Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek çok soruya yanıt arandı. Yeni mecralarla ilgili bilgi veren konukların anlattıkları, özellikle genç gazetecilerin arayışlarına yanıt niteliğindeydi. Yıllarca hep   Moskova ’dan bildirdikleriyle izlemeye alıştığımız gazeteci   Hakan Aksay ’ ın anlattıkları dinlemeye değerdi.  Aksay , 12 Eylül sürecinde  kendi deyimiyle “ koşar adım gittiği ” Moskova’da,  bir zamanların komünist rejiminde, Sovyet sisteminin ilkeleri doğrultusunda  aldığı gazetecilik eğitimini ve pratikte gazeteciliğin o yıllarda nasıl yapıldığını  anlattı. Bir hocasından söz ederken, iç hesaplaşmaya girerek, “ Bazen sessiz kalmaktan insan sonradan pişmanlık duyuyor” dedi: -Beğendiğim bir akademisyendi, aydınlık yüzü, sempatik tavrı, giyim kuşamı ile de beni etkilerdi, hatta bana çay ısmarlamışlığı bile vardı ama, Sovyetler’de -partili gazeteci...

Kim bu medyanın prenslerle prensesleri?

Gazeteciler Cemiyetinin iki gün süren  “Medya Konferansı” (*)  mesleğimizle ilgili pek çok ilginç tartışmanın, görüş alış-verişinin adresiydi. Sonuçta bir kez daha uzlaşıldı ki, gazetecilik bugünün koşullarında tam bir “tutku işi…”   -Dikkatimi çeken bir oturumdan izlenimleri sizlerle paylaşayım mı?  Gökmen Karadağ benim beğendiğim bir gazeteci ve TV programcısı. Son yıllarda, haber mutfağından çıkıp, televizyonlarda tartışma programları yönetir olmuştu, en sonunda da akademisyenlikte karar kıldı. -Neden beğenirdim? Bir kere, saatler süren, canlı programına “ dersini çok iyi çalışmış” olarak çıkar, bilmediği bir ayrıntıya denk gelirse ahkam kesmez, lafı muhatabının ağzına tıkmaz, ama inisiyatifi asla bırakmaz, konuşmaların sakız gibi uzamasına izin vermezdi. Hele son dönemde, hukukçu Salim Şen ’le birlikte yaptıkları programın tadına doyum olmuyordu. Şunu da eklemek gerekir, basın sektörünün “ en zor” alanlarından biridir yayıncılık, hele de canlı yayınl...

Maria Callas’ın izinde Atina

-Sadece şarkı söyleyişimi sevdiler Diyen “hüzünlü soprano!” Maria Callas’ın 101. Doğum yıldönümünde Atina’da izlerini arayıp durdum…Şu sözler onun değil miydi? - Beni bütün dünya alkışlasa da, damarlarımda Yunan kanı var, bunu kimse değiştiremez” Müzik otoritelerinin ve opera tutkunlarının “yüzyılın sesi” kabul ettiği Maria Callas beni sadece sesiyle değil düş kırıklıklarıyla dolu yaşamıyla da çok etkiledi. Yunan göçmeni anne babası onu New-York’ta dünyaya getirmiş ama  sevgiden uzak büyütmüşlerdi. Gözleri burnunun ucunu göremeyecek kadar bozuk, ileri miyoptu! Aşırı kiloluydu. Bu durum Maria’nın akranlarından uzaklaşmasına yol açmış, annesinin 8 yaşında piyano ve şan derslerine başlatması küçük kızın tek tesellisi olmuştu. Annesi, Maria’nın eczacı babasını Manhattan’da  terk edip, kızkardeşini de alıp Atina’ya yerleşmiş, Maria Anna Cecilia Sofia Kalogropoulos ismi değişip Maria Callas’a dönüşmüştü. Bundan böyle hedef, yetenekli  küçük kızın ileri şan eğitimliydi. Ancak...

Kuru pantolon ile balık tutulmaz

“ Kuru pantolon ile balık tutulmaz ” demiş ya Cervantes… Bilmem bugün yaşasa, hele beni görse ne derdi? “ Eksik etekle asla tutulmaz! ” Demez miydi? Gecenin bu saatinde (onca kahveden sonra!) “ nerden girdim bu levrek mavrasına” diye kıvranırken çınnn dedi telefonum…  Ekose Etekli Levrek haberiyle hem dönem siyasetine hem  basın tarihine görünmez! olsa da aslında kalıcı bir imza atan Hasan Cemal’den gelen mesaj “ çalar saat ” etkisi yarattı…  Harfine dokunmadan paylaşıyorum; “Sevgili Nursun.  Senin de kafan karıştı galiba. Altan Öymen bana Ankara’dan haber verdi daveti Sabah erken rahmetli Ergin Konuksever’le Yalova’ya gittik. Gazeteciye yasak dediler kapıda. Bizden başka gazeteci de yoktu zaten. Aklıma geldi, babaannem Yalova’daki kaplıcalara gidermiş… Çağlayangil de Bursa Valisi. Cemal Paşa’nın haremi yani eşinin geldiğini duyunca iki defa babaannemi ziyaret etmiş kaplıcalarda.  Kapıda bunu hatırladım. İçeriye, Çağlayangil’e haber saldım, kapıda Cemal Paşa’nı...

Levreğin kılçığı aklıma! takıldı

“Ne levrekmiş yahu! ” diyeceğim geliyor da,  bu levrek başka levrek, yarım asır önce “ Ekose Eteğiyle Siyaseti darmadağın etmiş! ” (*) şimdi de tıpkı Şebnem Bursalı’nın Monaco’da afiyetle yediği ıstakoz gibi, basın gündemini karıştırıyor… -Ayol sen bu levrek meselesini niye bu kadar uzattın? Kabak tadı vermedi mi? Diyenler olabilir,  üstelik Atina’da  gezip tozmak varken niye mi bu konuya takıldım?  Söyleyeyim… Bu yazılar nedeniyle art arda Ankara’dan gelen telefonlar yüzünden… Dün de, meslektaşım Olay Tan aradı: -Yazıları okuyunca Ergin Konuksever’e haksızlık edildiğini düşündüm. O sırada Günaydın’da çalışıyorduk.Yalova’da İhsan Sabri Çağlayangil’in davetindeki tüm resimler ona aittir, zaten paylaştığınız gazete kupüründe onun imzası açıkça görülüyor, esasen Günaydın gazetesinde resimsiz haber, yok hükmünde sayılırdı, yani hiçbir şey ifade etmezdi. Sonuçta İhsan Sabri Çağlayangil’i zor durumda bırakan Ekose Etekli Levrek haberini yaratan gazeteci aslında Ergi...