Ana içeriğe atla

Kayıtlar

GİZLİ SAKLI İŞLER

Cumhuriyet Gazetesinin  başarılı muhabiri Hazal Ocak ’ın yazdıklarından öğreniyoruz, İstanbul Atatürk Havalimanında yeni depo alanları tahsis ediliyormuş.   İstanbul Arkeoloji Müzesi ve Darphanenin fazlalık yaratan kimi tarihi birikimleri oraya taşınacakmış... Acaba herhangi birimizin bu konudan haberi var mı? Herhangi birimizi bırakalım bir kenara, hocaların hocası, benim de SBF ’de öğrencisi olmaktan gurur duyduğum hocam İlber Ortaylı ’nın bile bu durumdan haberi yok inanın... Dün aradım kendisini, “ Neymiş olay? Nereden nereye ne taşınıyormuş? Bu taşınma işlerinin gerekçesi neymiş? Darphanenin kasalar dolusu nümizmatik birikimi çok önemlidir, onları ne yapacaklarmış? ” diyerek o da bana sordu “ ne olduğunu? ” Peki, İstanbul Atatürk Havalimanının o değerli pistleri, “ pandemi hastanesi yapılmak üzere! ” Kırılıp dökülmemiş miydi? Eeee, hastane nerdeeeee? Darphane nerde; öyle değil mi? İyi de, böyle önemli bir karar alıyorsunuz da, bunu aynaya bakıp, kendi kendinize mi da...

Mapusluğun sonu

Evde günlerce kapalı kaldıktan sonra kendini sokağa atanların arasına karıştım dün. Yollar çok kalabalıktı, sanki tuhaf bir sevinç vardı insanlarda, bir şey almasalar da çarşı-pazara çıkmak, bir yere gitmeseler bile arabayla tur atmak iyi mi gelmişti acaba? Ama esnafın yüzünden düşen bin parçaydı.   Önce kuaföre uğradım, ( bilmem saçınızı siz kendiniz kesebiliyor musunuz? ) şakır şakır makas sesleri arasında sohbet ettik:  -Yahu ne yaptınız iki haftadır?  -Ne yapacağız? Bizler günlük kazanan insanlarız, evde beş parasız oturduk kaldık. Son 3 aydır devlet sadece bin lira gelir kaybı için, 750 lira da kira için destek sağladı.  Dükkânın kirası 2 bin 500 lira, elektriği suyu hiç söylemesem daha iyi. Ev sahibine, bu dükkânın sahibine artık yüzüm tutmaz oldu, kaç aydır kirayı aksatıyorum .  -Peki kalfa destek alabildi mi? Kısa çalışma ödeneği filan?  -Yok onu herkese vermiyorlar, belli bir süreyi doldurmadığı için alamadı, ben bu halimle birkaç kuruş yardım...

Oh be, mapuslukta son gün!

Günlerdir dört duvar arasında mapustayız, pandemi yüzünden “ istisnai meslek sahipleri ” dışında herkes evinde hapis... Neyse ki bugün kapanmanın son günü, yoksa durumumuz  aynen şarkıdaki gibi: - Oynatmaya az kaldı, doktorum nerde? Boğazımız sıkılıyormuş,  göğsümüze biri oturmuş da kalkmıyormuş gibi karanlıkta, bir kabusun içindeyiz de bir türlü uyanamıyoruz sanki...    Hapistekileri bir kez daha ve çok iyi anladım. Hele bir de çoğunun “ gözünün üstünde kaşın var! ” Denilerek içeri atıldıklarını düşünürsek...  -Ne yani? Yalan mı? Aksi taktirde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ne diye bunca kararında başvuru sahiplerini haklı bulsun? TC makamlarını mahkum etsin? Demirtaş ’ı, Kavala ’yı serbest bırakın diye ısrarcı olsun? Türkiye neden AHİM ’de düşünce ve ifade özgürlüğü  ihlallerinde, Rusya ’dan bile fazla mahkum edilerek rekor kırsın? (*) Vallahi abartmıyorum, eğer yarın yasakların son günü olmasa çıldırmak işten bile değil. Nasıl mı atlatmaya çalıştık? Ev...

Turgut Özal ile “pijamalı bayram söyleşisi”

Anadolu Ajansı nda mesleğe yeni başlamıştım, hevesle çalışıyor, ekonomi alanında ilerlemek istiyordum. Turgut Özal , 12 Eylül Darbesi  sonrası Milli Güvenlik Konsey i tarafından Başbakan Yardımcısı olarak görevlendirilmişti, misyonu “Türkiye Ekonomisi fotoğrafını içeride ve dışarıda düzeltmek ”ti . Bu nedenle bir grup genç gazeteci olarak deyim yerindeyse  Özal ’ın “ peşinden ayrılmaz ” olmuştuk.   AA ’nın o yıllardaki güçlü kadrosunun önde gelen isimlerinden biri de, benim gazeteciliğine hayranlık duyduğum  deneyimli gazeteci Barış Kaşıkçı idi. Özal ’ı yakın takipte olduğumuz için Başbakanlıktaki danışmanı Adnan Kahveci ile de sık görüşüyorduk. AA ’nın  gece gündüz tıkır tıkır çalışan teleks bülteninden BK ve NRS paraflarıyla (imza kullanılmazdı) dökülen haberlerimiz, ertesi gün bütün gazetelerin manşetlerinde yer alır olmuştu.  Bir Ramazan Bayramı öncesinde Turgut Özal ’dan randevu istedik, ekonomi gündeminde önemli yer işgal eden konuları kon...

Soyulduk soğana çevrildik!

Türk halkının uğradığı kitle soygunlarını düşünüyorum da, “bu kaçıncı? Hiç mi ders alınmaz?” Desem de, kızamıyorum doğrusu. Hatta hoş görüyorum. Çünkü “ devlet nerede ?” Sorusu ortada sahipsiz dururken vatandaş ne yapsın? -“ Toreks, Vebitcoin olaylarından mı söz ediyorsun?” diyeceksiniz.  - Sadece onlar mı? Tarihe mal olmuş onca soygundan hangi birini sayayım? Gurbetçilerimizin güçlükle biriktirdikleri paraları iç eden  Yimpaşlar, Kombassanlar, Deniz Fenerleri unutuldu mu? Sorumluları doğru dürüst yargılandı mı? Kimden hesap sorulabildi? Tam tersine taltif edilip önemli makamlara getirilmediler mi? Ya, “ soygunlara değil” de “ yayınlara dur diyen ” yönetimler? “ Akacak kan damarda durmaz ” misali,  milletin cebindeki paralar da “ bir yerlere ” aktı gitti. Oysa ne emeklerle yapılmıştı o birikimler,  gurbet ellerde yemeden içmeden, yıllarca köle gibi çalışıp, memlekette bir ev bir araba hayaliyle yaşamadı mı “ En alttakiler? ” (*)   Bence demokrasimiz...

Ah bi zengin olaydık!

Şu “zengin olma hevesi ” kimde yoktur ki? İyi de, “ çoook zengin olsan o parayla ne yapardın ?” Sorusunu sorsanız kim ne der acaba? -Soğanın cücüğünü yerim... -Dalga geçme, bırak o lafları şimdi... -Ev alırım, araba alırım... -Pöh! Onun için zengin olmak gerekmiyor ki. Artık bu işler çok kolaylaştı, AKP’li  hanımefendi (*) böyle demedi mi? Geç o sıradan hayalleri, daha ulaşılmazlarını bul. -Aşı sırasına giremeyen eşime dostuma, fakir fukaraya Yeşilyurt Belediyesinden (**) birer gri pasaport çıkarttırır, hepsini uçağa doldurur, Ukrayna’ya Rusya’ya filan götürürüm. Şimdi oralara aşı turizmi başlamış ya, hepimiz Sputnik aşısı oluruz... - Hah bak bu güzel... Peki Rusya’ya gitmişken başka ne yaparsınız? -Ne bileyim, sabah Tretyakov Müzesine gider Ayvazovski’nin, Shiskin’in tablolarını hayran hayran seyrederiz. Sonra? Bolşoy açılmış mıdır? Bileti önceden alabildiysek, muhteşem bir baleyi, giderek fakirleşen sanat belleğimize unutmamak üzere kaydederiz.   -Yemek yemeden olur mu? - Ol...

Karanlık zihniyet!

Korkuyorum dostlar, bu karanlık zihniyetten çok korkuyorum, lafı dolandırmadan söyleyeyim: -Ülkede kimi karanlık güçler, aydınlığı karartmak, bireyleri çağdaş yaşamdan alıp ortaçağa geri götürmek, hele hele kadınları düşünsel ve fiziki anlamda “köşelere kapatmak” istiyor, bunun için büyük çaba ve kaynak harcıyorlar. İstanbul Sözleşmesi nden bir kalemde çıkmak, kamuoyuna bu kararı, “ ilerisini gerisini tartışmayın ” diye dikte etmek başka türlü nasıl değerlendirilebilir? Ramazan’ ın ilk günü, ilahiyatçı Nihat Hatipoğlu televizyonda, “ süslenmek, oje sürmek, makyaj yapmak orucu bozar mı? ”  Konusunu işlemişti. Ben de bundan söz eden bir yazı paylaşmıştım. (*) Yazımda bir İslami (?) siteden imla hatalarını düzeltmeden! alıntıladığım şu paragraf yer almıştı: “Güzelliğinizin, Cinselliğinizin, Dişiliğinizin, kullanım hakkı, sadece ve sadece kocanıza aittir, Güzelliğinizi, Cinselliğinizi, Dişiliğinizi, Şıklık, Sosyal Hayat, Sosyal Yaşam, Çağdaş yaşam, Modern yaşam, Özgür yaşam, gibi kavr...

Ağız tadıyla bir grip bile olamadık!!!

-Öhhö, öhö, öhhö.. . Durun yahu, niye öyle dehşete düşmüş gibi fırlayıp yanımdan  uzaklaştınız? Korkmayın, sağa sola kaçışmayın, kovit movit değilim, vallahi değilim... Geçen gün hafiften boğazım ağrıyordu, malum havalar bir tuhaf. Bir bakıyorsunuz bahar dalları silme çiçeğe bürünmüş,  ertesi gün pencereyi açtığınızda, sert esen rüzgarla içeri kar taneleri giriyor. Neyse işte, ne diyordum? Hafif bir boğaz ağrısıyla uyandım, aldı mı beni bir korku? Kendimle hesaplaşıyorum: -Ya kovitsem? Ay kimlerle görüştüm son zamanlarda? Sütçü gelmişti de hani bekletmemek için maske takmadan koşuvermiştim ya kapıya? Ondan kapmış olabilir miyim? -Yok sanmam, adamcağız sütü tencereye doldurup kapı eşiğindeki tabureye bırakmıştı, sen de ona parayı lastikle sarıp, fırlatmamış mıydın? Hatta sütçünün kafasına denk gelmişti, ortalığa saçılmıştı ya paralar.  -A, evet uzak durmuştuk sütçüyle. Sen de  öyle bir konuştun ki duyanlar ortalığa 128 milyar lira  saçılmış sanacak. Demek ki onda...

Süslenmek orucu bozar mı?

Ramazan  hepimize hayırlı olsun efendim, dilekleriniz dualarınız da umalım ki kabul olsun...  Yalnız; Dikkat! Rektör, Dekan, Profesör Dr. Nihat Hatipoğlu  TV’lerde konuşuyor: -Tırnak kesmek, -Saç sakal traşı, -Vücut temizliği, -Saç boyatmak, -Oje sürmek, -Göze sürme çekmek, -Yüze makyaj yapmak Oruç bozmazmış...  Yalnız bir püf noktası var, ojeyi, abdest aldıktan sonra sürmek kaydıyla... Çünkü ibadetinizi olumsuz etkileyebilirmiş. Neden mi? Gün içinde abdestiniz bozuldu diyelim, ondan sonra abdest aldığınızda su, ojeli parmaklarınıza yeterince nüfuz edemeyeceği için abdest almış sayılmıyormuşsunuz. Bilmem artık, seçim sizin... Ama insan merak ediyor Hz. Muhammed’in (Sallallahu aleyhi ve sellem)   mübarek “eşleri”,   Ramazan boyunca oje sürdüler mi? Yoksa sadece saçlarını boyatıp, sürme çekmekle mi yetindiler?  Onu bilemiyoruz. Yalnız,  sürme, oje, saç boyası ... Bence bu süslere “ evinizin dışında ”  boşverip veda etseniz da...

Bir kere gazeteci, daima gazeteci!

  Hani, “ bir kere gazeteci, daima gazeteci! ” Derler ya... İşte benimki de o hesap... Evimde huzur içinde müzik dinleyip, kitap okuyordum, hatta zaman zaman keyifle tığımı elime alıp, dantelimi örerken,kanaviçe dergilerimi karıştırıyordum... Tam da köpüklü kahvemi yudumluyordum ki, “bize yazı yazsana ” diye bir teklif geldi  muhalif.com.tr’den... Yerimden hemen fırlayıp kalktım, “ne yazayım, ne yazayım? ”diye düşünürken, aşağıdaki yazı (*) döküldü kalemimden. Bilmem siz ne dersiniz? İlk yazı... Geçenlerde “yapıcı gazetecilik ” ( constructive journalism ) üzerine bir makale okudum. İnsanlara sadece eleştiri yerine, çözümleri de içeren daha kapsamlı metinler, sunulması savunuluyordu. Çok hoşuma gitti... Ben de “ ilk buluşmamızda böyle yapayım ” dedim. Ne dersiniz? Şu 104 amiral duyurusunu ele alalım önce. Dile getirdikleri görüşler, ilgili bakanlıklarda ve Külliyede ciddi takdir gören amirallerden 10 kişilik bir temsilci grubu Ankara’ya davet edilmiş, yetkililerle toplan...

Ayol şerbetli operetiniz yok mu?

- Ah keşke pandemi olmasaydı da şöyle güzel bir gece geçirseydik.  Şıkır şıkır giyinir kuşanır, Başkentin göbeğindeki, eşsiz bir pırlantaya benzeyen Opera Binasında alırdık soluğu... Diyelim ki Yarasa Opereti  sahneleniyormuş, bir iki saatliğine de olsa derdimizi tasamızı unutur, kontla güzel eşinin maceralarına dalar, o şaşaalı müzik ve renk şölenini hayranlıkla izler dururduk. -Nerde o günler? Neyse ki televizyon var... Geçenlerde TRT 2’ de “ Operet Gecesi “  yayınlanacaktı, Devlet Opera ve Balesinin  seçkin solistleri ve orkestrası günlerce çalışıp hazırlanmıştı. Eserlerden biri de Johann Straus 2 ’nin ünlü Yarasa Operetiydi ... Televizyonun karşısına kurulduk, çayımızı kahvemizi aldık, izlemeye başladık... Aaaa bir de ne görelim?  Onca emek verilmiş, çekim için sahnelenmiş eserler kesilip kuşa çevrilmiş... (*) - Aaa nasıl olur? Neden ? -Biz de merak ettik, sorduk soruşturduk. Yarasa Operetinin sahnelerinde şarap, şampanya yer alıyor biliyorsun,  oyunun...