Bu Blogda Ara

Pazar, Mart 13, 2022

Acıbadem kurabiyesi




Namık Kemal Ortaokulu yıllarında okul çıkışlarında dadandığımız bir pastane vardı, bağıra çağıra tezgahın arkasında sıraya girerdik:


-Amca bana bi sosisli, ama hardal koyma

-Bi kaşarlı tost yapsana  amca

-Amca şu poğaçayı verir misin?


Benim isteğim hep aynıydı, “amca bir acıbadem kurabiyesi!”


O yıllarda annem birgün elimden tutup, “gel seninle bir yere gideceğiz” demiş, beni Maltepe’de, Gölbaşı Sinemasının bulunduğu Gölbaşı Apartmanına götürmüştü. Üst katlara çıktık, bir dairenin kapısını çaldık, epey bekledik, sonra beli bükülmüş, saçları bembeyaz olmuş bir ninecik açtı kapıyı, bizi içeri buyur etti:


-Hoşgeldin kızım, içeri girin, bak çay ve şeker şurada, haydi güzel bir çay demle de içelim.


Tek gözden ibaret odada yalnız yaşadığı anlaşılan sevimli ninecik, benim başımı okşayıp, koltuğuna oturdu. Annemle sohbetlerine kulak kabarttım:


-Masume’ciğim Vedat hiç görünmedi bu aralar, sağ olasıca, geldiğinde de karşımda 10 dakika ya oturur ya oturmaz, ateş alır gibi çıkar gider. Sevdiğimi bilir de kerata bana bir acıbadem kurabiyesi getirmeyi bile aklına getirmez.


Annem, çayla birlikte çantasından çıkardığı acıbadem kurabiyelerini tepsiye yerleştirip, nineciğe  sundu. 


O ziyaret için Yeşilırmak Sokağının yokuşunu yavaş adımlarla tırmandığımız sırada annem bana anlatmıştı babamın Ziraat Bankasındaki Müdürü Vedat Beyin annesine gitmekte olduğumuzu…


O yaşlarda annemin bu anlattıklarından pek etkilendiğimi söyleyemem ama, o “tek odalı ev” ve bembeyaz saçlı ninecik bir şekilde hep aklımda kaldı. Üstelik acıbadem kurabiyesini ben de çok seviyordum. İşte annemle o nine çay içip sohbet ederken, ben sıkılıp, odadan dışarı çıktım, apartmanda dolaşmaya başladım, birtakım sesler kulağıma çalınınca o tarafa gittim, karanlık ortamda bir ışık huzmesi gözümü aldı, yaklaşıp, duvardaki çatlağa uydurdum gözümü, bir baktım duvarın arkasında dev perdede bir film oynuyor. Bir kaç dakika görüntüyü izledim, demek o zamanlar Gölbaşı Sinemasının bulunduğu binada ayrıca kirayla oturulan odacıklar da vardı ve biz bunu bir ziyaret nedeniyle farketmiş olduk (Ahmet Hamdi Tanpınar Huzur romanını burada otururken mi kaleme almıştı?) 


Sonra beyaz saçlı nineciğin evine geri döndüm, annem, “haydi artık kalkalım” deyince yanından ayrıldık, kendi evimize döndük.


Aradan yıllar geçti, oğlunun ziyaretini dört gözle bekleyen nineyi de, onun  acıbadem sevgisini de hiç aklımdan çıkaramadım.


Yıllar içinde acıbadem kurabiyeleri nedense eski lezzetini yitirdi, pek çok pastanede vitrinlerde yer almasına karşın kurabiyelerin eski tadları artık yoktu. Bunun nedeninin “badem unu” yerine “fındık unu” kullanılmasından kaynaklandığını söyleyenler var, ben de ta Osmanlı Mutfağına dayanan bu kadim lezzetin arayışına giriştim. 


Acıbadem kurabiyesinin pek çok tarifini ve inceliklerini uzun süredir araştırıyordum ama hamurun “hafif ateşte karıştırılarak hazırlanması” fikri beni ürküttüğü için denemeye hiç niyetlenmedim. Oysa epey önce aldığım badem unu kiler dolabımda durup duruyordu. Bugün denemeye karar verdim. Okuduğum tariflerdeki malzemeyi kullandım, püf noktalarını aynen uyguladım ama fırınımın azizliği galiba beni biraz düş kırıklığına uğrattı. Aslında lezzet yine aynı lezzetti ama sanki benim kurabiyelerimin görüntüsü biraz farklı oldu.


Neyse işte, benim için bugün “o gün”dü ve güzel bir çay demleyip, bir kadeh acıbadem likörü (Amaretto)  eşliğinde acıbadem kurabiyelerini tatmak beni çoook eskilere götürdü, sizlerle paylaşayım istedim, keşke ikram da edebilseydim.


NOT: İsteyenler kurabiyenin tarifini bloğumda https://bennursunerel.blogspot.com/  bulabilir. Hepinize afiyet olsun… Likör de nasıl mis gibi koktu değil mi? ŞEREFE…





1 yorum:

Ata’nın Kolibası

Geçenlerde yolum Söğütözü’ne düştü, pek çok bakanlığın, resmi kurumun, AKP ve CHP genel merkezinin hatta büyük alışveriş merkezlerinin bulun...