Yaşam… Bir varmış, bir yokmuş…
Gazetecilikte deli gibi koşturduğumuz yıllar, Tercüman’dayım, genel yayın müdürü Güneri Civaoğlu, tiraj 1 milyonları geçmiş, ekonomi takibindeyim, -aman şunu atlamayayım, bununla görüşmem gerek, adam telefonlara çıkmıyor- karamsarlıkları, meslektaşlarla dayanışma hali, sabah telefonları:
-Vecdi Bey, hörmetler (Vecdi Seviğ ile aramızdaki özel hitap şekli!)
-Hörmet bizden…
-Sizde var mı şu taslak?
-İşte, geçtiğimiz haber kadar… Bugün belki bakanın basın toplantısı olacak zaten…
Bir yandan ev yaşamı, evden telaşla çıkarken yapılan, çoğu kez sonuçlanmayan planlamalar:
-Kıymayı buzluktan çıkartmış mıydım? Ali’yi kreşe bugün Feyzan bırakacak da, acaba hangimiz alabileceğiz? A, zaten annemi göz doktoruna götüreceğim, öğleden sonra için şeften izin alırım, doktor çıkışı, Ali’yi de alır eve döneriz…
Ve büroya telaşla giriş, şef Selman Erdoğdu (*):
-Aman Nursun şu Peşin Vergi (**) işini atlamayalım, gazetenin manşeti yarın onun üzerine kurulacak. Sen taslağın peşindeydin ne oldu?
-Selman Bey, araştırıyorum Maliye Bakanına ulaşamıyoruz, alt kademeden birilerini bulmaya çalışıyorum.
-O zaman, bugünkü esnaf-tüccar zirvesini sen izle, mutlaka şikayet edecekler, oradan bir şeyler çıkar hatta Vehbi Koç da gelecekmiş, onunla mutlaka ama mutlaka konuşmalısın…
…….
Vehbi Koç… Erol Toy’un “İmparator”unu (***) üniversite yıllarımızda okumuşuz, önyargılıyız Koç’a… Hani Koç, Ankara’da küçük bir bakkalla işe koyulmuş da, kurtlanan peynirler, köylüden toplanan kiremitlerin fahiş fiyatla satışı filan derken büyümüş de imparator olmuş…
Düşünceliyim, -Koç bana konuşur mu? Onca baba gazeteci varken… Zaten Ankara temsilcilerini filan bugün için oteline davet etmiş- onlar da viski içilirken tutup peşin vergiyi mi soracaklar Koç’a sohbette?
Derken, toplantının yapıldığı salona gidiyoruz. Odalar Birliğinden üst yöneticiler, Anadoludan gelen esnaf tüccar, iş dünyasından bütün temsilciler orada, bizi sadece toplantının açılışına aldılar, holde bekliyoruz. Bir ara bakıyorum, Vehbi Koç hole çıkıyor, peşinden koşuyorum:
-Efendim kısacık bir şey soracaktım?
Yanıt yok, koşar adım ilerliyor, o önde, ben arkada… Sorumu tekrarlıyorum, yanıt vermiyor, yanında koruması olmalı, birisi daha var, nazikce beni uzaklaştırıyor, zaten bir noktadan sonra takip edemiyorum, erkekler tuvaletine giriyorlar, kapı kapanıyor, biraz sonra Koç dışarı çıkıyor, beni kapıda görünce kaşları çatılıyor:
-Yine mi sen?
-Ama efendim önemli, bu peşin vergi konusunda görüşünüzü…
Sözümü kesiyor:
-Sen şimdi ayak üstü benden laf mı almaya çalışıyorsun? Çekil bakayım önümden…
Koç’tan çocuk gibi azar işitmek ağırıma gidiyor, holde bir koltuğa ilişiyorum, boğazım düğümleniyor, ağlamaya hazırım, meslek büyüklerimin sözleri aklıma geliyor:
-Bizim işimiz bilgiye ulaşmak, halkı aydınlatmak. Bize her yol mübahtır, ısrarcı olacaksınız, takipçi olacaksınız. Bilgiyi saklayanların kötü sözlerini sakın üzerinize almayın…
Toplantının bitişini bekliyoruz, garsonlar içeriye tepsilerle yemek taşıyor, karnım aç ağzım sulanıyor, -büroya dönüşte Pembe Panter’den (Tunus Caddesindeki ünlü sandviççi) beyaz peynirli sandviç söylerim- diyorum, holdeki koltuklarda benimle birlikte bekleyen arkadaşların çoğu, hatta benim foto muhabirim Rafet Hüner de dışarıya çıkıyor, sigara molasındalar… Salonun kapısı açılıyor, o ne? Vehbi Koç… Direkt bana yöneliyor, -eyvah yine mi sen? Diyecek, bir azar daha mı işiteceğiz?- derken Koç yüzünde kocaman bir tebessüm, yaklaşıp, koluma giriyor:
-Gel buraya şöyle, senin adın ne bakayım?
-Nursun efendim…
-Dursun demek, sen ailede son çocuk musun?
-Yok, Nursun Erel benim ismim.
-Ha, tamam, söyle bakayım evli misin bekar mı?
-Evliyim efendim, bir de oğlum var, Ali…
-Hah şimdi oldu… Zaten sana bir şey diyeyim mi? -Bekarlık sultanlık-derler ama değil…
Kolumu bırakmıyor, çıkış kapısına doğru ilerliyoruz, “efendim bu peşin vergi konusunda siz ne düşünüyorsunuz?” Diye art arda soruyorum, yanıt vermiyor, arkamızda yürüyen adamı kapıda çalışır durumda bekleyen arabaya bindiriyor Koç’u, camdan gülerek el sallayıp gidiyor… Foto muhabirimiz Rafet Hüner şaşkın, -tuh resmi kaçırdım- diyor, ben ise resim peşinde değilim, haberi çıkaramadığıma hayıflanıyorum, büroya dönüyoruz, Selman Beyin yüzü asık, -İstanbul’a ne diyecek?-
Ertesi gün (21 Eylül 1985) Yeni Asır gazetesinde Vehbi Koç’la birlikte, hem de 1. Sayfada “haber olduğumuzu” görüyorum… O günlerin acar foto muhabiri Turgut Mantar olayı kaçırmamış, üstelik bizi! atlatmış…
Ya, yaşam işte böyle, bir varmış bir yokmuş…
(*)https://www.yeniasir.com.tr/izmir/2010/02/07/ikisi_yeni_asirdan_63_usta_gazeteciye_odul
(**) https://egazete.cumhuriyet.com.tr/katalog/192/1985/9/23/11
(***) https://www.kitapyurdu.com/kitap/imparator/370077.html
Ne güzel bir anı ne güzel heyecanlı koşturmalar👏👏👏❤️
YanıtlaSilÇok severek yapılacak bir iştir gazetecilik
SilNursun Erel
YanıtlaSilÇok sevdim çok mutlu oldum mesleğimde
Sil