Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şubat, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

CUMANIZ MÜBAREK OLSUN!

Geçenlerde bir gecemizi heyecan, hayranlık duygusu ve ne yazık ki epey de hayıflanarak  geçirdik... Şu Perseverance ’tan (sebatkar-gayretli demekmiş!) söz ediyorum.  Hani, bizden fersah fersah uzaktaki Mars ’a tam 7.5 aydır yol alıyordu da, keşfedilmemiş, “ havasız mı susuz mu ” tam bilinmeyen, engebeli, kıpkırmızı topraklara “ şıp ” diye konuveren Perseveranc e’tan. (*) Onun Mars’a yumuşak inişini kıskançlık, pişmanlık, hayret, saygıyla karışık hayranlıkla izliyorduk... NASA ’nın sözcüleri (çoğu da kadındı,) teknik ekip üyeleri ile yapılan röportajları izledikçe gözlerime yaş doldu... Gülümseme o bilimin aydınlığı ile pırıl pırıl parlayan gururlu yüzlere nasıl da yakışmıştı. -Zavallı ülkemiz Diye düşündüm... Bu ortak sevinçten, başarıdan, gururdan ne kadar uzak...  Liderler bırakın aydınlığa, bilime kafa yormayı, kafa yorana destek çıkmayı, birbirinin gözünü oymacada...  Kötü söz, küfür, hakaret, beddua kıyamet gibi, havalarda uçuyor... Trilyonlar boşa savruluyor h...

Kara Delik mi yuttu?

13 şehit haberlerini okuyoruz, paylaşımlara bakıyoruz, savrulmalar yaşıyoruz... Öğreniyoruz ki bu 13 vatandaş, 6 yıldır PKK elinde rehin. Aralarında asker, sivil, polis memuru ve MİT mensubu olanlar var. Nedense (!) Malatya Valisinin açıklamasıyla isimleri ( MİT görevlileri hariç!) açıklanıyor. Peki: -Bu insanlar kara delik tarafından mı yutulmuştu? -Neden bugüne kadar kayıp olduklarından haberimiz olmadı? -Ailelerinin “6 yıldır uğraştık ama kayıplarımızın duyurusunu bile yapamadık. Kamuoyunda, basında sesimizi duyuramadık” yakınması neden tam 6 yıldır yankı bulmadı? -Ya polis memuru Vedat Kaya? PKK tarafından 6 yıl önce rehin alınmış, sonra açığa alınmış, sonra bir KHK ile meslekten ihraç edilmiş...  -Ya şimdi? -Tam 6 yıl sonra Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü tarafından “şehidimizin kanı yerde bırakılmayacak” diye duyuruluyor şehadeti... Oysa aileler 6 yıldır başvurmadık kapı bırakmamışlar ama sonuç alamamışlar, herkese ama herkese başvurmuşlar, hatta Cumhurbaşkanına bile... Çarey...

Sevgililer günü kanaviçesi

 Gecenin bir vakti aklıma geldi: -Yarın sevgililer günü, bir resim bulsam da hesaplarıma koysam... Evet, düşündüm, nasıl bir resim koysam? Uçuşan kalpler mi bulsam, çoook eskilere gidip, el ele göz göze bir resim mi arasam? Ama şimdi bizim için değil, “ aşkın kendisi ”ne ilişkin resim arıyorum...  -Aaa işte bak o en sevdiğim kanaviçe... Tamam, bunu kullanayım... O kanaviçedeki tarih 1993 ... Cumhuriyet gazetesindeyim o zamanlar... Cüneyt Arcayürek şefliğinde, müthiş yoran ama tatmin açısından rüya gibi bir çalışma ortamındayız. Ben onca işten fırsat bulduğumda, evde de işler tamamsa, - hani sofradan kalkmışız, çocuklar ödev yapıyor, çayı demlemişim, biz sohbetteyiz- işte gecenin en güzel saatleri, hadi kanaviçeni de al eline... diyorum kendi kendime. Gerçekten de kanaviçe işlemek en sevdiğim işlerdendi... Hayata dair anlatmak istediklerime, rengarenk ipliklerle bir yol bulurdum sanki... İşte o kanaviçenin ipliklerini, sevgili arkadaşım, meslektaşım Lale Sarıibharimoğlu (*)...

Anneden gazeteci olur mu?

ABD’nin, Başkan Bush aracılığı ile Irak lideri Saddam ’a “suyumu bulandırıyorsun! ” Dediği günlerdi...  -Eh, sözde müttefikin yanında ezeli-ebedi komşunun lafı mı olur?  Bizimkiler  de hemen ABD’nin dümen suyuna girdiler. Oysa  Bülent Ecevit ’in “ gazeteci kimliği ” ile Bağdat ’ gidip Saddam ’la görüşüp, kapsamlı söyleşisini  Milliyet ’te (*) yayınladığı sayfalar tam bir ders niteliğindeydi. Dinleyen var mıydı ki? Ok yaydan çıkacaktı yakında. “Saddam yönetimi kimyasal silah üretiyormuş. Bunlar öyle silahlarmış ki, taaaa Bağdat’tan ateşlense, Ankara’ya kadar ulaşabilirmiş...” tarzında haberler yapılmaya başlandı. Hele Hürriyet , krokilerle süslü uydurma manşetleriyle başı çekiyordu. Oysa pek çok batılı, hatta Amerikalı uzman (**)   Birleşmiş Milletler ’e kimyasal silah iddiasının doğru olmadığını kanıtlayan raporlar sunmuştu. Ama ABD kafaya koymuştu bir kere... Devirecekti Saddam’ı.  Yıllar sonra İngiliz Başbakan Tony Blair ’den gelen, “ Bağdat’ta g...

67 CADILLAC CALAIS

Annem “ mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?” Deyişini sık tekrarlardı...  -Yaşamı “ sekiz sözcükte ” özetleyiveren başka deyiş varsa, bilen söylesin... Çocukluk serüvenlerimizin unutulmaz Hanımeli Sokağına park etmiş “ tek araba ”yı hatırlarım hep, o siyah 8 silindirli  “ Bıyık ”ı, pardon Buick ’i...  Komşumuz Ali Bey’ in arabasına hep birden doluşur, Gençlik Parkı na giderdik hani, mutluluktan gülüşüp kıkırdaşırken birer sosisli tutuşturulurdu elimize... -Şişman’ın dondurması damağımızda erirken cennette mi sanırdık kendimizi? O öykünün sayfaları Ali Amca nın Marsilya ’da “baz morfin ”le yakalanıp tutuklanışı ile kapandı... Buick sonraları kim bilir  kime satılmıştı “ yok pahasına ?” Bu 67 Cadillac’ ınki, neyse ki mutlu bir öykü...  Taa Amerikalardan kalkıp, yorgun argın Ankaralara varıp, kendini Feyzan Erel ’in sevgisine, Akgün Usta’ nın şefkatli ellerine bırakmış... Tepeden tırnağa yenilenip, o kaymak gibi bembeyaz görünümüne yeniden kavuşmuş da...