Bu Blogda Ara

Pazar, Şubat 14, 2021

Sevgililer günü kanaviçesi




 Gecenin bir vakti aklıma geldi:

-Yarın sevgililer günü, bir resim bulsam da hesaplarıma koysam...

Evet, düşündüm, nasıl bir resim koysam? Uçuşan kalpler mi bulsam, çoook eskilere gidip, el ele göz göze bir resim mi arasam? Ama şimdi bizim için değil, “aşkın kendisi”ne ilişkin resim arıyorum... 

-Aaa işte bak o en sevdiğim kanaviçe... Tamam, bunu kullanayım...

O kanaviçedeki tarih 1993... Cumhuriyet gazetesindeyim o zamanlar... Cüneyt Arcayürek şefliğinde, müthiş yoran ama tatmin açısından rüya gibi bir çalışma ortamındayız. Ben onca işten fırsat bulduğumda, evde de işler tamamsa, -hani sofradan kalkmışız, çocuklar ödev yapıyor, çayı demlemişim, biz sohbetteyiz- işte gecenin en güzel saatleri, hadi kanaviçeni de al eline... diyorum kendi kendime.

Gerçekten de kanaviçe işlemek en sevdiğim işlerdendi... Hayata dair anlatmak istediklerime, rengarenk ipliklerle bir yol bulurdum sanki... İşte o kanaviçenin ipliklerini, sevgili arkadaşım, meslektaşım Lale Sarıibharimoğlu (*) ile birlikte Cumhuriyet’te çalışırken, bir öğlen kaçamağında birlikte çarşıya çıkıp almıştık... 

Lale’nin başından neler neler geçti... Tutuklandığında  Bodrum’daydık, Hilmi Yavuz Hoca da aynı davada tutuklanmıştı ama çabuk bıraktılar, oysa Lale’yi tuttular, üstelik sürekli kullanması gereken ilaçlar vardı, o gece heryere herkese başvurup, ilaç mücadelesi vermiştik uzaktan!

Neyse işte, henüz bu tatsızlıklar yaşanmıyordu, 1993 idi yıl. 

Gazeteden eve döndüğümde huzurlu akşam saatlerinde kanaviçemi işliyordum. 



Bir aile yemeğinin hayalimdeki öyküsüydü tablom...

Hepimiz çok gençtik, çok mutluyduk...  Annem klarnet çalıyordu,  dans edenler belki bizdik, belki  Emine ile Kudret, ya da yakın arkadaşlarımızdı. Ailemizin bütün kadınları, Ayşegül, Nevin, Emine, Mine, Zülfiye hep birlikte günlerce uğraşıp harika bir ziyafet sofrası hazırlamıştık, nar gibi kızaran hindimiz, masadan herkese gülümsüyordu, çocuklar neşeyle ortalıkta koşturuyor, ağabeyim sigarasını keyifle tüttürüyordu. Masanın altındaki yaramazlar, Ali ile Mehmet’ti hayalimde... Pencerenin dışında yıldızlar parlayıp sönüyor, Duygu ile Zafer köşeden gülümserken haşarı kedimiz Kısmet, pencere pervazını tırmalıyordu.

-Ah o kedicik... Bir okul dönüşü, bahçeden evimize yürürken, hemen Ali’nin okul çantasına giriverip ailemize zorla katılan o değil miydi?

Haftalar boyu işlediğim kanaviçemi sonunda tamamlayıp çerçevelettim. Yemek masamızın arkasındaki duvara gururla astım. Bir gün annemle halam gelmişti, sevinçle gösterdim:

-Bakın, şu Ali, bu Mehmet, biz Feyzan’a dans ediyoruz, masayı Emine ve Mine ile hazırlamışız.  İşte anneciğim bu da sensin, klarnet çalan...



Annem, “aaa resimlerde hep de kötü çıkarım” demişti de hani, boğazıma bir düğüm oturmuştu! O zaman anlamıştım, anneciğimin yaşamının “unutkanlıklar” sayfasına geçtiğini...

Elimden gelse, o kanaviçedeki herkesi yerinde tutmak isterdim. Keşke mümkün olabilseydi... 

O mutlu gecede, ziyafet sofrasının çevresine ipliklerle tutturduğum güzel insanlar sonradan çözülüp, birer birer çekilip gittiler yaşamımızdan...



4 yorum:

  1. Yine sıcacık bir yazı. Soğuk bir gün de içilen sıcak çikolata gibi..

    YanıtlaSil
  2. O sıcak çikolatayı yanında tarçınlı kurabiyeyle ben ikram etmeliydim😊

    YanıtlaSil
  3. Ben de o tatlı buluşmalarımıza gittim şimdi hikayeyi okuyunca...

    YanıtlaSil
  4. Mero, size işlediğim kanavice duruyor mu biryerlerde?

    YanıtlaSil

Ata’nın Kolibası

Geçenlerde yolum Söğütözü’ne düştü, pek çok bakanlığın, resmi kurumun, AKP ve CHP genel merkezinin hatta büyük alışveriş merkezlerinin bulun...