Türkiye’de gazetecilik zor bir iştir.
-Hadi canım
Demeyin, baskı ve tehditleri bir kenara bırakalım, en büyük zorluk bilgi edinmektedir, oysa “bilgi” haberin yaşamsal unsuru değil midir?
Gelgelelim, bizde en tepedekinden, sokaktaki adama kadar, “ketumiyet” tercihi, “neme lazımcılık” geleneği, “sırlar benimle mezara gider” tembelliği, bilgiyi hep aslanın ağzında bırakır.
Tembellik diyorum neden mi?
-Sorarım size, belli makamlardakiler, “oralara biraz oyalansınlar” diye mi getirilmiştir? Yoksa “millete hizmet için mi?” Sorusu hep açıktadır. “Mezara gidecek sırlar” savunması ise “bilgi vermemenin en kolay kaçış yolu”dur. Güncel bilgiden vazgeçtik, bari “hatırat” yayınlasalar değil mi? Ne yazık ki o türden kitaplara da nadiren rastlanır, hele de bilgiye dayanan, mümkün olduğunca tarafsız kaleme alınmış olanları yok denecek kadar azdır…
Böyle olunca, on beş yirmi yılda bir aynı dosyaların kapağı açılır, benzer tartışmalar tekrarlanır, kimi kavramlar ilk kez duyuluyormuş gibi üzerinde konuşulur, konuşulur ve çoğu kez sonuca varılamadan o dosyalar kapatılır.
-Çözüm sürecinden mi söz ediyorsun?
Diye soruyorsanız evet.
Kimseyi karamsarlığa sürüklemek istemiyorum ama AKP yönetimindeki “Çözüm Süreci” tekrarlardan ibaret değil mi? Biraz gazete, kitap, yayın karıştırıldığında bu gerçek apaçık gözler önüne serilmez mi?
Gelin şimdi kronolojik bir gezinti yapalım, çok geriye değil, AKP’nin yönettiği 2005 Türkiye’sine bir uzanalım, Başbakan sıfatıyla 12 Ağustos 2005 yılında Diyarbakır’a giden Tayyip Erdoğan ne demişti?
-‘Kürt sorunu ne olacak?’ diyenlere diyorum ki bu ülkenin başbakanı olarak o sorun herkesten önce benim sorunumdur. Biz büyük bir devletiz ve millet olarak bu ülkeyi kuranların bize miras bıraktığı temel prensipler ve cumhuriyet ilkesi, Anayasal düzen dahilinde her sorunu, daha çok demokrasi, daha çok vatandaşlık hukuku, daha çok refahla çözeceğiz. Bu anlayışla çözüyoruz ve çözeceğiz de…
——-Bu sempati neden?——-
İşte tam istim üzerinde, parmaklarım klavyeye yapışmış, harıl harıl çalıştığım bir anda, gazetede askeri konuları takip eden (Genelkurmay’a akredite!) meslektaşım seslendi;
-Nursun ya, bizimkilerden telefon geldi, seni sordular.
Klavyeyi bıraktım;
-Neymiş merakları?
-Hanımefendinin bu Kürt sempatisi sevgisi nereden? diyorlar…
Şaşırmadım, bu bakış açısı değişmezdi. Hangi konuya gazeteci olarak el atıp araştırma yapsanız, Kürt, Ermeni, Alevi, Yahudi filan olmanız gerekirmiş gibi konuşulurdunuz.
İşte, ortam böyleydi ama umutların bağlandığı “Çözüm Süreci” üzerinde günlerce, haftalarca, hatta aylar boyu konuştuğumuz isimler, sadece içinde yaşanan durumu değil, “yapılması gerekenleri” de açık açık dile getirmişti.
-Peki, ne oldu da o sürecin üstüne perde çekildi?
Diye soruyorsanız
-O kadar çok şey oldu ki, sayfalara sığmaz…
——-Kürtçe tabusu——
Bir kere, Kürtçe’nin kamusal alanda kullanımı hâlâ ciddi kısıtlamalara tabiydi. Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in 2006’da yeni yıl kutlama kartlarına "Sarsala We Piroz Be" (Yeni yılınız kutlu olsun) diye Kürtçe yazıp göndermesi soruşturma konusu bile yapıldı. Anayasanın 3. maddesindeki devletin "bölünmez bütünlüğü" esası gerekçe gösteriliyordu.
PKK ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasındaki çatışmalar arttı, bu durum sorunun sadece askeri yöntemlerle çözülmeye çalışıldığına işaretti. Çözüm için atılan adımlar genellikle sembolik düzeyde kaldı, eğitimde anadil hakkı, kimliğin tanınması, özerklik talepleri tartışılmadı bile.
Dolayısıyla süreç uzunca bir süre için uykuya yatırıldı.
——Oslo görüşmeleri——
Unutulmaz bir olay, 19 Ekim 2009 günü, Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla 34 PKK üyesinin Habur Sınır Kapısından girip teslim oluşuyla yaşandı. Silopi’de gelenleri karşılamak üzere 50 bin kişi toplandı. Savcıların oraya götürülüşü de cabasıydı bu işin.
Sonra duyduk ki o sırada, devletin istihbarat kuruluşunun tepesindekilerle PKK temsilcileri arasında Oslo’da “gizli gizli” görüşmeler yapılıyormuş, bu durum ortaya çıkınca, çözüme giden süreç epey tartışmalı olaylara sahne oldu.
Pensilvanya ile bağlantılı oldukları ileri sürülen savcılar, istihbaratın başındaki isimleri ifadeye bile çağırdılar. Neyse ki muktedir devreye girdi de istihbaratın tepesindeki isimler gözaltına alınmaktan kurtarılabildi, ardından yasa değişikliği yapılarak “devlet görevlilerinin terör hükümlüleri ile görüşmesi” suç olmaktan çıkarıldı. O savcı da cezasını buldu tabii.
Bu çalkantılı süreçte çözüm yine askıya alındı, taa ki, 2012 yılında bir televizyon röportajında Recep Tayyip Erdoğan, Kürt sorununu çözmek için hükûmetin İmralı’da hapis yatmakta olan Abdullah Öcalan ile görüşmeler yaptığını açıklayana kadar.
“Müjdeli Haber” aylar sonra geldi, 21 Mart 2013 günü Abdullah Öcalan'ın mektubu Türkçe ve Kürtçe olarak Diyarbakır'da Nevruz etkinlikleri sırasında okundu. Mektupta PKK'nın silahlı güçlerinin Türkiye topraklarından çekileceği ve silahlı mücadeleye son verildiği bildirildi. PKK da Öcalan'ın bu emirlerine uyacağını ve Türkiye topraklarından çekileceğini açıkladı.
——demokratikleşme paketi—-
2014 yılının 15 Temmuz gününe gelindiğinde "Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” yürürlüğe girdi. Hükümet, bu amaçla siyasi, hukuki, sosyoekonomik, psikolojik, kültürel, insan haklar, güvenlik ve silahsızlandırma
alanlarında ve bunlarla bağlantılı konularda atılabilecek adımların belirlenmesi, silah bırakan örgüt mensuplarının eve dönüşleri ile sosyal yaşama katılım ve uyumlarının temini için gerekli tedbirleri alacaktı.
Başbakan Erdoğan, 2013 yılının 1 Ekim günü, demokratikleşme paketini açıkladı. Pakette çözüm süreciyle ilgili farklı dilde eğitim, seçim barajında değişiklik, eski köy isimlerinin verilmesi, öğrenci andının kaldırılması, "x, w, q" harflerinin kullanılabilmesi gibi yenilikler yer aldı.
Öcalan, 28 Şubat 2015 günü PKK'ya silahsızlanma kongresi için yeniden çağrı yaptı.
———Dolmabahçe Buluşması——
Kandil ve İmralı böylece bir kez daha anlaştı. O noktaya gelinceye dek, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ve İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın geniş bir demokratikleşme paketi üzerinde çalıştığı ortaya çıktı. Dolmabahçe Sarayı'nda, Akdoğan ve Ala’nın yanında AKP’den pek çok ismin de katıldığı toplantıda Öcalan'ın PKK'ya silahsızlanma kongresi toplama çağrısı Sırrı Süreyya Önder tarafından okundu.
Ne var ki, 22 Mart 2015 günü süreci sarsan bir “şok”yaşandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dolmabahçe Toplantısını ve orada yapılan açıklamayı doğru bulmadığını açıkladı, böylece süreç bir kez daha bıçakla kesilip atılmış oldu…
Bu takvim hala duvarda asılı olsa da artık üstüne kırmızı kalemle kocaman bir çarpı çekilmişti. Bölge halkı açılımla gelecek özgürlükleri bekleye dursun, kayyım atamaları, gözaltılar, tutuklamalar sürecin her aşamasında sürüp gitti.
——-Suya yazılmasın——
Şimdi yeni bir sayfa açılıyor.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Öcalan’a seslendiği, kendi milletvekilleri dahil, herkesi hayretler içinde bırakan şu sözleriyle:
“Öcalan gelsin, TBMM’de DEM Parti Grup Toplantısı'nda konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse, Umut Hakkı'nın (*) kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın.”
O sözler ve sonrasındaki gelişmeler şu anda hepimizin belleğinde capcanlı duruyor.
Peki şimdi ne olacak? Bu iş en nihayet çözülecek mi? Yoksa fikirler fiiliyata geçmeden yine suya yazılmış gibi kaybolup gidecek mi? Diye soruyorsanız, ben de ilgililere sesleniyorum:
-Taa 2005’de açılım sürecini başlatanlar bugün çok daha etkin görevlerde, bu soruyu onlara bir sormak gerekmez mi?
-Acaba niye susuyorlar?
İlgili yazılar:
https://bennursunerel.blogspot.com/2024/11/ahmet-turk-ve-kurt-sorunu.html
https://bennursunerel.blogspot.com/2023/04/huda-par-ve-kurt-sorunu-ozur-ve-tazminat.html
https://bennursunerel.blogspot.com/2022/06/paris-gunlugu-5.html
https://bennursunerel.blogspot.com/2021/03/gecmisimizle-yuzlesebilsek-parti.html
https://bennursunerel.blogspot.com/2021/02/kara-delik-mi-yuttu.html
Yorumlar
Yorum Gönder