Ana içeriğe atla

Naftalinin boğucu kokusu!




Anneme hayret ederdim, nedense naftalin kokusunu severdi. 


Oysa benim için naftalin demek, yünlü kumaştan paltoların, mantoların, elbiselerin, el örgüsü kazakların kısaca kışın giyilecek ne varsa tümünün sandıktan çıkarılıp, örtülerinden sıyrılıp, naftalinlerinin silkelenip, temizlenip, ütülendiği, gardroba asıldığı günler demekti.


O “kış seferberliği” sırasında ev günlerce naftalin kokardı.


Uyumaya çalışırken naftalin, ders çalışırken naftalin, yemek yerken naftalin... İmdaat diye bağırmak gelirdi içimden çünkü, o koku bende boğulma hissi yaratırdı


Bir keresinde okulla birlikte Ankara’nın Sıhhiye Semtindeki demiryolunun tam kıyısına kurulu Hava Gazı Fabrikasına gitmiştik. Göğe uzanan, tam bir hayaleti andıran simsiyah silindirin kapısından içine girdiğimizde gördüğüm devasa boşluktan nasıl da ürkmüştüm. Dev silindirin iç duvarlarını kocaman bir çember gibi çevreleyen bembeyaz naftalin kalıntılarını görüp, o heryeri saran berbat kokuyu duymak nasıl da  midemi bulandırmıştı. Naftalin, o gün anlatıldığına göre ve aklımda yanlış kalmadıysa hava gazı elde edilen sürecin yan maddesi olarak oluşuyordu.


Oooo, o günler çoktaaan geride kaldı. Artık Ankara’da mutfaklarda, banyo şofbenlerinde hava gazı kullanan yok, çünkü eskilerin deyimiyle o “lenduha” (*) gibi Hava Gazı Fabrikasının yerinde yeller esiyor. 


-Saklanacak kışlık giysiler mi? 

-A, onlar için ben çoktandır naftalin yerine sabun kalıpları yerleştiriyorum  dolaplara, çekmecelere.


Ama bu derdimi size niye açtım?

Ev buram buram naftalin kokuyor da ondan...


-Hani kullanmıyordun naftalin?


-Yok canım, naftalin filan yok ortada, o bir sanrı sadece...


Zaten gerçek olsa bu kadar sıkıntı duyamazdım...


Naftalin kokusu, açılıp kapanan kitap sayfalarından birer hayalet gibi yükselip, burnumu sızlatarak geçip beynime saplanıyor.




Bilmem kaçıncı keredir kitaplık temizliğindeyim... Kimileri çocuklukta okuyup defalarca kapatıp açtığım için aşınmış, sayfaları kopmuş, ciltleri zedelenmiş kitaplar. Altını karaladığım satırlarla gençliğimi, o yıllarda yaşama bakış açımı, beklentilerimi, hayallerimi anımsatan kitaplar. Mesleki kitaplar, babamdan, annemden kalan kitaplar... Klasörler dolusu belge, notlar, defterler. Hatta röportajlarımın ses kayıtları. Raflara “bel verdiren!” cilt cilt National Geographic’ler


Şu Adab-I Muaşeret  kitabına Ayşegül’le kahkahalarla gülmez miydik? 


Hele “Çarın Çizmelerine?”


Bir keresinde kitap, büroda masamın üstündeydi, Adnan Kahveci (**) beni ziyarete geldiğinde, ‘MihaiZoşçenko’nun hikayeleri beni çok güldürüyor’ demiştim de, ‘ben de biraz güleyim’ deyip alıp gitmişti hani. Ne yazık ki yaşamında pek fazla gülemedi, çok erken ayrıldı aramızdan.


Çocukluğumuzda ağabeyimle tekrar tekrar okuduğumuz babamızın Michel Zevaco ciltleri, Pardayanlar karşıdan bana bakıyor.  Ah o  okuduklarımın hepsi bugün gibi aklımda, hani Paris’i boydan boya Hardy Dö Pasavan’la birlikte at üstünde geçerdik, Tuillerie Bahçelerinin orada bir yerde atımız biraz soluklansın diye dururduk. Başka neler neler olurdu... Kraliçe İzabo gerçekten o kadar güzel miydi?


Oysa artık onların kapağını açan yok...




Demet Işık’ın Kitap Kulübünde okuduklarımız ise neredeyse bir raf dolusu... Ne kadar farklı bir dünyaydı o ihtişamlı günlerimiz. Rüya ülkesindeydik sanki. O gün sadece kitabımızla notlarımız mı vardı masada? O muhteşem sofrada neler yoktu ki. Demet Hanımla yardımcısı Ayşe Hanımın elinden çıkma birbirinden leziz tadımlıklar, salatalar, peynirler, hele o meyve tabağı... Demli çayla başlayıp, birazdan Hasan Faruk Levent’in ((****) sakiliğinde kadehlerimize konulacak kırmızı şarapla devam edecek koyu sohbet... Mustafa Şerif Onaran hangi toplantımızda  okumuştu Yalnızlık şiirini? (*****)  Erendiz Hanımın (Erendiz Atasü) (*****) yorumlarıyla daha mı ateşlenirdi tartışma? 


-Bırak şimdi anılarda gezinmeyi kitaplığa dön haydi!!!

-Ufff, ne sıkıcı, yalnızca kitaplarla kalsa iyi.


Benim ve ev halkının hobilerini dayandırdığı dergiler, çeşitli koleksiyonlar, hatta çocukluğumdan kalma bir pul koleksiyonu, dünyanın heryerinden toplanmış menüler... 


Özellikle de şu menülerin kapağını bile açmak istemem doğrusu... Düşünsene, kolalı beyaz keten örtüler serili masadasın, kadehindeki buz gibi Chablis’yi yudumlarken, yemeğini bekliyorsun. Nasıl ağzım sulanırdı kimbilir! 


-Hmmm ne için mesela? 

-Mesela nar gibi kızarmış ördek kanadı için... 


Yok canım, hayatımda hiç gitmiş değilim o ünlü restorana, La Tour d’Argent’a (******) Zaten gitmem de. Bir kere asla o kadar param olmaz, ayrıca ördekleri kanları akmasın diye bir kalemde kesmek yerine, ipte asarak!  boğduklarını duydum, çünkü öyle daha lezzetli oluyormuş zavallıların eti. 


-Ne vahşet!!!


Daha bitmedi.


-Sahi, yıllarca süren keyiflere dayanak olan o kanaviçeler, dantelleri düşün bir de... E, onların dayandığı şablonlar vahiyle mi gönderildi? Raflardaki onca dergi, hele hele şu 100 yıl öncesinin dantel örneklerini içeren ciltlerce katalog değil miydi seni “aferin budalası” yapıp, başka işlerden alı koyup, aylarca yıllarca odalara hapsedip, esir alan? 

-Evet doğru doğru, kendimi el işlerinden alamıyorum diyerek geçen ay bir psikoloğa bile gittim. 


Dur bir de şu dolapların kapaklarını açıp, önce alttakine bakmalı...


Aman allahım haykırmak geliyor içimden:


-Yardım ediiiiiiiin. Burası tam bir CD mezarlığı, yüzlercesi alt alta sıralanmış. Klasiklerden tut, canlı konser kayıtlarına uzanan çeşitleme. Evet evet, daha dün değil miydi CD çaların sesini sonuna kadar açıp dinlediğim hatta eşlik ettiğim şarkılar? Ne çabuk kabuk değiştiriyor bu teknoloji denen canavar? Yıllar öncesinin plaklarını ne yapmıştık sahi? Aaa, bir kısmı duruyor şu rafta, bak işte  45’likler, Longplayler.


Dolap kapaklarını hemen çarparak kapatıyorum, içlerindeki canavarı hapsetmek için...  Kimse duymasın ama onlardaki naftalin kokusu çok keskin, fotoğraflar var, yüzlerce binlerce fotoğraf, ve albümler.


-Elveda 


Hayır bunu diyemiyorum, sadece ağlamak istiyorum. 



(*) https://kelimeler.gen.tr/lenduha-nedir-ne-demek-210570


(**)https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Adnan_Kahveci


(***) https://www.bilgiyayinevi.com.tr/hasan-faruk-levent-in-ilk-romani-bir-gecmis-dusu

(****) https://www-antoloji-com.cdn.ampproject.org/c/s/www.antoloji.com/m/amp/yalnizlik-1575-siiri/#

(*****) https://m.kitapyurdu.com/index.php?route=authors/authordetail&author_id=689

(******) https://en.m.wikipedia.org/wiki/Pressed_duck

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...

Basın Meslek Örgütü Sansür Uygular mı?

Basın meslek örgütü sansür uygular mı? Gazetecilik camiasında son günlerde bir tartışma sürüyor, ortadaki soru şu: -Sansürle mücadele etmek için kurulmuş bir basın meslek örgütü, kendi üyelerinin paylaşımına sansür uygular mı? Sözü hiç dolandırmadan, geçen hafta yaşanan bu olayı direkt anlatalım: Gazeteciler Cemiyetinden bir grup üye, 33 yıldır başkanlık görevini sürdüren yönetime eleştirilerini bir yazılı bildiriyle ortaya koydu:   -E, sonra? Sonra kıyamet koptu… Gazeteciler Cemiyeti adına “ görevlendirilen” bazı isimler, pek çok web sitesinde yer alan bu bildirideki iddiaları yanıtlamak yerine, tek tek web sitelerinin yöneticilerini arayarak sansür ettirme çabasına giriştiler. Bazılarında başarılı oldular, bazıları ise bu “ basın özgürlüğüne ihanet ” sayılan girişimi reddetti.  -Nasıl yapabilmişler bunu? -Kimilerine bazı vaadlerde bulunmuşlar, kimilerine - tüzüğün falanca maddesini işletir, sizi üyelikten atarız - demişler. -Ne vaadiymiş o? -O bildiriyi ...

KONGRE TUFANI (2) Alo 198’e sormuş!

  Gazeteciler Cemiyetinde yaklaşan kongre için, adaylığım üzerinde ısrarlar yoğunlaşınca epey düşündüm: -Kırk yıl emek verdiğim gazetecilik mesleği bana artık bir örgüt sorumluluğu yüklemiyor muydu?  -Gazeteciler Cemiyetinde yürüttüğüm çalışma sırasında gözlemlediğim ciddi yanlışlar için çaba göstermek gerekmez miydi? -Biz başımızdakileri, “ koltuğa yirmi üç yıldır yapıştınız, denetimden kaçtınız, adaletsiz davrandınız ” diye eleştirirken, “ tam otuz iki yıldır başımızda durmakta ısrar eden, denetime, adalete, eşitliğe kapalı yol yürüyen ” yöneticilere ne diyecektik? Uzun uzun düşündükten sonra kararımı verdim ve adaylığımı açıkladım. İstifa ettiğim gün başkan beni telefonla arayıp, dedi ki: - Nursun ben zaten senin ayrılacağını tahmin ediyordum. Belki de adaylık düşünüyorsun, e tabii, demokratik hakkındır. Bu sözler kulağımda çınlarken, elimde “ Cemiyetin aday listesini talep eden dilekçemle ” yola çıktım, Üsküp Caddesi 35 numaradaki cemiyetin bahçesinden içeri ...