Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Yağma Hasan'ın böreği

Bundan 1 ay önce Taşpınar Köyü ile Haymana yı bağlayan yolun, Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından kocaman pankartlar asılarak asfaltlama programına alındığı bildirildi... Dev kamyonların iş makinalarının sık sık geçtiği yol o kadar bozulmuştu ki normal bir otomobille oradan geçmeye kalkmak macera aramakla eşdeğerdi... Belediye, asfaltlama işi için astığı pankartlarda 1 haftalık süre vermişti ama bu sözünü tutamadı, çalışma 1 ayı geçti ve o yol Taşpınar sakinleri tarafından kullanılamadı... Ha, "O   köy yolundan onca dev kamyon, iş makinası neden geçiyor? " diye mi soracaksınız? Aman efendim köyler, tarlalar çoktaaan " out " olmadı mı? Kentsel dönüşümden bunca rant sağlamak varken ne gerek var yeşilin, kırsalın korunmasına? Siz bakmayın o TVlerde yayınlanan çarşaf çarşaf reklamlara... Düpedüz yalan, dostlar alışverişte görsün... Hepimizi enayi yerine koyuyorlar. " Tarlaların yapılaşmasına, betonlaşmasana izin vermeyeceğiz " martavalını atarak... ...

Gözümüze batmayanlar!

Ankara 'da İncek taraflarında, bir zamanlar verimli tarlaların uzandığı yerlerde şimdi 50-60 hatta 70 katlı bloklar gökleri deliyor... Yani TV'lerde dakkabaşı! yayınlanan,"tarım arazilerimize sahip çıkalım", "ülkemizin geleceği niteliğindeki tarım arazilerinin yok olmasına izin vermeyelim " gibi teraneler düpedüz yalan... İşte bu bloklar birkaç yıl içinde yıldırım hızıyla inşa edildi ve nedense yerleşim bir türlü gerçekleşmedi. Daha doğrusu inşaat faaliyeti bıçak gibi kesildi. Bunun nedenlerini araştırıyordum,  konuyu bilen bir kaynağa sordum, bakın neler anlattı: -Oooo, orada o kadar büyük bir rant paylaşımı var ki... Kapanın elinde kalıyor... Biliyorsunuz o araziler daha önce köylerin meraları, tarlaları niteliğindeydi, ama ufuktaki rant başta uzatmalı Belediye başkanı! Olmak üzere iktidar partisi ve yandaşlarının iştahını kabarttı... Bu civarda sadece birer ikişer katli villaların inşaasına izin verilirken imar Planı bir gecede değiştirildi ve bir z...

Baraka Davası

Bir Özgür Adam Baraka Davasının Kahramanı Aykan Er Gökova Körfezine uzanan koylardan birinde Küfre'de, yemyeşil uzanan vadide küçük bir baraka var... Aykan Er 'e, namı diğer Papaz 'a ait... Bir zamanlar o vadideki geniş topraklardan birinin sahibi olan yakın arkadaşı Kambur ona demiş ki: -Gel sen de burada yaşa... Bir baraka yap kendine, komşuluk edelim... Papaz 'ın, yani herkesin unuttuğu ismiyle Aykan Er 'in öyküsü böyle başlamış... Bodrum' u, çalıştığı barı, eşini, çocuğunu, yıllarca süngere daldığı arkadaşlarını bırakıp gelmiş buralara... Derme çatma bir baraka yapmış kendine... Küçücük, iki göz bir baraka... Ama ne baraka... Enerjisini güneş panelleriyle elde ediyor... Suyunu da yakındaki pınarlardan... Sağa sola arı kovanları da yerleştirmiş... Oh, denizden küfür küfür rüzgar alan Küfre 'de özgür, sağlıklı, her türlü keşmekeşten, bağımlılıktan uzak şahane bir yaşam... Sonra Devlet Baba duymuş bunu: - Vay sen misin bunu yapan? Diye...

Kuleli Ziyareti ve sürprizler

Kuleli Askeri Lisesini kaderine terk ettiler ya, insanın içi yanıyor... Boğaza muhteşem bir inci broş gibi iliştirilmiş bu zarif ama azametli binanın, “benim sonum ne olacak?” Dercesine orada sessizce duruşuna kimsenin kulak astığı yok... Acaba neyin intikamı diyorum?  Gururla söylemem gerekir ki, eşim Feyzan Erel bu okuldan mezun... Kuleli anılarını, ondan hep keyifle dinledim,  okulun koridorlarında, dersliklerinde, spor salonunda, yatakhanesinde, bahçesinde yaşadıklarını... Çalışma masasının, ders yaptıkları sınıfın tam pencere kenarında olduğu ve ders dinlerken güzelim boğazı nasıl seyrettiği benim de hayalimde yer etti... Okul tabldotunda sıkça yer alan onun en sevdiği  Elbasan Tava ve Revaninin lezzetini sanki ben de damağımda duyumsar gibiyim... Bunca yıldır Kuleli' nin önünden kim bilir kaç kez geçtik, Boğaz'ın öbür yakasından  nasıl keyifle seyrettik, hatta bir keresinde bahçesinde çay bile içtik ama görkemiyle insanı olağanüstü etkileyen bu gizemli b...

KOCABEYOĞLU PASAJI

Geçenlerde yolum Kızılay 'a düştü... Uzun süredir uğramadığım Kocabeyoğlu Pasajını yeniden görmek, gezmek istedim... Kimi dükkanlar kapalı, kimisi tamiratta, pek çoğu da boştu... Üst katta azımsanmayacak bir müşteri kalabalığı vardı ama alt katta neredeyse in cin top oynuyordu... Nedense içimi bir hüzün kapladı. Oysa çocukluğumun pembe renkli, sıcacık anılarında unutulmaz yeri olan Pasaj böyle miydi ya? Annem işten döndüğünde, bazen halamla bana seslenmez miydi? - Kocabeyoğlu'na gidelim mi? Haydi hazırlanın bakalım... Kalemimi masaya hemen bırakır, ödev defterimi kapatıverirdim... Kocabeyoğlu demek, bana da alınacak bir şeyler demekti çünkü... Önce üst katta dolaşırdık. Annem, daracık aralıklardan birindeki küçük dükkana uğrar, sorardı: -Pertev krem var mı? Yağlı olsun... Bir de yağsız kremi vardı çünkü Pertev in... Satıcı, pembe desenli krem tüpünü sararken, annemin isteği üzerine kahverengi bir kaş kalemini ve Koleston Saç Boyası nı da eklerdi pakete. O dü...

Nice bayramlara

Nice Bayramlara Sevgili dostlar, kimi zaman ben de çok kızıyorum  yeni mecralara, twitterdı facebooktu   instagramdı filan...  -Yüzyüze konuşup birbirimizin sesini kokusu duymanın yerini tutar mı? " Diye.  Ama ne yapalım ki bu da çağın bir gereği, öyle değil mi? Ankara’da yıllardır devam eden “dikey kentleşme ve betona yatırım” çılgınlığı kenti öylesine büyüttü ki, altyapı ve ulaşım imkanları artık yetişemez oldu.  E, şimdi bayram da olsa, hangi babayiğit kalkıp ta Gölbaşına gelecek, oradan Çayyoluna geçip, Gaziosmanpaşaya , Aşağı Ayrancıya uğrayıp eşiyle dostuyla yarımşar saatliğine hasret giderip hoşbeş edecek? Kolay mı bu? Oysa eskiden öyle miydi? Apartmandaki herkes ilk gün mutlaka ziyaret edilip, el öpülür hatır sorulurdu... Kalan günlerde önce mahalledeki, sonra da uzak semtlerdeki dostların, hısım akrabanın kapısı çalınır, bayramı kutlanırdı...  Ha, ikramlar mi? Önce kahve getirilir, yanında çoğu kez likör de bulundurulurdu... Ahududu, nane, g...

Katakullilerden beğen, seç al!

  Balık baştan kokar ” diye boşuna söylememiş atalarımız. Bazı hükümet üyelerinin, pek çok belediye başkanının yolsuzlukları kabak gibi ortaya saçıldı ama kimilerini buna inandırabilmek adeta imkansız... O kadar ki, sokaktaki adama sorduğunuzda, " Çalıyorlar diyorsunuz ama çalışıyorlar da... Hem, yahu çalıyorlarsa benim paramı çalıyorlar siz ne karışıyorsunuz ?" gibi inanılmayacak cevaplar alabiliyorsunuz... - "Boşver, uğraşma, NATO KAFA NATO MERMER" dediğinizi duyar gibiyim.. . Yazık... Neyse, ben şimdi size "üstü örtülü" bir başka yolsuzluk öyküsü anlatacağım. Bu öykü Ankara 'nın yeni sayılabilecek semtlerinden birinde, Eryaman 'da geçiyor... Eryaman benim de 3 yıl oturduğum, şehre biraz uzak olsa da, Susuz Göl ’ü, pardon şimdiki ismiyle Göksu Park ’ı,  yemyeşil bahçeleri, parkları ile gerçekten çok sevimli, huzur dolu, özellikle emekliler için yaşanacak bir semt... Eryaman nüfusunun 350 bini bulduğu ifade ediliyor... Peki bu uzak...

Rio’da Türk Rüzgarı (3)

Feyzan ve Mehmet’e - A evet size sözüm vardı. Caipirinhas içecektik. Nasıl mı yapılıyor? Şeker kamışından üretilmiş bir tür rom kullanılıyor, “K açaça ” denilen... Bir limonu ince ince doğrayın önce, sonra havanda ya da bir  cam kasede, üzerine yarım çay bardağı toz şeker ekleyip, hafiften ezin... Limon koksun heryer... Şimdi bardaklara dağıtın o şekerle ezdiğiniz limon dilimlerini, üstüne bolca buz ekleyin ve kaçaça yı doldurun bardağa... Karıştırın, işte size caipirinnha s .... Mmmm nefis değil mi? Afiyet olsun... Copacabana'da bikini satışı Rio ’da tam bir tropik iklim var, hava sıcak, rutubetli... Hemen plaja inmeli... Hangisine mi? Valla hangi havanızdaysanız, örneğin Copacabana , isterseniz voleybol ya da tenis oynar, kendinize güveniyorsanız 3 metrelik dalgalarda sörf de yapabilirsiniz... Ya da uzanın şöyle kumlara, önünüzden seyyar satıcılar gelip geçsin, tam karşınızdaki “ Şeker Tepelerini ” seyrederek hülyalara dalın... -Burada denize giri...

Rio’da Türk Rüzgarı (2)

Feyzan ve Mehmet’e Taunay'ın fırçasından şelale Rio ’daki gezimiz devam ediyor... Tijuca ormanındaydık... Yürüdüğümüz patikalarda kelebekler uçuyor, renklerine bayılıyorum. Sağ tarafta muz ağaçları var, Dörtyol ’daki evimizde de muz ağaçları vardı ama nedense pembe pembe çiçekler açtığına hiç tanık olmamıştım. Ormanın kendine özgü kuş, böcek seslerine bir yenisi eklendi, bir yerlerden su sesi geliyor ve aniden bütün görkemi ile Taunay şelalesi çıkıveriyor karşımıza: - Aman Tanrım, bu nasıl bir güzellik? Taunay Şelalesi Taunay  (*) bir Fransız ressam... 1800’lerde gelip yerleşmiş Brezilya ’ya... Her tarafı karış karış gezip Tijuca Ormanının tepesindeki bu şelalenin yakınında yaşamaya karar kılmış ve evini buraya kurmuş. Yaptığı resimlerle şelaleyi ve ormanı ölümsüzleştirmiş... Sonra da Brezilyalılar şelaleyi onun adıyla “Taunay ” diye anmaya başlamışlar... Dağın tepelerinden akıp gelen tonlarca suyun döküldüğü kayalar, cilalanmışcasına pırıl pırıl ...

RIO DE JANEIRO'DA TÜRK RÜZGARI (1)

Sevgili Feyzan ve Mehmet'e Rio ’ya gitmek aklımın ucundan bile geçmezken, Feyzan’ın büyük sürprizi ile kendimi bir anda Copacabana’ya bakan bir otel odasında buluverdim. Copacabana Plajı Saatler süren yolculuktan, Sao Paolo ’da sıkıcı mı sıkıcı bir duraklamadan, üstelik de yeniden bavul al-ver telaşından (*) nefes alamaz duruma gelmiştik... Odanın penceresinden görülen manzara müthişti... Copacabana kumsalını gündüz gibi aydınlatan dev projektörler öyle nefes kesici bir güzelliği gözönüne seriyordu ki, yorgunluğumuz uçtu gitti.... Sahile vuran dev dalgaların sesi,   sanki “ samba ritmi ”ndeydi, bu ninniyle hemen uykuya dalıp rüya bile gördüm... Rüyamda yemyeşil çimenlerde koştururken,   “nedense” karla kaplı   bir şeve girip, bu kez daha hızlı koşmaya başladım. Eriyen karlara bata çıka koşarken, ayaklarım sırılsıklam olup dondu... Uyandığımda farkettim klimanın odamızı buzhaneye döndürdüğünü... Sabah kahvaltıya indik, büfenin en gözalıcı yanı envai ...

Sevgi Horoz’un Sofrasında

Sevgi Horoz ’un sofrasında, lezzet, dostluk ve zerafetle sarılıp sarmalanmış o muhteşem davetteydik dün akşam... Bu güzelliği silinmemek üzere damağıma da anılarıma da not ettim.  O bizlere servis yaparken aklımdan neler neler geçti. Çocukluğunuzun sofralarını hatırlar mısınız? -" Kim unutur ki? " Dediniz değil mi? Kimi sabahlar  son anda hazırlanan ödeve, ütülenmesi unutulmuş beyaz gömleğe kafa yorulurken, alelacele beyaz peynirli-domatesli sandviçten bir ısırık alıp bir bardak soğuk sütü kafaya diktiğiniz sofralar... Seçim geceleri, radyonun saatbaşı ajansları heyecanla dinlenirken sabaha kadar salonda açık tutulan sofralar... Ailelerin ilk tanıştıkları akşam, beyaz gül buketinin özenle evin tek vazosuna yerleştirilip masanın başköşesine konulduğu  sofralar. Bakışlarınızın arasına hiçkimse giremezdi, gülümsemekten yanaklarınıza kramp girerdi hani... E, onlar çok geride kaldı artık... Hepsi sislerin arkasındaki çerçevelere takılı... Bugünlerin rengaren...