Ana içeriğe atla

Kayıtlar

AMİRALİN KARISI

O meşhur deyimle herşey “ film şeridi ” gibi aklından geçti bir anda...Yıllar önce çiçeği burnunda bir üniversite öğrencisiyken çıktığı yaz tatilini, gittikleri küçük kasabada tanıştığı o yakışıklı deniz teğmenine ‘ ay çarpmış” gibi aşık oluşunu. Bu aşk uğruna üniversiteyi bile terk edişini... Evlenmelerini, çocuklarının büyüyüşünü. Aşık olduğu adamın bitmek tükenmek bilmez tayinleri sırasında aylar, hatta seneler boyu ayrı kalışlarını... Genç teğmenin yıllar içinde kendini nasıl geliştirdiğini, aldığı yurt içi ve dışı eğitimlerle beynini nasıl zenginleştirdiğini... Zamanla saçlarına düşen akların onu nasıl daha yakışıklı kıldığını... Parlak mesleki başarılarını, geçen zaman içinde mesleğinde hızla yükselişini, en sonuna amiralliğe tırmanışını... Katıldıkları davetlerde ilgi odağı oluşlarını, sohbetlerde herkesin  “ amiral ne söyleyecek ?” diye onun ağzına bakışını. Bitmek tükenmek bilmeyen çalışma, araştırma, uygulama azmini... Dünya meselelerine “ aydınlık ” bakı...

MASUMİYET MÜZESİNDE AŞK

Kitap Kulübümüzde önerildi Orhan Pamuk ’un son kitabı, “ Masumiyet Müzesi .” Ooo, o kadar sevindim ki bu kitabın seçilmesine. Günlerdir haftalardır duyuyor, izliyorduk kitabı içeren haberleri, yayınları. Çünkü Orhan Pamuk , Masumiyet Müzesi 'ni yayınlamadan önce başarılı bir tanıtım taktiği uyguladı, güncel basına (ve nedense magazin sayfalarına bile!) verdiği çok sayıda söyleşi ile kitabını okuyucuya fena halde merak ettirdi. Merak edilmez mi? Aşk... Yaşayan herkes için, aslında (beş duyusuyla tam anlamıyla yaşayan herkes) demek daha doğru olur, aşk bir varoluş sebebi (raison d'être) öyle değil mi? Hele Orhan Pamuk, verdiği bütün söyleşilerde eğer “ aşkın anlamı tam olarak nedir? Kitabımda buna yanıt aradım”  demeye getirdiyse (*) herkesin kitapçılara koşup raflara dizi dizi sıralanmış olan kitaptan birer tane edinmesi gerekmez miydi sizce de? Hele benim gibiler, bir tane ile de kalmadılar, geçmiş olsun ziyaretlerinden, Büyükada buluşmalarına, ev hayırlamalarına, bayram...

HANIMELİ APARTMANI

Eskiden, çok eskiden hani, bizim çocukluk yıllarımızın sonbaharları nasıldı? Havaların soğumaya yüz tuttuğu günlerde bir kamyon ya da hatta bir at arabası dayanırdı küçük apartmanın önündeki dar sokağa. Kamyon damperini kaldırır, ya da at arabasından kürekle sokağa indiriliverirdi kömür. Gelen kok kömürü ise büyük olasılıkla, evin beyinin nüfus kağıdının arka sayfasındaki "1 tonluk alım izni" kullanılmış olurdu. Devlet memurlarına böyle bir hak tanınmıştı çünkü. Hanımeli Apartmanının kapıcısı İsmail Efendi ile kömürün geldiği 5 nolu dairede oturan Servet Bey, ellerinde birer kürek, sokağı kazıyarak kömürü en fazla bir saatte el arabasına yükleyip, arka bahçedeki kömürlüğe çekiverirlerdi. Asfalta sürtünüp duran küreklerin çıkardığı ses, sonbahar sokaklarının en akılda kalan efekti değil miydi? Bir de, okul çıkışı çantalarını bir kenara fırlatıp sokakta yakantop oynayan çocukların neşeli çığlıkları... Evin hanımı hala güneşli ama epeyce serinlemiş öğleden sonralarda, iki oda ...

KÜLLENEN AŞKIM SİGARA

Nasıl başlamıştı tanışıklığımız?  Cumartesi günleri henüz tatil edilmemişti, yarım gün çalışılırdı, ben ilkokulda mıydım? Nasıl  sevinçli dönerdim eve. Yarım gün de olsa Cumartesi, sonra da Pazar tatildi ya... Radyoda Eyfel'den Müzik programı başlardı, kusursuz klarnetten süzülen Petite Fleur 'ün melodileri sarardı salonu.  https://youtu.be/QGHgT--OsAA Bir de babamın yaktığı sigaranın dumanı... Yenice sigarası... Küçük, yassı karton kutuda 20 yassı sigara, fitresiz. Kibritin çakılışı, o müthiş sülfür kokusu ve sigaranın halkalanan masmavi dumanı. Arka bahçede sigara kaçamağında yakalanıp, Naciye Teyzeden (Sağlam)  azar işitmiştik de “ delice öksürten, gözlerden şıpır şıpır yaş getirten zehir... Bu mu yahu sigara? ” Diye pişman olmamış mıydık? Bayramlarda, misafir odasındaki büfeye sigara paketleri dizilirdi.   Yaka sigarası kahverengi paketlerde, yassı yassı...  Gelincik  sigarası hanımlar içindi. Küçük karton kutunun ...

milan kundera'nın kimlik'i

Milan Kundera (1929 doğumlu Çek asıllı yazar, hani şu Prag'dan sürülen - neden bizden daha iyilere hiç dayanamayız?  -komünist partisi üyesi iken partiden de kovulan, ( Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği' nin yazarı) ile o kadar isterdim ki tanışmayı... Aslında yıllardır Paris 'te yaşıyor, bir gidişte bal gibi randevulaşılıp Şanzelize' de kahve içerken sohbetin tadına varılabilir. Neyse işte, Kundera, Kimlik'te (*) neler anlatmış, üzerinde sohbet edelim mi? Memnuniyetle, ama önce bir kaç alıntı: " Bir çocuk arabası iten, biri sırtında, öteki göbeğinin ütünde iki çocuk daha taşıyan bir erkekle flörtetmeye kalktığını, karısının bir vitrine takılmasınan yararlanarak, adama fısıltıyla randevu verdiğini düşündü. Ne yapardı acaba? Çocuk ağacına dönüşmüş o adam, o haliyle tanımadığı bir kadına dönüp bakabilir miydi ?"(Sayfa 19) " Karılarından kaçmayı başarmış şambabaları! Metreslerine koşacak yerde, oyun oynamak için kumsala koşuyorlardı !" (Sayfa 20...

FUAT BEYİN ÖLÜMÜ

Kahverengi ağaç tabut kapağı açılmış,kenarda duruyordu. Kardeşi ve oğlu birlikte indirdiler onu aşağıya, mezarın karanlık dibine. Kefeninde bile küçülüp kaldığı, hatta kuruyuverdiği nasıl da anlaşılıyordu. Tak, takkk... Beton kapaklar kapatılıverdi, toprağın kürek kürek üstüne atılmasındaydı sıra şimdi, o da bir kaç dakika sürdü. Toprak atıldıkça taze mezar tümsekleniyordu. Toprak yağan yağmurlarla akmasın diye kenarlara taşlar dizildi, en üste camideki törene gelen iki çelenk yatırıldı. " Özgen Ailesi " ve " Küçükesat Pasajı Esnafı "nın gönderdiği çelenklerin karanfilleri solmaya yüz tutmuştu. İmamın mırıldandığı Arapça -Türkçe dualar duyuluyordu: - Onu kabir azabından soru yarabbim. Cenazeye katılan çocuklar ürperdiler, biri annesine sordu: - Fuat dedem yalnız kaldı ama karanlıka anne? Annesi gözyaşlarını başındaki örtünün ucuyla siliyordu, cevap vermedi. Bu kadardı işte... İkindi namazı sonrasınraki cenaze töreni yarım saatte tamamlanıvermişti. Fuat Bey ...

Jackie, kanlı tayyör ve Kennedy suikastı

Koyu gizemli bakışlar, kulağa yumuşacık gelen fısıldar gibi bir ses tonu (hele Fransızca diksiyonu!), parlak gür saçlar, yaşama, aileye, dostlara, sanata ve estetiğe adanmışlık... Oleg Cassini (*) imzası taşıyan zarif giyim stili ve Tiffany’s den “ kiralanan ” (*) görkemli mücevherleriyle muhteşem bir First Lady ’nin Beyaz Saray salonlarında 3 yıl boyunca, zarif ve ışıldayan salınışı. Evet evet, Jacqueline Bouvier Kennedy ’den söz ediyorum. Amerika’nın 35. Başkanı John Kennedy ’nin Beyaz Saraya taşıdığı, “gelmiş geçmiş en muhteşem ve unutulmaz ‘ First Lady ’den.”  Ya mutluluklarını taçlandıran iki güzel çocuk, Caroline ve John JR? Beyaz Saray'da Kennedy'leri tanımlayan  Camelot süreci, hem büyük mutlulukları hem de gizlenen hüzünleri barındırmıştır içinde. Küçük  John 'un, Başkan Kennedy  Oval Ofis' te çalışırken masasının altına saklanışını gösteren kadar sevimli bir Beyaz Saray fotoğrafı var mıdır acaba?   Bu gözyaşartıcı tablo, Dallas’ta ard arda duyul...

Profumo olayı... Geçmişten bir seks skandali sayfası

    Aşk, dokunmak, özlemek, sevmek, tutku. .. Bu duygular, yaşayan (!)  herkes için neden bu kadar vazgeçilmezdir? İyi de, insan ne için vardır şu kısacık yaşamda? Para mı, güç mü ister, yoksa tanınmak, sosyal statü sahibi olmak mı önemlidir insanoğluna? Ya da bir an gelir, her şey geride alıp “ tensel beklentiler ” mi ön plana geçer? Peki, basit bir dokunuş nasıl olur da tüyleri diken diken edebilir? Ya o bir çift göz? Nasıl olur da dünyadaki o milyonlarca gözden farklı bakabilir insana? Sokaktaki insan için bu duygular beklentiler çok “olağandır” da, neden “siyasetçi”ye çok görülür? En önemlisi, “aşk skandallarında” olayın iki tarafından biri olan erkekler neden çoğu kez hoşgörülür, hatta bu işten prim kazanır da... Kadın toplum tarafından adeta lanetlenir?  Peki, madem ki insanlık yüzyıllardır kendini “a şk tsunamisi ”nden,sonunda ölüm dahi olsa bir türlü kur...

Lanetli gemi STRUMA... Hayalet yolcular anlatıyor

  İkinci Dünya Savaşının hüküm sürdüğü yıllar…  Romanya , faşist rejim, ırkçı yasalar…  Yahudilerin lanetlenişi…  Ard arda yaşanan Yahudi toplu katliamları.  Bu ortamda parası olan ya da para bulabilen Romanya’daki Yahudiler için deniz yoluyla gizli bir kaçış harekatı planlanıyor. Uyanık girişimciler büyük paralarla toplam 790 bilet kesiyorlar. İlk durağı İstanbul , son durağı Hayfa olarak ilan edilen pahalı gemi yolculuğunun yarıda kesilip ölümle sonuçlanan  öyküsü…  Hayalet yolcuların anlatımı:  - O gün hava buz kesmişti, Aralık ayının tam ortasındaydık çünkü. Hepimiz o, meşum gemiye birbirimizi neredeyse ezerek binmiştik. Yavaş yavaş karadan açılıyorduk. Bize el sallayanlar artık görünmez olmuştu. Köstence çok uzaklarda kalmıştı.   -Gemideki ilk günümüzde hepimiz o kadar sevinçliydik ki . O yıllarda bizler  sanki “diğerler insanlara göre” adeta “ lanetliydik " ya, pasaportlarımız  “ Yahudi ” olduğumuzu gösteren birer utanç b...

“Gizli kalmış” hazin bir aşk öyküsü

Bakın, şimdi  Mehveş Hanım la ilgili olarak size anlatacaklarım tam olarak doğru değil, bunu itiraf etmeliyim, nasıl söylesem? Aslında yarı fantastik bir anlatı... Ama aynı zamanda o kadar gerçek ki...  Hele bir de sizinle karşı karşıya olabilseydik misafir odamda... Dantellerim pek güzeldir, çoğu sevgili halamın eseri. Ha, o mu? O küçük ceviz etajer de annemden kalmadır. Onun sevdiği “ şeyler ”i orada saklarım. Üstündeki şişeyi mi sordunuz?  Reve D’or ... (*) Bitmesin diye gözünün içine bakıyorum, çünkü annem öte dünyaya göçeli bir kaç yıl oldu, çok severdi bu kokuyu, sadece misafirliklerde kullanırdı, işte bunlar artakalan son damlalar. Korkarım artık üretilmiyor... Aslında, “ hem çayımızı yudumlayalım, hem de şu benim  macbook’t an  youtube  açıp görüntü eşliğinde sohbet edelim ” diyecektim ama, malum,  Türk  halkı olarak cezalıyız... Onun için büyükbabamın gramofonunu  çalıştırayım  önce, hemen geliyorum yanınıza... Aaaa sormadım da...

Tuileries Bahçıvanının Günlüğü

Evet,  Tuileries Bahçeleri nin bahçıvanlarından biriyim. Aslen  Morocco luyum (Fas), eğitimim yok, Fransızcayı bir türlü sizlerin deyimiyle “ bi hakkın ” öğrenemedim. E, ne yapalım şu dünyaya gelmişiz bi kere. Biz de yaşıyacağız. Tam 25 yıldır  Paris  sokaklarını caddelerini arşınlar dururum. Hafta içinde yolum hep aynıdır,  Strasbourg Saint-Denis’ den 9 nolu metro hattına biner,  Concorde’ da inerim, ver elini  Tuileries .  Paris  yazları bile sabah hep serin olur. Üstümdekileri değiştirir bahçıvan ünformamı giyer işe koyulurum.  Önceki yıllarda  Tuileries B ahçelerinin çöpünü toplamaktı işim. Ne ararsan vardı, yemek artıkları, sigara izmariti, pet şişe, şarap şişeleri, bardaklar, en çok da prezervatif. Hatta kadın külotu bile çok bulunanlardandı. Neyse işte, şimdi beni bahçıvanlığa terfi ettirdiler de, ağaçları traş etme (bizim  Paris 'te ağaçları öyle bildiğiniz gibi budamazlar, kübik hatta kutu gibi bir şekil verilir ...