim odağında,  Kürt Sorunu kemikleşmiş kutupların tartışmalarını yeniden alevlendirmişti.

Acaba bu kutuplaşma bizi nereye götürür? Havanda su dövülerek çözüme ulaşılabilir mi?

The New Anatolian gazetesinde haftalık röportajlar yaptığım sırada AKP Hükümeti,açılım süreci”ni başlatıyordu. Bölgeye gidip, Kürt Sorunu üzerine gözlemlerde bulunup, incelemeler röportajlar yapmıştım. Gazetedeki bu geniş yayın daha sonra kitaba da dönüştü. 

Yıllardır konuşulan, onbinlerce cana mal olan ama  “bir arpa boyu bile yol alınamayan” bu konu,  bence toplumumuzun kutuplaşmasında ve ileriye yol alamamasında  en önemli etken... 

Soruna inatla “takım tutar gibi yaklaşma” alışkanlığından vazgeçebilsek keşke,  bir de “kulaktan dolma bilgiler” yerine, araştırmak, okumak, dinlemekle eksiklerimizi biraz olsun giderebilsek...

İhsan Sabri Çağlayangil’in anılarında,  Seyit Rıza’nın “hukuk sistemi yerle bir edilerek, “yıldırım hızıyla nasıl idam edildiği” bütün detaylarıyla anlatılıyor... Ama yazılanlarda dikkati çeken nokta, yargılama ve idamın Atatürk’ün bölgeye yapacağı ziyaret öncesinde aceleyle gerçekleştirilmiş olması ve buna gerekçenin Çağlayangil tarafından, “Eğer gecikilirse, Seyit Rıza’nın Atatürk tarafından affedilmesi olasılığı” diye dile getirilmesi... 

-İnsanoğlu nasıl bu kadar acımasız olabiliyor?

Değil mi?

Oysa “ne hikmetse son yıllarda ortaya çıkan kuşkulu! bir  MAH (Bugünkü Milli İstihbarat Teşkilatı) belgesi”ne göre, Seyit Rıza, idam edilmeden önce, bölgeye trenle gelen Mustafa Kemal Atatürk’ün isteği üzerine, kompartmanına getirilerek kendisiyle görüştürülmüş, bu görüşmede Seyit Rıza’ya  “Eğer af dilersen seni idamdan kurtarırız” denilmiş ama Rıza bunu kesin bir dille reddetmiş. Eğer doğru ise, Rıza bu görüşmede Atatürk’e Dersim’de yaşananları, kendisine bugüne kadar söylenen yalanları ve kurulan komploları geniş biçimde anlatma fırsatı da bulmuş. 

İşin ilginç yanı, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun da zamanında, Dersim araştırmaları yaptığı bir sırada İhsan Sabri Çağlayangil ile üstelik de “bant kaydı” ile bir röportaj gerçekleştirmiş olması...

Gazeteci Hulki  Cevizoğlu’nun yaptığı TV programlarında da konu en geniş kapsamda yer almıştı...

Şu sırada Kürt Sorununa bakışta, CHP’nin mazide kalan Süleyman Demirel- Erdal İnönü Koalisyonunun bile fersah fersah gerisine düştüğü dikkate alınırsa çözüm Kaf Dağının ardında görünüyor.

O halde Pandemi illeti dünyayı kasıp kavururken, bizim memlekette de işler güçler askıda, hepimiz karantina yorganını çekmiş, kış uykularındayken biraz okuyup aydınlansak fena mı olur?

Şu listeye göz atmaya ne dersiniz?


https://birikimdergisi.com/guncel/452/shp-nin-kurt-raporu


https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Seyit_R%C4%B1za


https://m.sabah.com.tr/gundem/2015/04/20/mustafa-kemal-ataturk-ve-seyit-riza-gorusmesi-belgelendi/amp


http://cevizkabugu.com.tr/gundem.asp?procid=218

Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...