Salgın, yasaklar, karantinalar, yalnızlık derken hepimiz karabasanlardayız. Hem de aylardır... Kendi adıma söylüyorum, onca çaba boş, dipsiz kuyuda kayboluyor, kaç zamandır süren şu kütüphane temizliğinde olduğu gibi... Onca yıllık mesleğin kimi hüzünlü, kimi pırıltılı, hatta neşe saçan anılarına dayanak olan belgeler... Fotoğraflar... O günleri coşkuyla yaşarken, gün gelip de tozlara bulanmış sisli yaşanmışlıklara tekrar dalmanın böylesine hüzün yaratacağı aklıma gelir miydi? Günler geceler geçmek bilmiyor. Ne kadar değerliymiş meğer anlamsız işler için bile sokağa çıkıvermek, direksiyondayken günü kafanda evirip çevirmek... -Önce Tunalı’ya giderim, hanidir istediğim şu kazağa bakarım, zaten AVM’lerden içime fenalık geliyor. Birbirinin kopyası mağazalar itiyor insanı. Tunalı’da her zaman farklı bir şey bulursun. Hatta bakarsın birisine bile rastlamışsın, kahve içersiniz. Neydi o David Barchard’la karşılaşmanız? Ayaküstü sohbetiniz? İnanamıyorum onun bu düny...
Mürekkep kokan sayfalarda şimdilerde bize yer yokmuş, eh, ne yapalım? Açılsın bari hayali sayfalar... Oysa onlara yazmak tıpkı suya yazmak gibidir. Kayboluverir gider.