Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Hanımefendi

Şimdi size fantastik ama bazı bölümleri eksik bir öykü anlatacağım… -Aman ya, bizi yine uğraştırma, ne demek eksik öykü? Eksikse niye yazıyorsun? -Fena mı işte, çayınızı demleyin, masaya oturun, rengarenk karton parçalarını önünüze serin, Pazar gününüzü bir “ puzzle ” tamamlar gibi keyifle geçirin işte… Daha ne istiyorsunuz? Hem de bedava! EKSİK ÖYKÜ: Bir iki ay kadar önce, Tarabya sahilinin güzelim kaldırımında genç bir hanım, bebek arabasını keyifle sürerek yürümektedir. Sahile ara sıra çarpan dalgalardan uçan damlalar, nadiren genç kadının yüzüne ulaşmakta, hoş bir etki yaratmaktadır.  Arabasındaki bebeğin de keyfi yerindedir, annesine sürekli keyifle gülümsemekte, bazen de masmavi gökteki bulutları incelemektedir, keyfi o kadar yerindedir ki, göz kapakları yavaş yavaş kapanmaktadır, bir kaç dakika içinde açık havanın verdiği rehavetle uykuya dalacaktır. Derken karşıdan simsiyah bir dizi “Maybach”tan (*)  oluşan bir konvoy belirir, anlaşılan “ önemli birisi ” ...

Mal sahibi mülk sahibi…

Annemin dilinden düşürmediği bir söz vardı, “Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?” Önceleri bu sözün anlamını kavrayamazdım, öylesine bir soru soruluyormuş gibi gelirdi bana. Nasıl da doğruları anlatan bir sözmüş meğer,  yaşadıkça gördük… Bakıyorum da, o muhteşem saraylardan, köşklerden, yalılardan kimler geldi kimler geçti? Hangisi kalıcı olabildi?  Aslında atasözleri bize yaşanmışlıkları öylesine güzel özetliyor ki, aklımızın bir köşesinde hep tutmak gerek. Hele aşıkların dilinde sazında nasıl güzelleşiyor o sözler: “Güzelliğin on para etmez Bu bendeki aşk olmasa Eğlenecek yer bulamam Gönlümdeki köşk olmasa” Hey gidi Aşık Veysel… Neylesin sarayı köşkü, varsa yoksa sazı…  Bilmem sizin gönül köşkünüz ne alemde? Geçim derdiniz yoksa, sağlığınız, huzurunuz yerindeyse, sizden zengini yoktur değil mi dünyada? Köşk dedik de aklıma geldi… Geçenlerde Kanlıca taraflarında bir dostla beraberdik, güzelim balkonunda Kanlıca Koyuna karşı çaylarımızı keyifl...

Nazlı Ilıcak anılarını yazıyor.

Epey zamandır görmediğimiz Nazlı Ilıcak’a ( ya hapisteydi, ya uzakta ) bir “ geçmiş olsun ” ziyareti yaptık, sohbette acı kahvesini içtik…  Hakkında “ vatandaş şikayetleri üzerine! ” hala devam eden pek çok dava varmış, anlaşılan o yüzden güncel yazamıyor ama anılarını kaleme alıyormuş, doğrusu ben de merak ediyorum neler yazacak bakalım?  -Ergenekon, Balyoz, Gülen Hareketi karşısındaki duruşunu nasıl anlatacak? “Yetmez ama evet ”ten bugünlere değin ülkede yaşananları nasıl değerlendirecek? Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasetteki uzun çizgisini sanırım yine eleştirecek ama acaba neler diyecek? En merak ettiğim ise, “ 17/25  acaba o kafalara, (yetmez ama evetcilere)  işaret fişeği soktu mu?”  Nazlı Hanım bu konuda neler diyecek, doğrusu heyecanla bekliyorum. Bizim de karşıt görüşlerimiz vardı ve sohbette ifade ettik tabii, eşim Feyzan (eski Harbiyeli sonra Mülkiyeli) durur mu? Hele Kuleli’de dirsek çürütmüş biri olarak, o muhteşem binanın kaderine terk edilip, çürüy...

Bir çanta öyküsü ve Tevfik’in vedası

  Tevfik’le SBF Basın Yayın Yüksek Okulunda aynı sıraları paylaştık, çok yakın değildik belki ama severdik birbirimizi. Okul bitti, herkes farklı yerlere savruldu, onun deri işleme merakı olduğunu ta o zamandan bilirdim, yakınlarda ben de merak sardım. Yıllar içinde pek bir araya gelemedik, o Kaş’ta yaşıyordu, ben Ankara’da,  ama sıkça yazışırdık. Geçenlerde kendi yaptığı firuze işlemeli bir deri çantayı Face’de paylaştı, ben de kedigözüyle yaptığım bir deri bilezikle yanıt verdim. Tevfik bu işin ustasıydı, benimkisi sadece çıraklıktı. Epey şakalaştık. Ben o güzelim çantasının resmini hesabımda paylaşıp, tezgahının adresini verdim, o da bana, “beni çalıştıracaksın bu yaz” diye şakayla karışık sitem etti. Önceki gün, sınıf arkadaşımız Alpaslan, Tevfik’in hastaneye kaldırıldığını haber verdi, bugün onu kaybettiğimizi öğrendik.  Tam bir şoktu benim için… Tevfik’in yaşama bu kadar erken veda edişi büyük haksızlıktı,  kahroldum desem yeridir. Bir kaç saat önce ise tuhaf b...

Yalan politikacının ekmeği!

Gazeteciler Türkiye’de siyasetin fotoğrafını en iyi çekenler arasındadır. Onların sayfalara-ekranlara-sanal kayıtlara geçen izlenimlerine baktığınızda ülkede neler yaşandığını “ şıp diye ” çözersiniz. -Yani neyi çözmüş oluruz? -Neyi olacak, “yalanın politikacının ekmeği” olduğunu, seçim sürecinde verilen sözlerin laf olsun diye verildiğini, asla tutulmadığını ve bu durumun ülkenin kaderi olduğunu anlamış olursunuz. -Sen bize niye şimdi karamsarlık aşılıyorsun? Hani her şey çok güzel  olacaktı? -Olur belki ama fazla hayal kurma bence… Daha doğrusu, sana  Turgut Özal’ın 29. Ölüm yıldönümünde geçmişten bir olay nakledeyim, kendin karar ver… —Özal’ın unuttuğu sözler— 28 Eylül 1986’da Türkiye ara seçimlere gitmişti... Seçim öncesinde, ANAP Genel Başkanı ve Başbakan Turgut Özal, seçim stratejisini “ partisinin oyları belli bir oranın altına düşerse istifa edeceği ” sloganıyla yürüttü... Enflasyon almış yürümüş, bürokrasi,  “ prensler ” saltanatıyla hallaç pamuğu gibi atılmıştı....

Güneş parayla sıvanıyormuş!

Çocukluğumuzda “ kurban kesim i” başka yer olmadığı için evlerin arka bahçelerinde yapılırdı. Günlerce sevip, okşayıp, elimizle beslediğimiz koyunlarımızın gözümüzün önünde kesilişini gözyaşları içinde çaresizce seyrederdik. Pek çok arkadaşımın sırf bu nedenle “ et yemekten soğuduğu” na tanık olmuşumdur. -Ya hunharca öldürülen Suudi Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz’in durumuna ne demeli? Bütün dünyanın gözü önünde cereyan eden bu faciayı bizler de “ o gün ” ekranlardan takip etmiştik hatırlıyor musunuz? Gerçi, ne olup bittiğini o anlarda farketmesek de, Kaşıkçı’nın olası sonunu içimiz ürpererek sanki öngörüyorduk. (*) Suudi gazeteci Kaşıkçı, ülkesindeki haksız, hukuksuz, demokrasiden uzak, insanı yok sayan, “ sultanların iki dudağı arasındaki rejim ”i eleştiren yazıları nedeniyle ülkesinde hedefe yerleştirildiği için, kaderini buraya bağlamış, Türkiye’ye yerleşerek yaşamında yeni bir sayfa açma çabasına girişmişti. Hatice Cengiz ile evlenmek üzereydi, nikah bel...

Bizim “Hermanos” (kardeşler) acep nerelere gitti?

Sokrates, “ hayatta bir tek şey biliyorsam o da hiç bir şey bilmediğimdir” demiş ya, bizimkisi de aynı hesap… Hiç bir şey bilmediğimi bilmekle beraber, doğduğum, bunca zaman yaşadığım kent olan Ankara’ya dair de meğer “ hiiiç bir şey bilmiyormuşum .” Çocukluğumda, gençliğimde de kulağıma “Yahudi Mahallesi” , “Samanpazarındaki Sinagog ” lafları ara ara çalınırdı ama yıllar sonra  bir gün oraları ilk kez detaylı olarak gezip fotoğraflayabildim. Artık kimselerin oturmadığı, yıkık dökük konakları, evlerin sağlı sollu sıralandığı daracık sokakları, yerinde yeller esen ünlü okulun otlar bürümüş bahçesini gezerken o sessizlikte aklımdan kimi hayali seslenişler geçti: -Baciiika baciika (ev işlerini gören Kürt bacılar) bize biraz odun kessen sonra da çeşmeden su taşısan olur mu? -Hermana (kızkardeş) yarın ne yapıyorsun? Hamama gidecektik, vazgeçmedin değil mi? -Bizim oğlanın Bar Mitzvah’ı (*)  yaklaşıyor, oturup da neler yapacağımızı bir konuşalım Oysa o sesler çoktan sus...

Atatürk’ten Erdoğan’a miras!

    Atat ü rk Orman  Ç iftli ğ i arazisi  ü zerinde kurulu  “ Aksaray ” a ge ç enlerde bir meslekta şı mla birlikte gitmi ş tim.    -Ayol, Cumhurba ş kan ı  de ğ ildi herhalde muhatab ı n, oralarda ne i ş in vard ı ?   -Dediniz, do ğ ru …  Mahalle muhtar ı  de ğ ilim, partili hi ç  de ğ ilim, zaten kendisine yak ı n medyada da  ç al ış m ı yorum, Cumhurba ş kan ı  beni niye kabul etsin?    “ Ba ğı ms ı z gazeteci kimli ğ i ”  ise Be ş tepe ’ de zaten tan ı nm ı yor!    İ nanmayacaks ı n ı z ama, g ü venlik  ö nlemlerinin had safhada oldu ğ u binaya giri ş te, bas ı n kart ı m ı z ı  sundu ğ umuz g ö revli,  “ ba ş ka kimli ğ iniz yok mu? ”  Diye ters ters bak ı p, kart ı m ı z ı  iade etmesin mi?  “ Kart ı n  ü st ü nde Cumhurba ş kanl ığı  amblemi var! ”  deyi ş imizi duymazdan gelip, ancak ehliyetimizi g ö r ü nce l ü tfedip bizi i ç eri ald ı…...