Ana içeriğe atla

Kayıtlar

O külçe külçe altınlar

ABD’ ye ilk gidişim... Washington DC ’den başlayarak 1986 yılının Kasım ayı boyunca, ülkeyi boydan boya gezeceğiz, yetkililer, özel sektör, üniversite temsilcileri, gazetecilerle buluşacağız, Amerikan ekonomisinin işleyişini, son durumunu öğrenmeye çalışacağız. Amerikan Dışişleri Bakanlığı, “ genç ekonomi gazetecileri için özel program ” başlatmış, gazetem (*) beni gönderiyor. ABD ’yi eyalet eyalet gezecek grupta, dünyanın heryerinden 10 genç gazeteci var.  Şu sıralarda “ kitaplık temizliği ” yapıyorum ya, o günlere ilişkin notlarımı, fotoğraflarımı buldum, ayıklıyorum ama detayları bir kenara bırakarak, bir unutulmaz “an ”ı sizinle paylaşmak istiyorum.  Şimdi New-York’ tayız... Ne çok dolaştık, Time Square ’den tutalım da “ İkiz Kuleler ”in tepesinden kuşbakışı Manhattan ’ı seyretmeye, ünlü 5. Caddedeki ultra lüks mağaza vitrinlerine bakıp, “ eye-shopping ”le yetinmeye, China Town ’a, heryeri karış karış geziyoruz... Jazz Konserleri, Harlem, Ellis Adası, BM Genel Mer...

Şam’da peşimize hafiye takmışlar

Öyle çok seyahat ettim ki güzel mesleğimde, “dünyayı gezdim ” desem yeridir...   Seçim propagandalarında, siyasilerle memleketin en ücra köşelerini karış karış dolaşmaktan tutalım da, liderlerin resmi yurtdışı gezilerine, özel dosya araştırmalarına, röportajlara, ülkelerden gelen davetlere kadar... Mesleğe yeni başlamıştım Tercüman Gazetesi nde, ekonomi alanında ilerlemeye çok istekliydim, dönemin Başbakan Yardımcısı Turgut Özal ’ı takip ediyordum, gazetecilik yaşamımın ilk yurtdışı gezisi onunla Şam ’a oldu. Şam ’da Türk Heyeti soğuk karşılandı. “Hatay’ı içine alan Suriye haritaları ” bütün resmi toplantılarda duvarlarda asılıydı, üstelik Abdullah Öcalan da yıllardır Şam yakınlarında “ misafir ” ediliyordu. Hafız Esad ’ın başında bulunduğu Baas Rejiminin etnik temizlik amacıyla Hama ve Homs’ ta (*) kimyasal silah kullanıp binlerce  sivili katlettiği haberlerini duyuyorduk. O sırada Hürriyet’ te olan sevgili meslektaşım Saygı Öztürk ’le kafa kafaya verdik: -Yahu Nur...

Bir fotoğrafın gerisinde yatan...

Bugünlerde  evdeki kitaplıkta  belge-fotoğraf tarama işiyle uğraşıp duruyorum. Meğer ne zor işmiş “ yaşamımızın geçmişteki izleri ”ni ayıklayıp, sınıflandırmak.  Tabii “ geçmişe dalmak” insanda tuhaf duygular da uyandırıyor. Nasıl mı? -Şu fotoğraftaki insanların kim olduklarını ben bile hatırlamıyorum. Ne diye saklıyorum ki? Bizden sonra kimin işine yarayacak? Yırt at o zaman. Ama şu fotoğraf çok şey anlatıyordu, kalsa bari... İyi de o fotoğraf sana çok şey anlatıyor, yahu, öyküsü yazılmaya değerse, arkasına not iliştir ama başkaları ne yapsın? Yırt at... Aaaa bu fotoğraf bizim derneğin açılışında çekilmişti. Ooo kimler yok ki? Amaaan iyi ki kurmuşuz derneği, şimdi yönetenlere başarılar dileyelim gitsin. Zaten fotoğraftakilerin hepsi aramızdan ayrılmış. Boş ver, saklama, yırt at.  İşte böyle, günlerdir yırtıp atıyorum kimi fotoğrafları. Kimi zaman da yok etmeye kıyamayacaklarım çıkıyor karşıma.  Ramallah ’ta Filistin Lideri Yaser Arafat ’la (****) yaptığı...

EVLİLİKTE İDEAL YAŞ FARKI

  Kitaplıkla ilgili düzenleme uğraşım devam ediyor, ancak her geçen gün işler daha da Arap Saçına dönüyor. E, kolay değil geride kalan 30 yıllık gazetecilik yaşamımızın notları, belgeleri, ses kayıtları, fotoğrafları derken,  “o anlar” beni içine çekiyor, yaşanmışlıklara kapılıp gidiyorum.  İşte bir anı... 12 Eylül Harekatı sonrasında feshedilmiş hükümetin eski Dışişleri Bakanı  İhsan Sabri Çağlayangil ile konuşuyoruz. Bir ara soruyor: -Evli misiniz Nursun Hanım? -Hayır efendim, henüz değil ama yakında evleneceğim . Hemen nişanlımla yaş farkımızı soruyor ve diyor ki: - Bakın küçük hanım, erkekle kadın arasındaki yaş farkı ideal evlilikte 7 olarak hesaplanır. Ama benim buna küçük bir ilavem olacak. O da şu... Erkekle kadın arasındaki ideal yaş farkı, erkeğin yaşının yarısına 7 ilavesiyle bulunur.  Şöyle bir düşünüyorum, “ Eh, bizim Feyzan’la yaş farkımız gayet uygun... ” gülümsüyorum. Çağlayangil , “ Çok memnun oldum, demek ki birbirinize...

Küvette Bir Kırmızı Gül

Şu Covit 19 denen menhus salgın bizi evlere hapsetti ya, alacağı olsun... E, ne yapalım? Teslim olacak değiliz. Kitaplığı alt üst ediyorum, yazarları büyüteç altına alıp, kitapları kelimelerine kadar inip analiz etme çabasındayım. Vaktimiz nasıl olsa bütün bunları yapabilecek kadar bol. Eskiden olsa öyle miydi ya? - Alo, ne var ne yok? -Ne olsun, kitap var elimde -E koy onu şimdi kenara, çok iyi bir film gelmiş, alıyorum biletleri, kalk gidelim... Hemen ayağa fırlayıp evden çıkmalar, koşa koşa 14.00 seansına yetişme çabaları, filmi izledikten sonra bir yerde oturup, kahve-çay eşliğinde film üzerine tartışmalar... Bununla da bitmiyordu doğal olarak. Düşünsenize, “ salgın hayatımıza girmeden önce ” sokakta yapacak ne çok işimiz vardı.  -A, beyaz peynir bitmiş, çıkıp alayım, sonra da Ayşe ye uğrarım, biraz laflarız. Kış da kapıda, şöyle sıcak tutacak kadife bir sabahlık mı alsam? Tunalı’ya da ne zamandır çıkmamıştım, birbirinin kopyası AVMler  insanı deli ediyor,...

Zarif bir hanımefendi Dânâ (Dana) Noyan...

O zerafet timsali hanımefendiyi gençlik yıllarımda tanımıştım, onun şen şakrak kahkahaları ile renklenen muhabbetimiz yılllarca devam etti. Dânâ Noyan aslında diş hekimiydi fakat anlattığına göre çok kısa bir süre Ereğli ’de (Demir Çelik fabrikasında mıydı yoksa?)  görev yaptıktan sonra “ diplomasını duvara asıp, ” evlenip,  Ankara ’ya yerleşmişti. Son derece şık giyinen, dikiş nakışını kendi yapan, örgüleriyle ünlü, unutulmaz sofraları hep konuşulan bu güzel kadın, tanıştığımız sırada, gazetemizin Müessese Müdürlüğünü yürütüyordu. Güneri Civaoğlu ’nun (*) Genel Yayın Müdürlüğünde tirajı 1 milyon aşan, ünlü yazarlarının vurucu makaleleriyle etkili olan muhafazakar  gazete   Tercüman (**) 80’li yıllarda basın sektöründe büyük atak yapmıştı. Civaoğlu “ özel haber ”e çok değer verdiği için farklı görüşlerden gelen gazetecileri el üstünde tutar, iyi koşullarda çalışmalarını sağlardı. Anadolu Ajansı nın en yeni muhabiri, asgari ücretle çalışan bana, dört kat maaşla Te...

İstifa üzerine notlar...

-Ülke ekonomisinin sorumluluğunu üstlenmiş bir Damat! Pardon Bakan ( Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak ) Instagram hesabından istifa ettiğini duyuruyor... SAATLER GEÇİYOR SESSİZLİK -Aynı anda resmî Twitter hesabı kapalı, ne kendisine, ne bürokratlarına ulaşılamıyor. SESSİZLİK -Amiral Gemisi (!) dahil, ana akım medya sus pus... SESSİZLİK -Bakanın istifa açıklaması korkunç imla hatalarıyla dolu... Acaba doğru mu bu istifa olayı? Yoksa hesap hacklendi mi? SESSİZLİK Peki bir devlet adamının kamuoyuna açıklama yaparken “ At izi it izine karıştı ” cümlesini kullanması, hele hele bizlere “ ümmet ” diye hitap etmesi nasıl değerlendirilebilir? SESSİZLİK -Muhalif TV’lerde yayınlar yapılıyor ama körün fili tanımlaması gibi... Konuşmacılar kem küm etmekte! Acaba haber doğru mu? Bir dönem AKP hükümetinde ekonomi görev alan, şimdi CHP ’de milletvekili Abdüllatif Şener ’e bağlanıyorlar: - Efendim sizde bilgi var mı? -Hayır bilgim yok, ben de sizi izliyordum...  Bir kahkaha kopuyor bizim evde...

İlk Manşet!

İmzalı ilk manşetimdi 4 Haziran 1981 tarihli Tercüman gazetesinin 1. Sayfasındaki Turgut Özal Röportaj ı.  Gazetenin taşra baskılarında imzam Nursen Alev diye yayınlanmış, sonra düzeltilip Nursun Alev’ e çevrilmişti. Yani evlenmemiştim henüz. Bizler için bir efsane olan istihbarat şefimiz Erkan Yiğit demişti ki: - Üzülme Nursun’cum bu editörler, sayfa sekreterleri biraz ukaladır. Her şeyin doğrusunu onlar bilir. Bir keresinde dünyaca ünlü kemancı Yehudi Menuhin İstanbul’da konser vermişti, yıkılmıştı salon alkıştan... Bu haber nasıl girdi gazeteye biliyor musun? Musevi Menuhin’in Aya İrini’deki konseri muhteşemdi... Bizim sekreter aklı sıra Yehudi Menuhin demek kabalık olur diye tutmuş haber metninden Yehudi’leri çıkarıp, Musevi Menuhin yapmış adamcağızın adını...  Sonraki yıl evlendiğimde  istihbarat şefim Kemal Işık ’a sormuştum,  -“ İmzamı acaba Nursun Alev Erel yapsak olmaz mı? ” Diye...  O da dedi ki:  - Yok yahu, o da Yahya Kemal Beyat...