Gazeteciler Cemiyetinin iki gün süren “Medya Konferansı” (*) mesleğimizle ilgili pek çok ilginç tartışmanın, görüş alış-verişinin adresiydi. Sonuçta bir kez daha uzlaşıldı ki, gazetecilik bugünün koşullarında tam bir “tutku işi…”
-Dikkatimi çeken bir oturumdan izlenimleri sizlerle paylaşayım mı?
Gökmen Karadağ benim beğendiğim bir gazeteci ve TV programcısı. Son yıllarda, haber mutfağından çıkıp, televizyonlarda tartışma programları yönetir olmuştu, en sonunda da akademisyenlikte karar kıldı.
-Neden beğenirdim?
Bir kere, saatler süren, canlı programına “dersini çok iyi çalışmış” olarak çıkar, bilmediği bir ayrıntıya denk gelirse ahkam kesmez, lafı muhatabının ağzına tıkmaz, ama inisiyatifi asla bırakmaz, konuşmaların sakız gibi uzamasına izin vermezdi. Hele son dönemde, hukukçu Salim Şen’le birlikte yaptıkları programın tadına doyum olmuyordu. Şunu da eklemek gerekir, basın sektörünün “en zor” alanlarından biridir yayıncılık, hele de canlı yayınlar…
Derken bir baktık Gökmen Karadağ Tele 1’den ayrılıyor.
-Aaaa, niçin, neden, nereye transfer oldu?
Diye hayıflandık…
Medya Konferansında karşılaşınca Gökmen Karadağ ile önce kahve molasında ayak üstü görüştük, sonra baktım, Erhan Karadağ ile “Gazeteciliğin Zorlaşan Koşulları” başlıklı oturumda konuşacak. O etkileyici ses tonu, gündem hakimiyeti, kusursuz tonlama ve diksiyonu ile “tam da ekran için yaratılmış” dedirten Karadağ acaba şimdi neler söyleyecekti?
Gökmen Karadağ, “kardeşi” zannedilen Erhan Karadağ’ın ilginç sorular, anekdotlarla
hareketlendirdiği oturumda o kadar çok “bilinmeyene açıklık getirdi ki…” Zaman zaman yayın sırasında izleyicilerden gelen “yahu sen ne korkak adamsın, niye şunu açıkça sormuyorsun?” Şeklindeki mesajlardan bile gülerek örnekler verdi:
-Evet böyle mesajlar da yazdılar, yalan değil korktum, neden? RTÜK cezaları malum… İşi, mümkün olduğu kadar kimseye zarar getirmeden sürdürmek gerekiyordu, o yüzden çok dikkatli seçmek durumundaydım sözcükleri. Gelgelelim, bana da günün birinde adeta -biz seni de alırız- dercesine Ağır Ceza Mahkemesinin yolu gözüktü. AYM üyesi İrfan Fidan’la ilgili başka birisinin sözlerinden yaptığım alıntı nedeniyle… Tamam, yatarım yatmasına da bizim ikizler var… Sonunda beraat kararı verildi.
Karadağ, “ Neyse ki ikizler 6 yaşına geldi” deyince boğazıma bir şey takıldı ki, anlatması zor… Oğullarımın küçüklüğünde ben de az mı aşındırmıştım Ankara Adliyesinin, hatta, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin kapılarını...
Karadağ son yıllarda görev yaptığı Halk TV ve Tele 1’i de ima ederek, sözlerine şunu da ekledi:
-Bizim çalıştığımız kurumların mali durumu el vermiyor diye, aslında bir kaç kişinin yapması gereken işi tek başımıza kotardığımız da çok oldu ama kimi zaman gördük ki bu durum bazen suistimal boyutuna da gelebiliyor… Aaa, bir bakıyorsunuz o güne kadar adını sanını duymadığınız, meslekte karşılaşmadığınız birileri patron katından indirilip, sizden çok farklı imkanlarla çalıştırılabiliyor. Yani medya kurumlarının prensleri prensesleri de olabiliyor, bilmem anlatabildim mi?
Karadağ böyle tamamladı konuşmasını ama ben sormak istedim:
-En son çalıştığınız kurumdan neden ayrıldınız?
Karadağ, “Bu da ikimizin arasında kalsın” deyip, gülerek, bir de adeta “hınzırlık etme” gibilerinden bir işaret çakarak indi sahneden… Benim de kayda geçmesini istediğim açıklama havada asılı kaldı böylece…
-Kimdi acaba medyanın prenslerle prensesleri?
(*) https://www.facebook.com/gazetecicemiyeti
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder