Ana içeriğe atla

Anneden gazeteci olur mu?

ABD’nin, Başkan Bush aracılığı ile Irak lideri Saddam’a “suyumu bulandırıyorsun!” Dediği günlerdi... 

-Eh, sözde müttefikin yanında ezeli-ebedi komşunun lafı mı olur? 

Bizimkiler  de hemen ABD’nin dümen suyuna girdiler. Oysa Bülent Ecevit’in “gazeteci kimliği” ile Bağdat’ gidip Saddam’la görüşüp, kapsamlı söyleşisini Milliyet’te (*) yayınladığı sayfalar tam bir ders niteliğindeydi. Dinleyen var mıydı ki?

Ok yaydan çıkacaktı yakında.

“Saddam yönetimi kimyasal silah üretiyormuş. Bunlar öyle silahlarmış ki, taaaa Bağdat’tan ateşlense, Ankara’ya kadar ulaşabilirmiş...” tarzında haberler yapılmaya başlandı. Hele Hürriyet, krokilerle süslü uydurma manşetleriyle başı çekiyordu. Oysa pek çok batılı, hatta Amerikalı uzman (**)  Birleşmiş Milletler’e kimyasal silah iddiasının doğru olmadığını kanıtlayan raporlar sunmuştu. Ama ABD kafaya koymuştu bir kere... Devirecekti Saddam’ı. 

Yıllar sonra İngiliz Başbakan Tony Blair’den gelen, “Bağdat’ta gerçeğe aykırı davrandık” itirafı, Amerikan Savunma Bakanı Colin Powell’ın benzeri vicdan azabı, olayları tersine çevirebilir miydi?

O sıralarda çalıştığım kuruluş adına (Kanal D TV) bana da art arda Bağdat yolları gözüktü. Bir yıl gibi bir sürede belki on kez Bağdat’a gittim. Hem de ne gidiş... 


Irak uluslararası ambargo altında olduğu için havaalanları kapalı, Bağdat’a uçmak mümkün değil... Önce uçakla Amman’a gidiyoruz, sonra bölge temsilcileri aracılığı ile “güvenilir” bir şirketten şoförlü cip kiralayıp, bütün gece süren, duruma göre 10-15 saati bulan meşakkatli! yolculuğun ardından Bağdat’a ulaşıyoruz. O ıssız yollarda, derme çatma gümrük kapılarında ne olaylar yaşadık. Elinde kocaman şırıngayla “AIDS testi yapacağız” diye ısrarcı olan kirli gömlekli sağlık elemanını mı anlatsam? Kameramıza  el koymak isteyen gümrükçüyü mü? Ambargo sözkonusu olduğu için cep telefonları çalışmıyor, şirketin üstümüze zimmetlediği uydu telefonunu ise rahat kullanamıyorduk çünkü farkedildiği anda Iraklıların el koyması işten bile değildi... 
Neyse ki bir kaç dolarlık “hediye” bütün kapıları açıyordu

Bu yaşadıklarımızı  2004 yılında yayınlanan “Hamamböceği Sendromu” başlıklı kitabımda detayları ile anlatmıştım... (***)

Şimdilerde kütüphanede haftalardır uğraştığım toz alma işini biliyorsunuz, o kadar uzun sürdü ki Arab’ın yalellisine döndü deseniz yeridir...

İşte temizlik sırasında elime geçirdiğim not defterime bakınca, boğazım düğümlendi, sizinle paylaşmak istedim. 


Bağdat notlarımın bir sayfasında, tozlu ıssız çöl yollarından araba ile Kerbela’ya gidişimiz, orada yaptığımız çekimlerin “time-kod”ları, (kamera görüntülerinin dakika-saniyeleri) ve haber anons metinlerim var. Tam karşısındaki sayfaya ise “Mehmet’in Okul Durumu” diye not almışım. Belli ki yolunda gitmeyen okul meseleleriyle ilgili bu not, Ankara’ya döner dönmez oğlumun okuluna gitmem gerektiğini kaydetmişim.

Aynı günlerde ilginç bir durum daha yaşamıştık. Dünyanın her yerinden 100’e yakın kurtuluştan sayısız gazeteciyle birlikte Bağdat’taki basın merkezinde çalışıyoruz. Ambargo olduğu için telefonlar çalışmıyor, acil durumlarda servete mal olan canlı yayın linklerini kullanarak ailelerimizle haberleşmeye çalışıyoruz. Bu hatlar son derece pahalı olduğu için çok az kullanılıyor. Bir sabah erkenden merkeze geldim, CNN’in (international) Amerikalı kameramanı, rastlantı eseri bana gelen telefonlara bakmış,  dedi ki:

-Sizi Ankara’dan oğlunuz aradı... Bir aşı meselesi varmış onu sormak istiyormuş... Ha, bir de eşiniz aradı, galiba o da Tokyo’daymış, sevgililer gününüzü kutlamak istiyormuş.

Sonra da gülerek ekledi:

-Nasıl ailesiniz siz böyle? Herkes dünyanın bir tarafında...

Hemen Ankara’yı aradım oğlumla konuştum, sordu:

-Anne bizim Hepatit B aşısının ikincisini olmamız gerekiyormuş galiba. Fadıl Bey (Prof. Dr. Fadıl Ertogan) aradı, ne yapalım?

Ne yazık ki yapacak bir şey yoktu, o sıralarda ilk ve ortaokulda olan oğullarımın ikinci aşıları bu zor koşullar nedeniyle yapılamadı. Biz de bu aşı meselesini unutup gittik. 


O yıl ilkokulda olan Mehmet, yıllar sonra askerliğini yapmak için gittiği Antalya’da sağlık kontrolüne alınınca “Hepatit B’ye karşı antikor geliştirmediği” ortaya çıktı,  böylece bu hatamız yıllar sonra kafamıza tekrar balyozla çakıldı. 

Düşünüyorum da buna benzer o kadar çok olay yaşandı ki... Esasen bir tek ben miydim suçluluk duygularıyla savaşan anne, kim bilir diğer anneler neler yaşamıştı?

-Bu anneler arasında CNN’in ünlü sunucusu Christiane Amanpour da var mıydı? 

Neden merak ediyorum biliyor musunuz? Bağdat’ta “yokluklar ve imkansızlıklar” arasında sürdürdüğümüz çalışmalar sırasında Christiane de oradaydı. Çekimler, montajlar ve canlı yayınlardan fırsat bulduğumuzda ayaküstü sohbetlere girerdik, basın merkezinin orta yerindeki montaj masasında Ürdün’lü teknik elemanla çalıştığım bir sırada görüntülerimiz dikkatini çekmiş olacak ki, Amanpour gelip yapmakta olduğumuz haberi dikkatle izledi, “savaş arifesindeki Irak’ta hızlanan düğünler ve Dicle nehrinin çamurlarında yapılan altın aramasına dairdi görüntüler…” Ayaküstü sohbet ettik, ertesi gün BM Genel Sekreteri Kofi Annan gelecekti, o önemli ziyaret sonrasında bir akşam yemeğinde buluşsak mı diye konuştuk.  Annan geldi, görüşmelerini tamamlayıp ayrıldı Bağdat’tan. Savaş ortamı şimdilik askıya alınmıştı, ben de Amanpour’u aramaya başladım, Dicle kıyısındaki o salaş balık restoranlarından birine gideriz diye düşünüyordum... Irak parasının değeri yerlerde sürünüyordu, koca bir bavula istiflenmiş değersiz Irak dinarlarıyla ödeniyordu hesaplar.

Basın merkezinde bir de ne göreyim, karşımdaki ekranda Amanpour’un canlı söyleşisi var... Çoktaaan Londra’ya uçmuş, İngiltere Başbakanı Tony Blair’le konuşuyor... Üstelik Amanpour sözkonusu olunca, akan sular durmuş! ambargo filan geçersiz kılınmış, özel uçak gelip, Amanpour ve ekibini Bağdat’tan alıp Londra’ya uçuruvermiş... 

-Bilmem o da annelik ve işi arasında bölünerek suçluluk duygularıyla savaşmış mıydı hiç? 










 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Külliye’ye içerden bakış: Erdoğan’a: “Sistem yürümedi, Türkiye’yi seçime götürmeli”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın  “Başdanışmanı” olarak Beştepe’de    7 yıl süreyle  görev yapan İlnur Çevik’le konuştuk. “ Bu sistem yürümedi ” diyen Çevik durumu, “Erdoğan’ın en kısa zamanda Türkiye’yi seçime götürüp sistemi rayına oturtması şart, eğer torunlarını şu kadarcık! bile seviyorsa bunu yapmalı, aksi halde eyvah! ” diye özetliyor.  DEM Parti ile yürütülen “çözüm süreci” için, ortada bir plan taslağı bulunmadığını savunan Çevik’e göre, her zamanki “Kervan Yolda Düzülür” mantığı yine ağır basıyor. …Acaba Külliye’de çalışma sistemi nasıl? Cumhurbaşkanı gündemini nasıl belirliyor? Yüksek İstişare Kurulu diye bir kurul var, orada ve  pek çok kişinin üye olarak yer aldığı diğer kurullarda neler görüşülüyor? Erdoğan, Atatürk ismini neden diline almak istemiyor?Beştepe’nin bodrumunda gerçekten tam teşekküllü bir hastane var mı?…  Gibi pek çok soru aklımı kurcalıyordu, “ İlnur Çevik nasılsa görevi bıraktı, artık belki konuşur ” diye düşün...

Yekta Güngör Özden’e geçmiş olsun

Geçen hafta Anayasa Mahkemesinin eski başkanlarından Yekta Beyi ziyaret etmiştik. Bugün öğrendik, küçük bir ev kazası yaşamış, ameliyat olmuş, iyiymiş. Kendisine acil şifa diliyoruz.  Aslında Ankara’da gündem o kadar yoğun ki, Yekta Beyle yaptığımız söyleşiyi bu sabah kayda geçiriyordum tam, o anda başka konular araya girince yarım bıraktım…  O halde şimdi tamamlayayım: “Güngörmüş” dostlarla bir araya gelebilmek, yakın tarihin sayfalarını gözden geçirebilmek ne kadar büyük bir şans. Geçenlerde Ali Bilge  ve Feyzan Erel ile birlikte Anayasa Mahkemesinin eski başkanı Yekta Güngör Özden’i ziyaret etmiştik, sohbetimiz sırasında notlar aldık, “ yazabilir miyiz anlattıklarınızı ?” Diye sorduğumuzda, “istediğinizi yazın” yanıtı vermişti. İşte o gün bugünmüş…  Yekta Güngör Özden ’in o gün söylediklerine şimdi biraz kulak verelim mi? SORU: Ülkede büyük bir gerilim yaşanıyor şu anda. Aydınlar, gazeteciler politikacılar tutuklanıyor, herkese gözdağı veriliyor, nas...

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...