Ana içeriğe atla

Mal sahibi mülk sahibi…





Annemin dilinden düşürmediği bir söz vardı, “Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?” Önceleri bu sözün anlamını kavrayamazdım, öylesine bir soru soruluyormuş gibi gelirdi bana. Nasıl da doğruları anlatan bir sözmüş meğer,  yaşadıkça gördük…


Bakıyorum da, o muhteşem saraylardan, köşklerden, yalılardan kimler geldi kimler geçti? Hangisi kalıcı olabildi? 


Aslında atasözleri bize yaşanmışlıkları öylesine güzel özetliyor ki, aklımızın bir köşesinde hep tutmak gerek. Hele aşıkların dilinde sazında nasıl güzelleşiyor o sözler:


“Güzelliğin on para etmez

Bu bendeki aşk olmasa

Eğlenecek yer bulamam

Gönlümdeki köşk olmasa”


Hey gidi Aşık Veysel… Neylesin sarayı köşkü, varsa yoksa sazı… 


Bilmem sizin gönül köşkünüz ne alemde? Geçim derdiniz yoksa, sağlığınız, huzurunuz yerindeyse, sizden zengini yoktur değil mi dünyada?


Köşk dedik de aklıma geldi… Geçenlerde Kanlıca taraflarında bir dostla beraberdik, güzelim balkonunda Kanlıca Koyuna karşı çaylarımızı keyifle yudumlarken doğma büyüme yerlisi olduğu Kanlıca’nın geçmişinden söz etti:


-Bilir misin? Bizans zamanlarında buranın adı Glaros imiş, martı anlamına gelirmiş, gerçekten de martılar çoktur burada, onların çığlıklarıyla uyanmak ayrı bir keyiftir.

-E peki Kanlıca’ya nasıl dönüşmüş o adlandırma?

-Ha, onun için ben de epey kitap karıştırdım, çeşitli rivayetler var, mesela bir zamanlar bu taraflara ancak kağnı ile ulaşılabilirmiş o yüzden böyle denilmiş diyor kimi yazarlar. Bir başka araştırmacı, eskiden burada beslenen ineklerin yerel otlar yediklerini anımsatıp, “o tarihlerde kırmızı pancar (beta vulgaris) da buralarda yabani olarak çok yetiştiği için sütleri pembeye çalardı” diyerek Kanlıca adına atıfta bulunuyor. Ayrıca buraya yanaşan teknelerin bağlandığı kayalar da kırmızıya çalan pas rengidir, sebep olarak bunu da ortaya koyanlar var.

-Ne güzel, yalıların güzelliğine bakınca insanın ömrü uzar ayol. Hele şu bahçelerdeki ortancalar, mor salkımlar, leylaklar, erguvanlar herbiri ömre bedel öyle değil mi?


Çaylarımızı o güzellikleri içimize çekerek yudumlarken dostum birden ciddileşti:


-Aaa, yalı dedin de aklıma geldi… Bir müddet önce buradaki yalılardan biri el değiştirdi, çeşitli söylentiler dolaşıyor bu olayla ilgili. Kimilerine göre yeni sahibi “Mahdum Bey” imiş…

-O kim yahu? Mahmut mu demek istedin?

-Amaan sen de mahdum dedim mahdum… Sakın cehaletini başka yerde açığa vurma. Erkek evlat demektir mahdum. Arapça kökenlidir, aynı zamanda kendisine hizmet edilen kimse anlamına da gelir.

-Eee kimin mahdumuymuş bu beyefendi?

-Orasını sorma şimdi, hem sözümü de kesme, anlatıyorum. İşte paraya kıyan Mahdum Bey almış Kanlıca yalılarından birini. İstersen “Kanlıca’da Satılık Yalı” ilanlarına bir bak, bir sürü yalı var satışa çıkarılmış…


Dostum böyle söyleyince hemen Google’a girip “Kanlıca’da Satılık Yalı” ilanlara baktım. Gözlerime inanamadım tabii, çünkü  çoğu sahibinden satılık yalılara öyle fiyatlar konulmuş ki güç yetmez, hatta 50 milyon dolar karşılığı TL  fiyatı belirlenmiş olan bile var içlerinde… O zaman yavaş yavaş aydınlanır gibi oldu kafamın içi, belli ki Mahdum Bey herhangi birinin mahdumu değildi, balkon demirine konan martıya elimdeki simitten bir parça koparıp attım, dostuma döndüm:

-Yahu anladım, sen ben alacak değiliz ya yalıyı, tabii ki Mahdum Beye kısmet olacak, ne diye zenginlik karşısında çeneni yoruyorsun ki? Sen gönül köşkünde eğlenmeye bak.

-Yahu sen ne biçim gazetecisin. İnsan bir merak eder buralarda dolaşan söylentiyi?

-Neymiş? Anladık işte, güle güle otursunlar.

-Hayır bitmedi anlatacaklarım, dinle… Aldıkları yalıya, bitişik buranın en geniş bahçeli yalısına sık sık ziyarette bulunuyorlarmış kendileri… O yalının sahibi olan, yakınlarda eşini kaybedip dul kalmış olan hanımefendiye “burayı satarsanız bize satın” diyorlarmış. Hatta son zamanlarda bu ziyaretleri  sıklaştırmışlar, ısrar üstüne ısrarda bulunuyorlarmış. O hanım da, yalıyı satacak olurlarsa akıllarından geçecek fiyatı söylemiş, bunun üzerine Mahdum Bey demiş ki, “Söylediğiniz fiyat güzel, değerdir de, biz de verecek durumdayız da, ama dolar öyle yükseldi ki… Bizim almak istediğimiz bir duyulsa kim bilir nasıl kıyamet kopar ortalıkta?Aman bu konuşmalarımız aramızda kalsın”

-Ee, sonuç?

-Valla bilmiyorum konuşmalar devam ediyormuş işte. Gerçi benim bu konuda da bazı tahminlerim var.

-Ne gibi?

-Belki kendi adlarını kullanmıyorlardır tapuda filan. Biliyorsun bu sıralarda İstanbul yalılarına Arapların çok ilgisi var. Belki onlardan birinin adına pazarlık ediyorlardır. Neyse ozanın dediği gibi, bu sırrı da çözeriz yakında:


Erenler öğretir meşki,

Güle döner gönül köşkü.

Yunus gibi sırr-ı aşkı

Çözer mestane mestane.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...

Basın Meslek Örgütü Sansür Uygular mı?

Basın meslek örgütü sansür uygular mı? Gazetecilik camiasında son günlerde bir tartışma sürüyor, ortadaki soru şu: -Sansürle mücadele etmek için kurulmuş bir basın meslek örgütü, kendi üyelerinin paylaşımına sansür uygular mı? Sözü hiç dolandırmadan, geçen hafta yaşanan bu olayı direkt anlatalım: Gazeteciler Cemiyetinden bir grup üye, 33 yıldır başkanlık görevini sürdüren yönetime eleştirilerini bir yazılı bildiriyle ortaya koydu:   -E, sonra? Sonra kıyamet koptu… Gazeteciler Cemiyeti adına “ görevlendirilen” bazı isimler, pek çok web sitesinde yer alan bu bildirideki iddiaları yanıtlamak yerine, tek tek web sitelerinin yöneticilerini arayarak sansür ettirme çabasına giriştiler. Bazılarında başarılı oldular, bazıları ise bu “ basın özgürlüğüne ihanet ” sayılan girişimi reddetti.  -Nasıl yapabilmişler bunu? -Kimilerine bazı vaadlerde bulunmuşlar, kimilerine - tüzüğün falanca maddesini işletir, sizi üyelikten atarız - demişler. -Ne vaadiymiş o? -O bildiriyi ...

KONGRE TUFANI (2) Alo 198’e sormuş!

  Gazeteciler Cemiyetinde yaklaşan kongre için, adaylığım üzerinde ısrarlar yoğunlaşınca epey düşündüm: -Kırk yıl emek verdiğim gazetecilik mesleği bana artık bir örgüt sorumluluğu yüklemiyor muydu?  -Gazeteciler Cemiyetinde yürüttüğüm çalışma sırasında gözlemlediğim ciddi yanlışlar için çaba göstermek gerekmez miydi? -Biz başımızdakileri, “ koltuğa yirmi üç yıldır yapıştınız, denetimden kaçtınız, adaletsiz davrandınız ” diye eleştirirken, “ tam otuz iki yıldır başımızda durmakta ısrar eden, denetime, adalete, eşitliğe kapalı yol yürüyen ” yöneticilere ne diyecektik? Uzun uzun düşündükten sonra kararımı verdim ve adaylığımı açıkladım. İstifa ettiğim gün başkan beni telefonla arayıp, dedi ki: - Nursun ben zaten senin ayrılacağını tahmin ediyordum. Belki de adaylık düşünüyorsun, e tabii, demokratik hakkındır. Bu sözler kulağımda çınlarken, elimde “ Cemiyetin aday listesini talep eden dilekçemle ” yola çıktım, Üsküp Caddesi 35 numaradaki cemiyetin bahçesinden içeri ...