Ana içeriğe atla

Vesikalık fotoğraflar gibiyiz!


-Ne diye süslendin böyle sabah sabah?

-Vize için fotoğraf lazım, vesikalık çektirmeye gidiyorum.

-Boşuna zahmet etmişsin, nasılsa “sabıkalı” gibi çıkacaksın fotoğrafta. Gülümsemek yasak. Direkt vizöre bakacaksın, arka fon beyaz olacak, rötuş filan yapılmayacak, yüz neredeyse çerçevenin tamamını kaplayacağı için suratın kabak gibi görünecek.

Nedir yahu şu vatandaşın çilesi değil mi? Elçiliklerin vize kuyruklarında beklemeler, kaçak muamelesi görmemek için toparlanacak bir sürü evrak, kanıtlanması gereken banka hesapları falan filan. Bu kaçıncı bahardır, hükümetler gelip gidip halka  söz verir dururlar, “Türk vatandaşının onurunu zedeleyen aşağılayıcı vize çilesini çözeceğiz...” diye. 

Vize fotoğrafları kenara bırakılırsa, Türk insanının kendisiyle ve fotoğrafçı ile önemli imtihanlarından biriydi vesikalık çektirmek... İlk kez ilkokula başlarken adım atılır, sonra da yıllarca  diploma hazırlığı, ehliyet evrakı, evlilik yoluna girişteki  gibi pek çok nedenle çalınırdı fotoğrafçının kapısı.  

Her semtin bildik tanıdık kasap, manav, kundura tamircisi gibi esnafının yanısıra , çok saygı gösterilen belli başlı fotoğrafçıları da vardı. 

-Anneeeee bana 20 lira verir misin?

-Hayırdır? Bu ne giyim kuşam böyle? Ooo saçlar da pek güzel taranmış?

-Ayol ben bugüne bugün,  lise mezunu değil miyim? Gidip vesikalık çektireceğim diplomam için. Kazanırsam, üniversite kaydında da lazım olacak tabii ki. 

-Ay maşallah kızıma, daha nice nice hayırlı uğurlu  vesikalıkların olsun inşallah. Bana bak, eğer Foto Bil’e gidersen Altan Beye selam söyle, -annem daha tatil resimlerinin başına geleni unutmamış- diyor de.

-Yok yok, ben bugün Esat Dörtyol’daki Stüdyo L’ye gideceğim. Onların vitrinindeki resimleri  çok beğeniyorum, modern tarzı seviyorum.

Ve fotoğrafçının kapısından içeri adım atılır:

-Buyrun küçük hanım?

-Vesikalık çektirecektim.

-Tamam, siz aşağı inip hazırlanın, ben geliyorum birazdan.



Aşağıdaki küçük stüdyoda, üç ayağın tepesindeki Hasselblad’ın karşısındaki tabureye oturmadan önce duvardaki aynaya bir bakar, saçının inatçı kıvrımını düzeltirken etrafı incelersin. 

-Şu minik koltuktaki oyuncaklara bak, çocuk resimleri için herhalde. E, benim de var öyle resmim. Hatta o oyuncak bebeği elime tutuşturduklarında nasıl sevinmiştim, hani fotoğraf çekimi bitince alıverdiler elimden de ağlamıştım... Arkadaki dev sonbahar panosu da pek romantikmiş, herhalde nişan resimlerini filan çekiyorlar önünde. 

O yılların önde gelen fotoğrafçılarında, Foto Bil veya Foto Güzel’de, hazırlıksız gelen müşteri için kravat, ceket, hatta saç fırçası, spreyi, hatta ve hatta ruj, göz kalemi bile bulundurulurdu...

-Kullanan olur muydu peki?

-Herhalde olurdu, dur bak, fotoğrafçı iniyor aşağıya şimdi. 

Fotoğrafçı gelir:

-Oturun küçük hanım. Evet, biraz sağa dönün. Yok yok o kadar değil, başınızı döndürün hafifçe...

Bu ilk talimatla iş bitmez, fotoğrafçı defalarca yanınıza gelip, çenenizi kaldırır indirir, başınızı hafifçe sağa çevirir, olmadı sola çevirir, arkadaki spotu yakar, söndürür... Sonra vizörün arkasındaki örtünün altına sokar başını, sonra tekrar çıkarır, talimatlar da devam eder:

-Hafif gülümseyin şimdi, hayır hayır, kaşınızı kaldırmayın, gülümseyin, evet dişleriniz hafifçe görünsün.

Sonra deklanşöre basar, “çat” diye bir ses duyulur, çekilmiştir vesikalık:

-Ne zaman alabilirim fotoğrafları?

-Gelecek Salı günü sabahtan gelebilirsiniz. Kaç tane istiyorsunuz?

-12 tane, ama siz büyüğünü de veriyorsunuz değil mi? Kartpostal gibi olanını? Borcum ne olacak peki?

-20 lira küçük hanım... Evet onu da yapacağız ve para almayacağım hatırınız için

Dükkandan çıkılır:

-Ohhh sonunda bitti vesikalık işi, ama cüzdandaki para da bitti, boşuna heveslendik dönüşte Goralı’dan karışık tosta...”

Evet sizin işiniz artık bitmiştir ama fotoğrafçının işi asıl şimdi başlar. 

Siyah beyaz film önce karanlık odada banyo edilir, sonra agrandizörün altına basılmak üzere gelmeden önce, saatlerce süren rötuş işi başlar. Alındaki ben yok edilir, yüzdeki sivilce görünmez kılınır, dudaklar biraz parlatılır, kirpikler rimel sürülmüşcesine belirginleştirilir... Fotoğrafçı, arada sırada “eserini” gözden geçirip gururla söylenir:


-O kara kuru, sıska kızı ne hale getirdim yahu... Bravo demek hakkımdır vallahi kendime...


Salı günü iple çekilir, sabah erkenden bir koşu fotoğrafçıya gidilir, vesikalıklar alındığında bir heyecanla küçük zarftan çıkarılıp bakılır, gülümsenir, çünkü rötuşlu fotoğraf, “aaaa güzel çıkmışım!” Dedirtecek kadar iyi işlenmiştir, yakın çevrede yorumlar yapılır:

-Ya, sen ne kadar fotojeniksin, bir de benimkilere bak, asla güzel çekmez beni hınzır fotoğrafçılar...



 

Düşünüyorum da dostlar, aslında bizler de hayata “vesikalıklardaki gibi” çıkmıyor muyuz? Pek de kendimizi yansıtmadan? Rötuş yapıp, asıl benliğimize, duygularımıza, hatta mimiklerimize bile...


Yorumlar

  1. VESİKALIK FOTOĞRAFLAR TÜM FOTOĞRAFLAR NE KADAR KIYMETLİYDİ.. CEP TELEFONU OLACAĞI VE FORTOĞRAF MAKİNASI ÖZELLİĞİ OLCAĞI NERDEN BİLEBİLİRDİK. ÜSTELİK UZAY YOLUNU İZLEYEN BİR KUŞAKTIK..KALEMİNE SAĞLIK..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...

Basın Meslek Örgütü Sansür Uygular mı?

Basın meslek örgütü sansür uygular mı? Gazetecilik camiasında son günlerde bir tartışma sürüyor, ortadaki soru şu: -Sansürle mücadele etmek için kurulmuş bir basın meslek örgütü, kendi üyelerinin paylaşımına sansür uygular mı? Sözü hiç dolandırmadan, geçen hafta yaşanan bu olayı direkt anlatalım: Gazeteciler Cemiyetinden bir grup üye, 33 yıldır başkanlık görevini sürdüren yönetime eleştirilerini bir yazılı bildiriyle ortaya koydu:   -E, sonra? Sonra kıyamet koptu… Gazeteciler Cemiyeti adına “ görevlendirilen” bazı isimler, pek çok web sitesinde yer alan bu bildirideki iddiaları yanıtlamak yerine, tek tek web sitelerinin yöneticilerini arayarak sansür ettirme çabasına giriştiler. Bazılarında başarılı oldular, bazıları ise bu “ basın özgürlüğüne ihanet ” sayılan girişimi reddetti.  -Nasıl yapabilmişler bunu? -Kimilerine bazı vaadlerde bulunmuşlar, kimilerine - tüzüğün falanca maddesini işletir, sizi üyelikten atarız - demişler. -Ne vaadiymiş o? -O bildiriyi ...

KONGRE TUFANI (2) Alo 198’e sormuş!

  Gazeteciler Cemiyetinde yaklaşan kongre için, adaylığım üzerinde ısrarlar yoğunlaşınca epey düşündüm: -Kırk yıl emek verdiğim gazetecilik mesleği bana artık bir örgüt sorumluluğu yüklemiyor muydu?  -Gazeteciler Cemiyetinde yürüttüğüm çalışma sırasında gözlemlediğim ciddi yanlışlar için çaba göstermek gerekmez miydi? -Biz başımızdakileri, “ koltuğa yirmi üç yıldır yapıştınız, denetimden kaçtınız, adaletsiz davrandınız ” diye eleştirirken, “ tam otuz iki yıldır başımızda durmakta ısrar eden, denetime, adalete, eşitliğe kapalı yol yürüyen ” yöneticilere ne diyecektik? Uzun uzun düşündükten sonra kararımı verdim ve adaylığımı açıkladım. İstifa ettiğim gün başkan beni telefonla arayıp, dedi ki: - Nursun ben zaten senin ayrılacağını tahmin ediyordum. Belki de adaylık düşünüyorsun, e tabii, demokratik hakkındır. Bu sözler kulağımda çınlarken, elimde “ Cemiyetin aday listesini talep eden dilekçemle ” yola çıktım, Üsküp Caddesi 35 numaradaki cemiyetin bahçesinden içeri ...