Ana içeriğe atla

Sen neymişsin be abla, pardon abi!?




Onu biiiin yıl kadar önce mahallemizde tanımıştık, bizim sokağın en güzel, en beyaz hem de şömineli evinde otururlardı,  annesi sokağa çıkmasına izin vermezdi. Balkona ya da salonun penceresine hapsolup, pencereden bizim oyunlarımızı seyrederdi. Biz ona gülümserdik, o bize asık yüzle bakar, nanik yapardı, sonra biz seslenirdik:

-Faaazıl, pabucu yarıııım, çık dışarıyaa oynayalıııım.

Öfkelenir, annesini çağırırdı, annesi, “Çekilin bakayım sizi gidi arsızlar sizi, terbiyesini bozmasanıza benim prensimin” diye bizi kovalardı bakımlı bahçelerinden.

Sonraki yıllarda o da sokağa, bizlerin arasına karıştı, karıştı dediysem uzakta durup bizi seyretti sadece. En güzel bisiklet onundu, kimseyi bindirmez, zaten kendi de doğru dürüst binemezdi. Onun topu hep pırıl pırıldı. Hiçkimseyle oynamaz, zinhar oynatmaz, hep koltuğunun altında tutardı. Biz “sokak çocukları” ise çılgınca eğlenirdik o bize bakarken, yarım saati bir liraya bisiklet kiralardık köşedeki tamirciden. Öbür köşedeki boş arsada yakantop ya da tek kale futbol oynarken yerlerde yuvarlanır, çamur içinde kalır, kahkahalarla gülerdik.Hepimiz üçbeş kuruştan ibaret harçlıklarımızı birleştirir, yavru kedilere kasaptan et alır, beslerdik. O bize uzaktan bakıp, “Hepiniz kuduz olacaksınız” tehdidini savururdu.

Sonra okula başladık, ödevlerimiz için gereken kaynakları bizim evdeki formika kitaplığa dizili Hayat Ansikpoledisi ciltlerinde arardık, ona ise özel hocalar gelirdi ders vermek için. Komşular pişirdikleri özel yemekleri, tadımlık da olsa en güzel tabaklarda birbirlerine gönderirdi, o bu değişime hayret eder, aslında kıskanır ve bize gittikleri o lüks lokantaları ve hiçbirimizin hayatında hiç görmediğini söylediği o muhteşem yemekleri, tatlıları, pastaları anlatırdı. Oynamaktan terleyip susadığımızda biz mahalledeki inşaatın musluğuna ağzımızı dayayıp kana kana su içerdik. O evine gidip annesinin Taşdelen damacanasından bardağına koyduğu suyu yudumlardı. Gizlice sigara içtiğimizi gördüğünde bizi hemen annelerimize gammazlamıştı da nasıl cezalandırılmıştık. Bir keresinde de  “Paramı çaldı, kalemimi yürüttü” diye kapıcımızın oğlunu yalan yere itham edip bir kaç kez babasına dövdürdüğünde ise hepimiz onunla konuşmama kararı almıştık.
Derken lise, üniversite yılları geldi geçti. Zaman içinde hepimiz iyi kötü okuyup adam olduk, çeşitli mesleklerde tutunduk, evlendik, çoluk çocuğa karıştık. O ise hep yalnızdı, buralarda doğru düzgün bir okul kazanamadı, yurtdışında okutuldu, sonunda memlekete döndüğünü duyduk.
Haberlerini aldık. “Küçük dağları hep o yarattığı” için, soyadının yüzsuyu hürmetine girdiği her işyerinde başarısız olmuş. Buna rağmen herkesi küçük görür, herkesi alaya alırmış. En güzel araba, en manzaralı yalı dairesi, en parlak seyahatler, en nadide tablolar hep onunmuş. Beraber olduğu hiç kimseyle ilişkisinde dikiş tutturamamış, hepsinin mutlaka bir eksikliği, bir kusuru, bir kompleksi varmış, oysa kendisi, “örnek alınacak, mükemmel, her şeyi bilen, her şeye kadir, en en ama ennnn güzel insanmış...”
Geçenlerde o son model, üstü açık arabasıyla kaza yapıp vefat etmiş, kocaman, sayfa sayfa ilanlar verilmiş gazetelere ama cenazesine katılanlar bir elin parmaklarını bile geçememiş. Birisi de demiş ki:

-“Ne kendi etti rahat, ne aleme verdi huzur, yıkıldı gitti cihandan dayansın ehl-i kubur.”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Külliye’ye içerden bakış: Erdoğan’a: “Sistem yürümedi, Türkiye’yi seçime götürmeli”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın  “Başdanışmanı” olarak Beştepe’de    7 yıl süreyle  görev yapan İlnur Çevik’le konuştuk. “ Bu sistem yürümedi ” diyen Çevik durumu, “Erdoğan’ın en kısa zamanda Türkiye’yi seçime götürüp sistemi rayına oturtması şart, eğer torunlarını şu kadarcık! bile seviyorsa bunu yapmalı, aksi halde eyvah! ” diye özetliyor.  DEM Parti ile yürütülen “çözüm süreci” için, ortada bir plan taslağı bulunmadığını savunan Çevik’e göre, her zamanki “Kervan Yolda Düzülür” mantığı yine ağır basıyor. …Acaba Külliye’de çalışma sistemi nasıl? Cumhurbaşkanı gündemini nasıl belirliyor? Yüksek İstişare Kurulu diye bir kurul var, orada ve  pek çok kişinin üye olarak yer aldığı diğer kurullarda neler görüşülüyor? Erdoğan, Atatürk ismini neden diline almak istemiyor?Beştepe’nin bodrumunda gerçekten tam teşekküllü bir hastane var mı?…  Gibi pek çok soru aklımı kurcalıyordu, “ İlnur Çevik nasılsa görevi bıraktı, artık belki konuşur ” diye düşün...

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...

KONGRE TUFANI (2) Alo 198’e sormuş!

  Gazeteciler Cemiyetinde yaklaşan kongre için, adaylığım üzerinde ısrarlar yoğunlaşınca epey düşündüm: -Kırk yıl emek verdiğim gazetecilik mesleği bana artık bir örgüt sorumluluğu yüklemiyor muydu?  -Gazeteciler Cemiyetinde yürüttüğüm çalışma sırasında gözlemlediğim ciddi yanlışlar için çaba göstermek gerekmez miydi? -Biz başımızdakileri, “ koltuğa yirmi üç yıldır yapıştınız, denetimden kaçtınız, adaletsiz davrandınız ” diye eleştirirken, “ tam otuz iki yıldır başımızda durmakta ısrar eden, denetime, adalete, eşitliğe kapalı yol yürüyen ” yöneticilere ne diyecektik? Uzun uzun düşündükten sonra kararımı verdim ve adaylığımı açıkladım. İstifa ettiğim gün başkan beni telefonla arayıp, dedi ki: - Nursun ben zaten senin ayrılacağını tahmin ediyordum. Belki de adaylık düşünüyorsun, e tabii, demokratik hakkındır. Bu sözler kulağımda çınlarken, elimde “ Cemiyetin aday listesini talep eden dilekçemle ” yola çıktım, Üsküp Caddesi 35 numaradaki cemiyetin bahçesinden içeri ...