Ana içeriğe atla

İlk Manşet!






İmzalı ilk manşetimdi 4 Haziran 1981 tarihli Tercüman gazetesinin 1. Sayfasındaki Turgut Özal Röportajı. 


Gazetenin taşra baskılarında imzam Nursen Alev diye yayınlanmış, sonra düzeltilip Nursun Alev’e çevrilmişti. Yani evlenmemiştim henüz.


Bizler için bir efsane olan istihbarat şefimiz Erkan Yiğit demişti ki:


-Üzülme Nursun’cum bu editörler, sayfa sekreterleri biraz ukaladır. Her şeyin doğrusunu onlar bilir. Bir keresinde dünyaca ünlü kemancı Yehudi Menuhin İstanbul’da konser vermişti, yıkılmıştı salon alkıştan... Bu haber nasıl girdi gazeteye biliyor musun? Musevi Menuhin’in Aya İrini’deki konseri muhteşemdi... Bizim sekreter aklı sıra Yehudi Menuhin demek kabalık olur diye tutmuş haber metninden Yehudi’leri çıkarıp, Musevi Menuhin yapmış adamcağızın adını...


 Sonraki yıl evlendiğimde  istihbarat şefim Kemal Işık’a sormuştum, 


-“İmzamı acaba Nursun Alev Erel yapsak olmaz mı?” Diye... 


O da dedi ki: 


-Yok yahu, o da Yahya Kemal Beyatlı der gibi çok uzun olur, sıkıntı yaratır, gel Nursun Erel diyelim sana...


Yıllar sonra kütüphane temizliği sırasında bu gazete kesiği elime geçince ilk aklıma gelen şu oldu:


-Bu Katar neymiş yahu? Amma meraklıymış siyasiler ikide birde Katar’a gitmelere...


Özal’la olan siyasetçi-gazeteci bağlantımız inişli çıkışlı bir yol izledi. Geçenlerde paylaşmıştım, Özal’ın bana bir haberimden dolayı kızdığı, “sizi çağırmamıştık, neden geldiniz?” Dediği gün, karşısında gayet suratsız biçimde oturduğum fotoğrafı. Aslında Özal her şeye rağmen çok zeki, olayları önceden gören ve genelde iyi insan ilişkileri kurabilen bir yaradılışa sahipti. Kendisine seçimden 1. Parti olarak çıkmasına rağmen hükümeti kurma görevini haftalar sonra veren darbeci Başkan Kenan Evren’i kucaklaması unutulmaz.


Ekonomi alanında yoğunlaştığım için onu takip etmek görevi gazetede bana verilmişti. 12 Eylül sonrası, Türkiye siyaseti, darbeden-demokrasiye yönelirken, Özal büyük bir sürpriz yaparak Başbakan Yardımcılığından istifa etti. 


O günlerde cep telefonu filan yok. Bize göre sakin bir gün, istifa henüz duyulmamış, meslektaşım Nur Batur’la uzun bir öğlen yemeği yemişiz dışarıda. Gazeteye bir döndüm ki, Özal istifa etmiş, yer yerinden oynuyor. Kemal Işık bana:


-Yahu Nursun neredesin? Heryere baktırdım Saygılar Kebapçısına  bile... Saat 3 olmuş (15.00)  sen ortada yoksun...


Azarı yiyince kıpkırmızı oldum, hemen masama geçtim, ilk işim özel kalem müdürü Mehmet Perçin’i aramak oldu. Bana “bacım” diye hitap ederdi, karşılıklı sempatimiz büyüktü... Onu defalarca aradım, sonunda ulaştım:


-Bacım nasılsın?

-Nasıl olayım Mehmet Bey... Nedir durum böyle? Ortalık toz duman oldu... Neden istifa etti sayın Özal?

-Önümüzdeki günlerde açıklayacağız, takip edersin

-Ama Mehmet Bey, görmüşsünüzdür Milli Güvenlik Konseyi açıklamasını, Başbakanlıktan yapılan açıklamaları... “Büyütülecek bir olay değil” demeye getiriyorlar. Hatta bazı meslektaşlarımdan da duydum, “haberi sakın büyütmeyin, iç sayfalarda geçiştirin” diye baskı yapılıyormuş.


Bunu söyleyince Mehmet Perçin, “gel bir dertleşelim” diyerek beni Başbakanlığa çağırdı. Koşarak gittim tabii, konuşmalarımız sırasında ısrarlarım üzerine bana, “Özal’ın hiç de öylesine geçiştirilemeyecek, zehir zemberek istifa metnini” vermeye razı oldu. O anda nasıl sevince boğulduğumu  anlatamam.  Elimdeki bomba müthişti, ilk biz patlatmalıydık. Teşekkür edip tam odasından çıkarken, telefonu çaldı, telefonun ahizesini kapatıp bana “Barış Kaşıkçı arıyor” demesin mi? O anda aklım başımdan gitti... Anadolu Ajansı’nın en önemli kıdemli gazetecisiydi Barış Kaşıkçı. Evet, onu çok sever ve sayardım, hatta sözde “mektepli” ama aslında tam bir “çömez” olarak Ajansa girdiğim günlerde, Barış bana sahip çıkarak  mesleği öğretmişti, hatta beni yetiştirmişti demek daha doğru olur. Ama bu defa iş başkaydı, göze göz dişe diş bir haber atlatma sürecindeydik... Üstelik böylesine önemli bir haberin Ajans’tan geçilmesi demek, bütün gazetelere ulaşması demekti.


Aceleyle Başbakanlık Binasının merdivenlerini üçer beşer atlayarak indim, gazeteye koşturdum:


Kemal Işık bütün yüzümü kaplayan gülümsemeden anlamıştı elimde bir bomba olduğunu.


-Hadi çabuk, çabuk otur daktiloya... Taşra baskıları kaçmak üzere, bari İstanbul Ankara’yı, şehir baskılarını yakalayalım...


Zaten o yıllarda meslektaşlarım benimle “daktilo şampiyonu” diye dalga geçerdi, daktiloya oturup haberi bir solukta yazıp tamamladım, telekscimiz Erdoğan Bey de anında “tıkır tıkır” yazıp İstanbul’a geçti...


Ertesi gün haber sadece bizim gazetede “Sekiz sütuna manşet” olarak yayınlandı. Bir de sanıyorum, Cüneyt Arcayürek, Barış’tan bilgi alarak o sırada yazarı olduğu  Güneş Gazetesinde istifa mektubunun bir bölümünü yayınlamıştı... O gün, yaşamımın en neşeli günlerinden biriydi desem acaba tahmin edebilir misiniz mutluluğumun derecesini?


A, şimdi biliyorum aklınızdan geçen soruyu:


-E, peki Kaşıkçı’nın haberi ne oldu? 

-“O bizim meslek sırrımız olarak basın tarihinin tozlu sayfalarına gömüldü...” dersem bana kızmayın olur mu? Belki birgün Barış Kaşıkçı anlatır bunu...

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...

Basın Meslek Örgütü Sansür Uygular mı?

Basın meslek örgütü sansür uygular mı? Gazetecilik camiasında son günlerde bir tartışma sürüyor, ortadaki soru şu: -Sansürle mücadele etmek için kurulmuş bir basın meslek örgütü, kendi üyelerinin paylaşımına sansür uygular mı? Sözü hiç dolandırmadan, geçen hafta yaşanan bu olayı direkt anlatalım: Gazeteciler Cemiyetinden bir grup üye, 33 yıldır başkanlık görevini sürdüren yönetime eleştirilerini bir yazılı bildiriyle ortaya koydu:   -E, sonra? Sonra kıyamet koptu… Gazeteciler Cemiyeti adına “ görevlendirilen” bazı isimler, pek çok web sitesinde yer alan bu bildirideki iddiaları yanıtlamak yerine, tek tek web sitelerinin yöneticilerini arayarak sansür ettirme çabasına giriştiler. Bazılarında başarılı oldular, bazıları ise bu “ basın özgürlüğüne ihanet ” sayılan girişimi reddetti.  -Nasıl yapabilmişler bunu? -Kimilerine bazı vaadlerde bulunmuşlar, kimilerine - tüzüğün falanca maddesini işletir, sizi üyelikten atarız - demişler. -Ne vaadiymiş o? -O bildiriyi ...

KONGRE TUFANI (2) Alo 198’e sormuş!

  Gazeteciler Cemiyetinde yaklaşan kongre için, adaylığım üzerinde ısrarlar yoğunlaşınca epey düşündüm: -Kırk yıl emek verdiğim gazetecilik mesleği bana artık bir örgüt sorumluluğu yüklemiyor muydu?  -Gazeteciler Cemiyetinde yürüttüğüm çalışma sırasında gözlemlediğim ciddi yanlışlar için çaba göstermek gerekmez miydi? -Biz başımızdakileri, “ koltuğa yirmi üç yıldır yapıştınız, denetimden kaçtınız, adaletsiz davrandınız ” diye eleştirirken, “ tam otuz iki yıldır başımızda durmakta ısrar eden, denetime, adalete, eşitliğe kapalı yol yürüyen ” yöneticilere ne diyecektik? Uzun uzun düşündükten sonra kararımı verdim ve adaylığımı açıkladım. İstifa ettiğim gün başkan beni telefonla arayıp, dedi ki: - Nursun ben zaten senin ayrılacağını tahmin ediyordum. Belki de adaylık düşünüyorsun, e tabii, demokratik hakkındır. Bu sözler kulağımda çınlarken, elimde “ Cemiyetin aday listesini talep eden dilekçemle ” yola çıktım, Üsküp Caddesi 35 numaradaki cemiyetin bahçesinden içeri ...