Onu biiiin yıl kadar önce mahallemizde tanımıştık, bizim sokağın en güzel, en beyaz hem de şömineli evinde otururlardı, annesi sokağa çıkmasına izin vermezdi. Balkona ya da salonun penceresine hapsolup, pencereden bizim oyunlarımızı seyrederdi. Biz ona gülümserdik, o bize asık yüzle bakar, nanik yapardı, sonra biz seslenirdik: - Faaazıl, pabucu yarıııım, çık dışarıyaa oynayalıııım. Öfkelenir, annesini çağırırdı, annesi, “ Çekilin bakayım sizi gidi arsızlar sizi, terbiyesini bozmasanıza benim prensimin ” diye bizi kovalardı bakımlı bahçelerinden. Sonraki yıllarda o da sokağa, bizlerin arasına karıştı, karıştı dediysem uzakta durup bizi seyretti sadece. En güzel bisiklet onundu, kimseyi bindirmez, zaten kendi de doğru dürüst binemezdi. Onun topu hep pırıl pırıldı. Hiçkimseyle oynamaz, zinhar oynatmaz, hep koltuğunun altında tutardı. Biz “sokak çocukları ” ise çılgınca eğlenirdik o bize bakarken, yarım saati 1 liraya bisiklet kiralardık köşedeki tamirciden. Öbür köşedeki bo...
Mürekkep kokan sayfalarda şimdilerde bize yer yokmuş, eh, ne yapalım? Açılsın bari hayali sayfalar... Oysa onlara yazmak tıpkı suya yazmak gibidir. Kayboluverir gider.