Ana içeriğe atla

Lüzumsuz Bilgiler Ansiklopedisi




Bu sabah hafiften yağmur çiseliyor, gökyüzü kurşuni, yine pandemi hapsindeyiz. Herkes isyanda:


-Yeter yahu, böyle yaşanır mı? Ondan kork, bundan kork, çoluğuna çocuğuna, sevdiğine sarılama, bir öpücük bile çok görülsün.  Oraya dokundun aman elini yıka, ayy o kadın konuşurken maskesi düşüktü biraz, bize virüs bulaşmış mıdır?

-Aşının eli kulağında, ahalinin çoğu aşı olduğunda bu kabus bitecek

-Nasıl bitecek? Haydi tuzu kuru devletleri anladık, parayı bastırıp, aşının iyisini! getirtip yaptıracaklar. E, fakirlikle debelenen ülkeler? Onların halkları ne olacak?

-Haklısın, sözde ta Çin’in Wuhan’ında bir kaç kişide görülüp bütün dünyaya yayılmadı mı bu virüs?

Dediğin gibi, eğer dünyanın tüm halkları bu illetten kurtarılmazsa kurtuluş yok... Belki de dünyanın sonu geldi.

-O kadar da değil canım... Tamam bütün imkanları zorlayalım, el ele verelim, dünyamızı kurtarmaya çalışalım ama, bu illetin durup dururken neden ve nasıl ortaya çıktığı neden hiç sorgulanmıyor? Aşı için gösterilen çabanın binde birini de keşke bu soruya cevap bulmaya harcasalardı. Belki o zaman bu musibetin kökenine gidilir, çözümü bulunurdu...


İşte durum bu, tam bir karamsarlık hali... E, ne dinlersin? Aç bakalım Albinoni’nin Adagio’sunu...


https://youtu.be/kn1gcjuhlhg



Bu muhteşem eser nasıl ortaya çıkmış diye merak ediyor insan değil mi? Venedik doğumlu Tomaso Giovanni Albinoni (*) yaşamı boyunca barok usulde operalar, konçertolar ve pek çok senfoni bestelemiş. Albinoni’nin 1751’deki ölümünün ardından, pek çoğu hiç icra edilmemiş olan  eserlerinin büyük bölümünün notaları ve pek çok diğer kayıtları  Dresden Devlet Kütüphanesine götürülmüş. Ancak 2. Dünya Savaşı sürerken, bu kütüphane 1945 yılında müttefiklerin bombalarından büyük zarar görmüş. Aynı yıl, Milano’lu müzikolog ve besteci Remo Giazotto, (**)  Albinoni biyografisini hazırlarken, eserlerinin kataloğunu tamamlamak amacıyla Dresden Kütüphanesine gitmiş. Burada Albinoni’nin pek çok kaydını bulmuş, Adagio’yu ise, parçalı, tamamlanmamış eskizler olarak ele geçirmiş. Kendi anlatımına göre meşhur Adagio onun bu eksik kayıtları birleştirmesi ve tamamlaması ile ortaya çıkmış. 


Peki  bu toprağı bol olasıca adamcağız, Remo Giazotto, Albinoni’nin Eseri diye  lanse edip kayıtlara geçirdiği bu muhteşem eseri sonradan, ölüme yaklaşırken neden “aslında Adagio benimdi!” Diyerek kendine mal etmeye kalkıştı?


-Bu sorunun cevabı bence basit, insanlar hayata bir çentik atma peşindeler... Kim ne derse desin bu bir gerçek. Herkes ölümden sonra da yaşamak, hatırlanmak hevesinde. Yaratıcı ellerden çıkan fotoğraflar, kitaplar, tablolar, notalar,  yaşarken “beğenilmek” sonra da “hatırlanmak” için değil de ne için sizce?




Kafamda bu sorular dolaşıyor... Şu bir türlü derleyip düzene koyamadığım kitaplıkta, elim yine Tolstoy’a gidiyor, “İnsan ne ile yaşar?” Başlıklı hikayeler kitabını çekip alıyorum. Sabri Gürses’in (***) olağanüstü çevirisinde hikayenin son paragrafı şöyle:


-İnsanlar kendi kaygıları için hayatta olduklarını sanıyordu, oysa sadece sevgi sayesinde hayattaydılar.


Tolstoy sevgiye olan inancını yaşarken de kanıtlamaya çalışmış. Ekmeğini, aşını, o muhteşem eserlerinin telif gelirlerini köylüleriyle paylaşmış. Yani o fakir köylüleri bir anlamda Tolstoy’un sevgisi yaşatmış. 


İyi de bu tabloda yerine oturmayan bir taş var. O da Tolstoy’un yıllarca aşkla sevgiyle bağlı olduğu ailesini ve özellikle de 48 yıllık karısı Sofia’yı, ölümünden 10 gün önce terkedip, akıl hocası, (karanlık adam diye anılır!)  Çertkov eşliğinde, bir tren istasyonunda tek başına ölüme gidişi...

Demek ki Tolstoy, doğduğu köyde, Yasnaya Polyana’da  karısı  Sofia’yla geçen, üstelik 13 çocukla taçlanan (sadece 8’i yaşadı)  uzun bir ömrü, son günlerinde mutlu ömür saymamış ki, bir çarpı atıvermiş üstüne. Sevgi nerede kaldı?


Peki siz hiç düşündünüz mü “neden fotoğraf çektiriyoruz?” Diye... Yani bizden sonra ne olacak o fotoğraflar? Kim bakacak onlara? Haydi sokaktaki insanı, yani bizleri koyalım bir kenara da, ünlü şahsiyetlerin ölüm sonrasında alınan yüz kalıplarına ne demeli? Mustafa Kemal’in o güzelim fotoğrafları varken, ölüm halini niye kayda geçirmeye çalışırlar acaba?




Nedense insanlarda böyle bir ruh hali hep var olmuş. Bazen kendimi “lüzumsuz bilgiler ansiklopedisi” olarak tanımlar, dalga geçerim. Bir ara  fotoğrafçılığın geçmişini araştırırken tuhaf fotoğraflar  dikkatimi çekmişti. .Bir dönemin ‘postmortem” (****)  fotoğrafçılığı yıllarca süren, koskoca bir akımmış meğer. Düşünün, aileden biri ölüyor, diyelim ki küçük bir çocuk, onu giydirip, süsleyip püsleyip, eline en sevdiği oyuncağını tutuşturup fotoğraflıyorsunuz... 


-Neden? 


O da bir “hayata çentik atma” çabası değil mi? “Küçük Hans yaşarken ne güzel ne tatlı bir çocuktu en çok üzümlü keki sever, bu oyuncağı ile uyurdu, yani bir zamanlar o da bu hayatta vardı” diyebilmek için mi? Bununla da bitmiyor üstelik, o dönem insanlar ölülerin saçından aldıkları birer tutam saçı, bu dalda çalışan zanaatkarlara verip özel takılar yaptırır, yas tuttuklarının nişanesi olarak üstlerinde taşırlarmış. 


-Aman, pazar pazar hem de sokağa çıkma yasağı varken nereden çıkarttın bu kasvetli konuları? Ölümü filan? Zaten ruhumuz karanlıklara esir oldu...


-Peki sustum,  işte  Epicurus’tan (*****) hepimizi kurtaracak sihirli sözcük


-“Ben varsam ölüm yok, ölüm varsa ben yokum, o halde üzülecek ne var?” 


-Ya, milattan önce 341’de yaşamış Epicurus, bakın bunca yüzyıl sonra bile aramızda yaşıyor. Attığı çentiği  kimse yok edememiş. 

Yorumlar

  1. Canım Eşim, ne güzel yazarsın sen..Hep yaz..

    YanıtlaSil
  2. Canım arkadaşım hayatta o kadar lüzumsuz bilgiler öğreniyoruz ki,,,Sen lüzümsuz sandığın bütün bilgileri yaz canım.Ben o bilgileri lüzumlu bilgiler haneme kaydediyorum.Kalemine bilgilerine sağlık

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...

Basın Meslek Örgütü Sansür Uygular mı?

Basın meslek örgütü sansür uygular mı? Gazetecilik camiasında son günlerde bir tartışma sürüyor, ortadaki soru şu: -Sansürle mücadele etmek için kurulmuş bir basın meslek örgütü, kendi üyelerinin paylaşımına sansür uygular mı? Sözü hiç dolandırmadan, geçen hafta yaşanan bu olayı direkt anlatalım: Gazeteciler Cemiyetinden bir grup üye, 33 yıldır başkanlık görevini sürdüren yönetime eleştirilerini bir yazılı bildiriyle ortaya koydu:   -E, sonra? Sonra kıyamet koptu… Gazeteciler Cemiyeti adına “ görevlendirilen” bazı isimler, pek çok web sitesinde yer alan bu bildirideki iddiaları yanıtlamak yerine, tek tek web sitelerinin yöneticilerini arayarak sansür ettirme çabasına giriştiler. Bazılarında başarılı oldular, bazıları ise bu “ basın özgürlüğüne ihanet ” sayılan girişimi reddetti.  -Nasıl yapabilmişler bunu? -Kimilerine bazı vaadlerde bulunmuşlar, kimilerine - tüzüğün falanca maddesini işletir, sizi üyelikten atarız - demişler. -Ne vaadiymiş o? -O bildiriyi ...

KONGRE TUFANI (2) Alo 198’e sormuş!

  Gazeteciler Cemiyetinde yaklaşan kongre için, adaylığım üzerinde ısrarlar yoğunlaşınca epey düşündüm: -Kırk yıl emek verdiğim gazetecilik mesleği bana artık bir örgüt sorumluluğu yüklemiyor muydu?  -Gazeteciler Cemiyetinde yürüttüğüm çalışma sırasında gözlemlediğim ciddi yanlışlar için çaba göstermek gerekmez miydi? -Biz başımızdakileri, “ koltuğa yirmi üç yıldır yapıştınız, denetimden kaçtınız, adaletsiz davrandınız ” diye eleştirirken, “ tam otuz iki yıldır başımızda durmakta ısrar eden, denetime, adalete, eşitliğe kapalı yol yürüyen ” yöneticilere ne diyecektik? Uzun uzun düşündükten sonra kararımı verdim ve adaylığımı açıkladım. İstifa ettiğim gün başkan beni telefonla arayıp, dedi ki: - Nursun ben zaten senin ayrılacağını tahmin ediyordum. Belki de adaylık düşünüyorsun, e tabii, demokratik hakkındır. Bu sözler kulağımda çınlarken, elimde “ Cemiyetin aday listesini talep eden dilekçemle ” yola çıktım, Üsküp Caddesi 35 numaradaki cemiyetin bahçesinden içeri ...