Ana içeriğe atla

İnsan Hakları ve “Suskun!” Gazetecilik




Gündemin, koşulların, cezaların “birilerinin talimatıyla” her an değiştiği bir ülkede gazetecilik nasıl bir iştir? Eğer gazeteci şeffaflık şurada dursun, bulanık sularda başını güçlükle yukarda tutup, nefes alma, imkansızı başarma çabasındaysa, sürekli yıkılan sayfalara hep yeni manşeti taşıma mücadelesindeyse “Sysiphos da kimmiş?” (*)  deyip isyan etmez mi?


-E, ülkedeki hal bu…

-Durum buysa, gazeteciliğin uluslararası tanımlamalarına, etik tartışmalarına nasıl yaklaşacağız? 


Bu küçük sohbetle sizi karamsarlığa boğmak istemem doğrusu, ama bu duygularla bir teselli arıyordum ve elimdeki kitapla bunu bir ölçüde başardım, sizi de ortak etmek istiyorum.



Kitap, “İnsan Hakları Işığında Gazetecini İşi” başlığını taşıyor, felsefenin ustası Ioanna Kuçuradi’nin öğrencilerinden Elif Hamidi’nin imzasıyla yayınlandı, aslında bir yüksek lisans tezinin kitaba dönüşmüş hali. İlk sayfasındaki şu cümleye bakar mısınız?


-Otuzbeş yaşımı doldurmuşken, yani yolun tam yarısına gelmişken, beni yüksek lisans yapmaya teşvik eden, öğrencisi olma şansı sunan değerli hocam Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’ye, desteği, güveni ve “insanlaşma” yolculuğunda bana kattıkları için canı gönülden teşekkür ederim…


Günümüzde dünyada ve ülkemizde pek çoklarının “insanlıktan uzaklaştığı” bir ortamda kitabın sayfalarında ilerleyelim, örneğin “sessizliği” ele alalım.  

Zaman zaman ekranlarda beliren penguenleri unutmadınız değil mi?  Ya bunca olay yaşanırken,”hiçbir şey olmamış” gibi davranan kalemlerin sessiz kalışına ne demeli? 

Buyrun, kitabın 51. Sayfasındaki alıntıya:


-Yevgeni Yevtuşenko’nun (**) şu sözü, medyadaki sessizliğin bir yalana işaret ettiğini vurgular:

Gerçeğin (doğrunun) yerine sessizliği koyduğumuzda sessizlik bir yalandır.’ Çünkü gazeteciler, kimi zaman erk sahiplerinin baskı ve zoruyla ya da bir takım vaatleriyle, kamuyu yakından ilgilendiren bir gerçek karşısında sessiz kalarak, o gerçeğin yok sayılmasına neden olmaktadır. Gazeteci gerçekleri görmezden gelip sessiz kalıyorsa, herhangi bir yalana arka çıkıyor ve aslında bu sessizliğiyle  de yalan habere imza atıyor denilebilir.


Elif Hamidi, sessiz kalışa getirdiği eleştirinin ötesinde, gazetecinin “başkaldırısının” Değerine işaret ederken, gazetecilerin yargılandığı, tutuklandığı, mahkum edildiği, basının özgür olmadığı bir toplumda bunun nasıl yapılacağı sorusuna da yanıt veriyor:


“-Çok yerinde ve haklı bir sorudur bu.Ancak şu gerçeği de akıldan çıkarmamak gerekir: gazetecilik yapmak hiçbir zaman kolay olmadı. Bu gibi sorunlar, gazetecilik tarihinin hemen her döneminde var olduğu gibi, herşeye rağmen işini iyi yapan, gerektiğinde başkaldıran, her daim direnen gazeteciler de vardı. Bu bilgi, herşeye rağmen işini iyi yapabilmenin tek tek kişilerin elinde olduğunu göstermektedir.”


Hamidi, “başkaldıran insanın tarihin akışını değiştirebildiği”ne değinerek, Hessel ve Camu’dan yaptığı alıntılarla davam ediyor:


-Direnmek, bir anlamda insan topluluklarının kendini sürekli yeniden yaratması demektir. İnsanoğlu tarihin akışını değiştirmeye kadirdir. Tarih yaratıcı yurttaşların eseridir. 

-Kendine ve insana yapılmış adaletsizliğe baş kaldırır kişi. Öyle ki, kendisinin ve bir başkasının vicdanına yaptırımda bulunacak bütün müdahalelere, zorlamalara başkaldırmak bireyin hakkıdır. Sorumluluğu düzeni korumak değil, aşmaktır. Bir tek dayanağı vardır, kişilik onuru. Bu dayanak da tüm tarihsel önyargıları geride bırakır. İnsandan sorumlu gazeteci de mevcut düzeni korumaktan değil, onu aşmaktan ve üç maymunu oynamayıp haksızlıklara karşı başkaldırmaktan sorumludur. Ancak şunu da unutmamak gerekir. Başkaldırı, haklarının bilincine varmış, bilinçli kişinin işidir.”


Peki, hepimiz, hele gazeteciler, politikacılar, STK sözcüleri hatta tüm halk,  susup oturursak geleceğimiz ne olacak? 


Hamidi, bu soruya, Yaşar Kemal’in İnce Memed’inden, Ferhat Hoca’ nın üç minareli caminin şerefesinden seslenişiyle yanıt veriyor:


-İnsan kendine, kendi yüreğine, kendi korkusuna toptan başkaldırmadıkça insan soyu bundan beter olacak, zulüm, korku, iliklere işleyecek, insanlıktan çıkacak, bir solucandan daha mutsuz olacak.


Bu düşünceyi Yaşar Kemal’in görüşü olarak da kitapta buluyoruz:


-İnsanlar böyle uyudukça, insanlar böyle zulüm altında inlemeyi kabul ettikçe insanlığın bir sinekten ne farkı olur, insanlar eğer en küçük bir haksızlığa bir zulme başkaldırmayı akıl etmezlerse, insanlık bundan böyle daha da beter hale düşecektir…”


Elif Hamidi’nin kitabını bugünlerde elimden düşürmüyorum. Yaşadıklarımızın gelmiş-geçmiş yansımalarını ve zulme, haksızlığa, adaletsizliğe getirilen yorumları okudukça,  öteden beri içimde taşıdığım  “başkaldırı” hissiyatı kökleşiyor. 


- Zaman zaman, “Elimdeki şu kalem neye yeter?” Diye çaresizliğe düşsem de “ateş olsa cürmü kadar yer yakar” diyenlere inat, devam etmekten başka yol yok… 


(*) https://tr.wikipedia.org/wiki/Sisifos

(**) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Yevgeni_Yevtu%C5%9Fenko

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Külliye’ye içerden bakış: Erdoğan’a: “Sistem yürümedi, Türkiye’yi seçime götürmeli”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın  “Başdanışmanı” olarak Beştepe’de    7 yıl süreyle  görev yapan İlnur Çevik’le konuştuk. “ Bu sistem yürümedi ” diyen Çevik durumu, “Erdoğan’ın en kısa zamanda Türkiye’yi seçime götürüp sistemi rayına oturtması şart, eğer torunlarını şu kadarcık! bile seviyorsa bunu yapmalı, aksi halde eyvah! ” diye özetliyor.  DEM Parti ile yürütülen “çözüm süreci” için, ortada bir plan taslağı bulunmadığını savunan Çevik’e göre, her zamanki “Kervan Yolda Düzülür” mantığı yine ağır basıyor. …Acaba Külliye’de çalışma sistemi nasıl? Cumhurbaşkanı gündemini nasıl belirliyor? Yüksek İstişare Kurulu diye bir kurul var, orada ve  pek çok kişinin üye olarak yer aldığı diğer kurullarda neler görüşülüyor? Erdoğan, Atatürk ismini neden diline almak istemiyor?Beştepe’nin bodrumunda gerçekten tam teşekküllü bir hastane var mı?…  Gibi pek çok soru aklımı kurcalıyordu, “ İlnur Çevik nasılsa görevi bıraktı, artık belki konuşur ” diye düşün...

Yekta Güngör Özden’e geçmiş olsun

Geçen hafta Anayasa Mahkemesinin eski başkanlarından Yekta Beyi ziyaret etmiştik. Bugün öğrendik, küçük bir ev kazası yaşamış, ameliyat olmuş, iyiymiş. Kendisine acil şifa diliyoruz.  Aslında Ankara’da gündem o kadar yoğun ki, Yekta Beyle yaptığımız söyleşiyi bu sabah kayda geçiriyordum tam, o anda başka konular araya girince yarım bıraktım…  O halde şimdi tamamlayayım: “Güngörmüş” dostlarla bir araya gelebilmek, yakın tarihin sayfalarını gözden geçirebilmek ne kadar büyük bir şans. Geçenlerde Ali Bilge  ve Feyzan Erel ile birlikte Anayasa Mahkemesinin eski başkanı Yekta Güngör Özden’i ziyaret etmiştik, sohbetimiz sırasında notlar aldık, “ yazabilir miyiz anlattıklarınızı ?” Diye sorduğumuzda, “istediğinizi yazın” yanıtı vermişti. İşte o gün bugünmüş…  Yekta Güngör Özden ’in o gün söylediklerine şimdi biraz kulak verelim mi? SORU: Ülkede büyük bir gerilim yaşanıyor şu anda. Aydınlar, gazeteciler politikacılar tutuklanıyor, herkese gözdağı veriliyor, nas...

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...