Ana içeriğe atla

Erendiz Atasü’yü okumak kafamı da omzumu da iyileştirdi



Salgın, yasaklar, karantinalar, yalnızlık derken hepimiz karabasanlardayız. Hem de aylardır...

Kendi adıma söylüyorum, onca çaba boş,  dipsiz kuyuda kayboluyor, kaç zamandır süren şu kütüphane temizliğinde olduğu gibi... Onca yıllık mesleğin kimi hüzünlü, kimi pırıltılı, hatta neşe saçan anılarına dayanak olan belgeler... Fotoğraflar... O günleri coşkuyla yaşarken,  gün gelip de tozlara bulanmış sisli yaşanmışlıklara tekrar dalmanın böylesine hüzün yaratacağı aklıma gelir miydi?


Günler geceler geçmek bilmiyor. Ne kadar değerliymiş meğer anlamsız işler için bile sokağa çıkıvermek, direksiyondayken günü kafanda evirip çevirmek...


-Önce Tunalı’ya giderim, hanidir istediğim şu kazağa bakarım, zaten AVM’lerden içime fenalık geliyor. Birbirinin kopyası mağazalar  itiyor insanı. Tunalı’da her zaman farklı bir şey bulursun. Hatta bakarsın birisine bile rastlamışsın, kahve içersiniz. Neydi o David Barchard’la karşılaşmanız? Ayaküstü  sohbetiniz? İnanamıyorum onun bu dünyadan sessizce çıkıp gittiğine... Çetin de öyle olmadı mı? (*)  Hem de o Pazar günü yazışıp gülüşmüyor muydunuz? Ölüm böyle işte, apansız... Dönüşte Dalyan’a uğrarım, iri dil balığı gelmiştir belki... Aaa keşke akşam Mehmet de uğrasa, nar gibi kızarmış, tavadan yeni çıkmış dil balıkları, nefis bir salata... Bir kadeh de buz gibi beyaz şarap... Üçümüz dertleşir konuşurduk ne güzel...


-Yok canım şikayet etsem de yaşam o kadar tatsız değil... 


Günlerdir bir söyleşiye hazırlanıyorum, Erendiz Atasü ile karantina günlerinde iyice moda olan “zoom”da buluşup, ekrandan konuşacağız... Yazarlığını, yaşamını, memleketin durumuna bakışını merak ediyorum. Bendeki kitaplarını  günlerdir yeniden evirip çeviriyorum, sanal ortamdaki alıntılara bakıyorum. Bu süreç nasıl da canlandırdı, hayata bağladı beni... 



Önceki yıllarda okumuştum Atasü’nün kimi kitaplarını, “Dün ve Ferda”yı ise nedense başlayıp, rafta bırakmıştım... Bir kaç gündür elimde... O kadar ki, her sabah karanlıkta gittiğim fizik tedavide, acı veren işlemlerin ardından, teknisyen omzuma sıcak havlu koyup odadan çıkar çıkmaz:


 -Ohh, şimdi gelsin keyifli dakikalar deyip elime alıyorum... 


Ne çok şey düşündürdü “Dün ve Ferda” bana... Ülkenin defalarca geçtiği karanlık süreçleri, hele şu 12 Eylül döneminde yaşanan acıları, adaletsizlikleri anımsatıp, bugünle kıyaslattı...


-Bu ülkenin kaderi hiç mi değişmeyecek? Nedir bunca acı, eziyet? Üstelik bunları yaşatanların asla bedel ödemeyişi... Yeter be! 


Diye haykırmak geçiyor içimden...


-Sadece o karanlığa sürükleniş mi etkiledi kitapta anlatılan?

-Hayır... Pek çoğumuzun yaşadığı ama dillendiremediği,  hatta kendi kendine bile itiraf edemediği kadınlık serüveninde yaşananlar, evliliklerin arka odası, anne-baba ile kopuş süreci, hele dünyaya getirdiğin çocukla ayrışma-çatışma acıları nasıl gerçekçi ve cesurca ele alınmıştı...


Sonra teknisyen giriyor içeri, elimdeki  kitaba gözü takılıyor:


-Aaa, kitabı bitirdiniz sanırım, çok ilginç olsa gerek, bırakamadınız günlerdir, diyor... 


Kaslarım artık ısındı, acıtan diğer hareketlere geçiyoruz, çığlık atmamak için kendimi tutuyorum, neyse onları da tamamlıyoruz, teknisyen bu kez omzuma buzlu bir sargı koyup çıkıyor odadan... Kitabın son sayfalarındayım, hatta son satırında:


-Biliyor (Ferda,) rüyanın etkisi uzun sürmeyecek... Ama kısacık bir an, dertli başını rüyanın ninnisinde dinlendirse olmaz mı?


“Ah keşke... Hepimiz bunu zaman zaman ne çok düşleriz” diyorum kendi kendime... “Dün ve Ferda”yı odadaki etajere bırakıp çıkıyorum...


Neyse dışarısı artık aydınlanmış, eve dönüş yolundayım. Bu kez,  Erendiz Atasü’nün, “Benim Yazarlarım”dan kimi satırlar aklımdan geçiyor:


-Virginia Woolf, kahramanı Clarissa’yı yaratırken -generallerin yitirdiği savaş ne anlama geliyorsa- hayatı ev içinde başlayıp iten kadının evle ilgili yenilgilerinin -aynı ölçüde yıkıcı olduğunu- okuyucuya iletebilmeyi amaçlar...  (Benim Yazarlarım Sayfa 148)

Virginia Woolf haklıdır. Kadınların insan soyunu doğurmakl kalmayıp, doyurmakla da yükümlü oldukları nerede yazılıdır? Genlerimizde mi? Bize öğretilen budur. -Bu satırların yazarı gibi bir kaç kitap yazmış olabilirsiniz ama ev işlerini sevmemekten doğan suçluluğunuz, parmaklarından lezzet damlayan bir kadın olamamaktan kaynaklanan ezikliğiniz sadece kendi başınıza ilken sizi terk edecektir...


Hele şu Bayan Dalloway’i (Virginia Woolf)  okuyarak kendine gelmeye çalışan Laura’ya ilişkin satırlarında, Erendiz Atasü’ye öylesine sevgi duyuyorum ki, onu bağrıma basmak geçiyor içimden:


-Laura’nın deneyimi, entelektüel yetenekleri olan kadınlara tanıdık gelecektir.  Bana 80’lerdeki kendi halimi anımsattı. O yıllar, aklımı beynimin sınırlarında tutabilmek için bir yöntem geliştirmiştim. Çarşamba öğleden sonraları, öğretim üyesi olduğum fakülteyi “asar”, şehrin beni kimsenin tanıyamayacağı bir köşesine “kaçar,” doyasıya okur ve yazardım. Şimdi hatırlıyorum da her hafta aynı saatte çıktığımı gören ve bana garip garip bakan fakülte kapıcısı, belki de gizli bir ikinci işim olduğunu ya da birisiyle buluşmaya gittiğimi sanırdı.Yarım günlük kayboluştan sonra, eş-anne-sorumlu evlat-öğretim üyesi yüklerimi yeniden sırtlar ve fazla tökezlemeden yürüyebilirdim... 


- Oh diyorum kendi kendime, “demek bunca yıl suçluluk duygularıyla kıvranan tek ben değilmişim...” Kafam öyle rahatladı ki, galiba omzum da iyileşiverdi sanki...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Külliye’ye içerden bakış: Erdoğan’a: “Sistem yürümedi, Türkiye’yi seçime götürmeli”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın  “Başdanışmanı” olarak Beştepe’de    7 yıl süreyle  görev yapan İlnur Çevik’le konuştuk. “ Bu sistem yürümedi ” diyen Çevik durumu, “Erdoğan’ın en kısa zamanda Türkiye’yi seçime götürüp sistemi rayına oturtması şart, eğer torunlarını şu kadarcık! bile seviyorsa bunu yapmalı, aksi halde eyvah! ” diye özetliyor.  DEM Parti ile yürütülen “çözüm süreci” için, ortada bir plan taslağı bulunmadığını savunan Çevik’e göre, her zamanki “Kervan Yolda Düzülür” mantığı yine ağır basıyor. …Acaba Külliye’de çalışma sistemi nasıl? Cumhurbaşkanı gündemini nasıl belirliyor? Yüksek İstişare Kurulu diye bir kurul var, orada ve  pek çok kişinin üye olarak yer aldığı diğer kurullarda neler görüşülüyor? Erdoğan, Atatürk ismini neden diline almak istemiyor?Beştepe’nin bodrumunda gerçekten tam teşekküllü bir hastane var mı?…  Gibi pek çok soru aklımı kurcalıyordu, “ İlnur Çevik nasılsa görevi bıraktı, artık belki konuşur ” diye düşün...

Yekta Güngör Özden’e geçmiş olsun

Geçen hafta Anayasa Mahkemesinin eski başkanlarından Yekta Beyi ziyaret etmiştik. Bugün öğrendik, küçük bir ev kazası yaşamış, ameliyat olmuş, iyiymiş. Kendisine acil şifa diliyoruz.  Aslında Ankara’da gündem o kadar yoğun ki, Yekta Beyle yaptığımız söyleşiyi bu sabah kayda geçiriyordum tam, o anda başka konular araya girince yarım bıraktım…  O halde şimdi tamamlayayım: “Güngörmüş” dostlarla bir araya gelebilmek, yakın tarihin sayfalarını gözden geçirebilmek ne kadar büyük bir şans. Geçenlerde Ali Bilge  ve Feyzan Erel ile birlikte Anayasa Mahkemesinin eski başkanı Yekta Güngör Özden’i ziyaret etmiştik, sohbetimiz sırasında notlar aldık, “ yazabilir miyiz anlattıklarınızı ?” Diye sorduğumuzda, “istediğinizi yazın” yanıtı vermişti. İşte o gün bugünmüş…  Yekta Güngör Özden ’in o gün söylediklerine şimdi biraz kulak verelim mi? SORU: Ülkede büyük bir gerilim yaşanıyor şu anda. Aydınlar, gazeteciler politikacılar tutuklanıyor, herkese gözdağı veriliyor, nas...

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...